Başkalarının bu koltuğa oturabilmek ve orada kalabilmek için ne maskaralıklar yaptığına çoğumuz tanık olduk. Buna karşılık Zekeriya Alp, Merkez Hakem Kurulu Başkanlığı’na getirilerek adeta cezalandırılmıştı. Çünkü böyle bir görevde bulunmak asla onun istediği birşey değildi ve görev süresi boyunca bu açıdan da acı çekti. Sonunda “cezasını” tamamlayıp kurtuldu. Şimdi sıra Yusuf Namoğlu’nda.Zekeriya Alp, hemen hiçbir yakınlığımız bulunmamasına karşın kendisine her durumda kefil olabileceğim kişilerden biri. Bunca yıllık meslek yaşantım içinde tanıdığım en düzgün kişiler arasında rahatlıkla ilk 3’e girer. Biriyle sadece birkaç kez konuşup bu izlenimi edinmek pek kolay değildir. Ondan hiç hazzetmeyenlerin bile hakkında en küçük suçlamada bulunamayacaklarını bilirim.Bunun yanında Zekeriya Alp’in Merkez Hakem Kurulu Başkanlığı ve benzeri birtakım görevlerde bulunma konusunda en küçük bir istek bile taşımadığının yakın tanığıyım. Bu görev onun için tam anlamıyla bir “cezalandırma” idi. Çünkü görev önerisi geldiği diyemeyeceğim, buna mecbur edildiği günlerde eşiyle birlikte güzel bir seyahatin tüm hazırlıklarını yapmış durumdaydı.Bırakın MHK Başkanlığı gibisinden bir ateşten gömleği durduk yerde sırtına geçirmek, bundan yüz kat daha önemli, keyifli ve hatta paralı birtakım işlere aldırış edecek bir dünya görüşüne, hayata bakışa sahip değil Zekeriya Alp. Bugüne kadar yeterince çalışmış ve gerekli işleri en üst düzeylerde yapmış biri olarak emekliliğin tadını çıkarmayı daha çok önemseyen, daha doğrusu kalan yaşamını bu şekilde kurmaya çalışan biri o.Böylesi koltuklara oturabilmek için inanılması güç maskaralıklar yapanların onu anlayabilmeleri elbette ki mümkün değildi. Onun da böyle bir beklentisi yoktu zaten. Belli bir noktadan sonra da dönüşü olmayan bir yola girdiğini kabullenmek durumundaydı. Madem böyle bir işi üstlenmişti, gerektiği gibi yapacaktı. Görev süresi içinde de bu anlayışta oldu. Türk hakemlik tarihinin en büyük başarısı sayılabilecek olan Cüneyt Çakır’ın Dünya Kupasında görev yapmasıyla uluslararası alanda hakemlerimizin rekor düzeyde görev almaları gibisinden mutluluklar da ona nasip oldu.Göreve geldiği günden bu yana asıl isteği ve düşüncesi bu işi mümkün olabilecek en kısa sürede, en onurlu şekilde bırakabilmekti. Bu fırsatı epeyce gecikmeden sonra bulabildi. Sırtından tonlarca yükün kalkıp kuş gibi hafiflediğini hissettiğine eminim.Galiba Konfüçyüs’ün sözüdür ve benim de temel ilkemdir: Hayatta gerçek başarı, istediğin gibi yaşamaktır. Ölçülebilir bir başarıTabii bunu değişik şekillerde yorumlayabilir ve çeşitli bakımlardan epeyce boyutlandırabilirsiniz. Kuşkusuz, bunu yapabilmek için belli bir ekonomik güvenceye ve öteki koşulları biraraya getirmeye gereksinme duyarsınız. Eh, Zekeriya Alp hem Beşiktaş ve Milli Takımdaki başarılı oyunculuğu hem de sonrasındaki iş hayatı nedeniyle bu koşulları yerine getirmiş biridir. Galiba MHK’nın başına getirilmesinde bunun da belli bir payı vardır. O göreve gelecek insanın herhangi bir maddi gereksinme içinde olmamasına dikkat etmek anlaşılabilir bir durumdur.Bu nedenle onun ardından Yusuf Namoğlu’nun