70’li yılların sonu ve 80’li yılların başı, günümüzden çok daha farklı bir siyasi yapılanmayı barındırmaktaydı. Türkiye’deki siyasi dalgalanmalarla birlikte yalnızca ekonomik hayatta değil, kültür ve sanatta da köklü değişimler yaşanıyordu. Belgesel fotoğrafçılığın, sosyal-belgesel bir yapı üzerinden önem kazandığı bu dönem, Türkiye’deki fotoğrafçıların ya yaşadıkları şehrin günlük değerlerini ya da çoğu kez tarihsel (bazen de arkeolojik) tarihî dokuyu terkilerine alarak fotoğraflarını oluşturdukları günlere karşılık geliyordu. Anadolu gerçekten de büyük bir hazineydi. Köyler, kasabalar, tarlalar, ovalar, dağlar ve tarihî kalıntılar, çekilecek fotoğrafların mekân bağlamında yapısını da belirliyordu. “Kim”den önce “neresi” sorusunun önem kazandığı bu dönemde fotoğraf, coğrafi anlamda koordinatlarıyla değer buluyordu. O günlerde bilgisayar yoktu, sokaklar vardı. Çocuklar parklarda, ağaçların tepelerinde oynar, seyrek geçen arabaların verdiği izinle sokak aralarında dökme plastik topların peşinden koşarlardı. Tamirci çıraklarının sabırsız ikindileri, emeklilerin eve dönüş telaşları, troleybüs şoförlerinin seyir halindeki araçlarının klasik deyimiyle boynuzu çıkacak endişesi vardı. İnsanların çoğu bayramlarda tatile gitmezlerdi. Maytaplar, mantarlar, torpiller patlatılır, kızkaçıranlar çocukları kovalardı. “Belle Epoque”, 40-50 yaşlarındaki bir yetişkinin en az 30 yıl öncesine karşılık geliyordu. Sabit Kalfagil’in sanatını anlamak ve bir mantık bütünlüğü içinde çektiği fotoğrafların analizini yapmak için, ister istemez bizi o günlerin şartları doğrultusunda bugünlere getiren kültürel yapılanmanın önkoşullarını saptamamız gerekecektir. Türkiye’nin sürekli değişen siyasi/iktisadi yapısı, özü aynı kalsa da kırılgan coğrafyası ve topografik özelliği, Sabit Kalfagil fotoğraflarında yalnızca bir fon olarak yer almakla kalmamış, fotoğrafın sihirli anlarını güçlendiren mekân/uzay olarak görevini de yerine getirmiştir. KİTAP: SABİT KALFAGİL, Eczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi
↧