Fatih Akın’ın ‘Bir yol hikâyesi’ diyerek özetlediği The Cut, ilk film olmasıyla dikkatleri üzerine çekti. Peki, Cannes’dan son anda çekilen, vizyona girmeden tartışılan The Cut, beklenen etkiyi uyandırdı mı?Mardin’de bir demirci dükkânı. Korun içine giren bir parça demir dövüle dövüle makas haline geliyor. Kor kararıyor, film açılıyor.İlk sahne zaten ilk şaşkınlık nedeni. Çırağının ‘Nazaret’ diye seslendiği ustanın dilinden dökülen kelimeler, seslenilenin ismine uygun olarak Ermenice değil, İngilizce. Bu sahnede yaşanan yabancılaşma film boyunca peşimizi bırakmayacak, Mardin’de başlayıp Kuzey Dakota’da biten filmde hangi sahnede Ermeniler konuşuyor, hangi sahnede Batılılarla karşı karşıyayız anlayamayacağız.Peki, aslında sıradan sayılabilecek bu yol hikâyesini gündemimize sokan ne oldu? Filmin ‘soykırım’ üzerine olduğu iddiaları. Türkiyeli bir yönetmenin kadrajından izleyecek olmamız The Cut’u özel kılıyor, üzerine yaşanan tartışmaları politikleştiriyor. Fatih Akın da bunun şaşkınlığını yaşıyor, röportajlarında buna değiniyor: “Filmimi soykırım üzerine bir film olarak görmüyorum. Soykırım üzerine bir film nasıl olur ki? Bu janrın retorik araçları nelerdir? Ya da ‘soykırım filmi’ diye bir janr var mıdır? Benim seçtiğim janr Western’di. Sergio Leone’nin, Eastwood’un janrında bir film, bir macera filmi bu. John Huston’ın, David Lean’in geleneğinden bir destan... ‘Schindler’in Listesi’ ya da ‘Ölüm Tarlaları’ geleneğine ait değil. Atom Egoyan bana birkaç kostüm ödünç verdi ama filmin ‘Ararat’la da ilgisi var diyemem.”Akın, filmini western olarak nitelese de, ‘askerlik’ gerekçesiyle belirsiz bir yola çıkan kafilenin başına gelenler, şahit oldukları sürgün sahneleri, Nazaret’in hem düşmanı hem dostu Mehmet ile ilişkisi, izlediğinizi çoktan politikleştiren sahneler. Meselenin künhüne vâkıf olacak derinlikte bir politiklik iddiası var mı? Hayır. Western mi? Tren işçileri, sınır geçişleri, yapılan tekinsiz yolculuklar ve kahramanın her seferinde yeniden kendini ispat etmesiyle, evet.Film Türkiye’de de, diasporada da bir beklenti ve bir hayal kırıklığı oluşturdu. Meseleye dair söylediği sözle yeri olduğu açık, üstelik de bütün sinematografik kusurlarına rağmen hikâyeye dönüp bakanlar için umut vaat ediyor. Agos Gazetesi yazarı Pakrat Estukyan, filmi şu sözlerle değerlendiriyor: “Fatih Akın’ın filmi, hazmı zor bir tat sunuyor. Hazmı zor ama kesinlikle derinliksizlikle eleştirilemeyecek bir yapıt bu; dönüp dönüp bir daha izleme ihtiyacı duyacağımız cinsten bir film...”Hindi Zahra’nın canlandırdığı Rakel türküsüyle kulaklarımızda yer ediniyor ve filmde sürekli onu bir kez daha görebileceğiniz bir sahne arıyorsunuz. Ama The Cut bunu bulabileceğiniz bir film değil. Aslında bir halkın hikâyesini anlatan tek kişilik bir hikâye. Bu hikâyenin içinde bulacaklarınız da sizin hayal gücünüzle sınırlı.Filmi Venedik Festivali’ndeki ilk gösteriminde izleyen yazar Aris Nalcı ile konuştuk. Nalcı, “Film yüzleşmeye katkıda bulunacak.” diyor.Film, izleyicisine sorular sorduracak“Öncelikle soykırım gibi bir olayın tüm detaylarıyla sinemaya aktarılabileceğini düşünmüyorum. O yüzden The Cut’ı bir soykırım filmi olarak görmüyorum. Film Türkiye’de birçoklarının (bunlar sıradan sinema izleyicisi) tarih bilgilerini ters düz edecek nitelikte verilerin işlendiği bölümleriyle bence izleyicisine yaşattıklarıyla Türkiye insanının Ermeni soykırımıyla yüzleşmesine katkıda bulunacak. Filmi Ermenilerin beğenmemesini normal karşılarım. Zira her birimizin yaşadığı ve dinlediği tüm soykırım anılarının bir filme aktarılması beklentileri farklılaştırıyor. Ermeniler ağlayıp rahatlayacağı, Türkler kendilerini bu tarihsel inkârdan kurtaracak olgular bekliyor. Tüm bunları bir sinema filminden beklemenin anlamsız olduğu görüşündeyim. Ancak tüm bu sorunlara rağmen film izleyicisine sorular sorduracak ve bir sonraki adıma hazırlayacak. Soykırım gibi konuları filme aktarmak zor olduğu kadar risklidir. Filmi ilk olarak Venedik Film Festivali’nde izledim. Oradaki üç seansa da girdim. Üç seansta binlerce kişi izledi filmi. Ben ve yanımdaki Ortadoğulu izleyiciler birçok sahnede ağlarken yanımızdaki İtalyan eleştirmenler o sahneleri esprili bulabiliyordu. Bizim yaşadığımız acılar ve filmin altyapısındaki kodlar bize dinlediğimiz soykırım hikâyelerini hatırlattığı için daha derin acılara sebep olabiliyor ancak filmin Avrupa veya Amerika seyircisi karşısında aynı duyguyu yaratmaması ihtimali yüksek. İlk eleştiriler filmin dilinin Ermenice olmaması üzerine geldiğinde filmde rol alan Ermeniler ve senaryonun yazarı Martin Mardik, dilin büyük bir problem olmadığını söylemişti. Ermenicenin halen günlük yaşamda kullanıldığı Türkiye gibi ülkelerde ve yakınlarında bu gibi tepkilerin alınması normal. Ancak filmi izleyen ABD’li arkadaşlarıma filmde Ermenice konuşulmaması büyük bir sorun olarak gözükmedi. Çünkü onların günlük hayatta kullandığı dil İngilizce idi.”
↧