göreve getirilmesi de doğru bir karardır. Belki de Yıldırım Demirören Federasyonun yaptığı en doğru iki iş, Alp ve Namoğlu’nun göreve getirilmeleri olarak da görülebilir. Gelgelelim bundan sonra memlekette hakemlik üzerine tartışmaların hemen hiç değişmeden sürüp gideceğini de bilmek gerekir. Görevde ister Namoğlu isterse başka bir kişi olsun bu tür tartışmalar belli kesimlerin en büyük gıdasıdır. Üstelik hiçbir ücret ödemeden alınan bu gıdadan kimsenin vazgeçmesini bekleyemeyiz.İşin aslı şu: 10 yılı bile bulmayan bir zaman dilimi öncesinde yapılan çalışmada Türk hakemliği Avrupa’da 30. sırada gösterilmişti. En iyi konumdaki hakemimiz 2. kategoriye yükselebilmiş olan Selçuk Dereli idi. 1. kategoriye bile yükselmek büyük sorundu. Hele Elit kategorisini ancak rüyada görebilirdik.Şu anda hakemliğimiz kesinlikle Avrupa’da ilk 10’un içinde. Unutmayalım ki Dünya Kupasında görev yapan hakemler arasında Avrupa’nın ilk 5 futbol ülkesi arasında sayılan Fransa’dan tek kişi bile yoktu! Kimse çıkıp “altı üstü bir Cüneyt Çakır” demeye kalkmasın. Yakın zamana kadar Bülent Yıldırım ve Fırat Aydınus da dahil olmak üzere bütün FIFA hakemlerimiz geçmişle kıyaslanmayacak kadar önemli görevler aldılar, alıyorlar, alacaklar.İçerdeki maçlarda elbette ki bir yığın hata bundan sonra da olacak. Nasıl ki yönetimler korkunç hatalarıyla kulüplerini yüzmilyonlarca lira zarara sokuyor, teknik adamlar yaptıkları hatalarla benzer kayıplara yol açıyor, futbolcu iki metreden topu ağlara atamıyorsa hakem hataları da sürüp gidecek. Bu konuda yapılmış hiçbir araştırma olmamasına karşın, bu hataların üç büyükleri korumaya dönük olduğu ileri sürülecek. Bunun gibi kalıplaşmış suçlamalar hep gündemde olacak.Bütün bunların yukarıda değindiğimiz nedeninin yanında görmezden gelinemeyecek bir başka nokta da şu: Her kulübün iyi-kötü bir taraftarı ve onlara oynamayı iş edinmiş yorumcuları var. Milyonlarca taraftarı olan kulüpler haliyle bu konuda daha avantajlı bir noktada. Buna karşılık hakemlerin taraftarı yok ve olması da mümkün değil. Eh, hem bu işin bazıları için bedava bir gıda olduğunu düşünür hem de bu durumu gözönüne alırsanız, hiçbir yere varmayan bitmez tükenmez hakem tartışmalarının niçin sürüp gittiğini kolaylıkla anlayabilirsiniz. Salı toplantıları, doğru bir uygulamaydı Zekeriya Alp’in istifasında payı varmış gibi görünen salı toplantılarına hemen herkes karşı çıktı. Büyük bir bölümünü umursamayabiliriz çünkü onlar düşünmeden konuşuyor ama aralarında akıllı-uslu ve bu işleri bilen arkadaşlarımız da bulunuyordu. Ona üzüldük.Bu toplantılar herşeyden önce “uygar bir ilişki” anlamına geliyordu. Ayrıca, hakem hatalarından canının yandığını düşünen kesimler için de olumlu bir mesajdı. ‘Üzüntünüzü anlıyoruz, bir daha olmaması için gerekli önlemleri alıyoruz’ anlamına geliyordu. Nedense bunu görmek istemedik.Tabii olayın işleyişindeki bir aksaklık, Zekeriya Alp konuşma ustası olmayışından doğuyordu. Bu tür ortamlarda konuyu bambaşka yerlere götürebilecek bir kıvraklık ve muhataplarınızı zaman zaman şaşkına çevirebilecek söz söyleme becerisi gerekir. Zekeriya Alp dosdoğru bir adam olduğundan bunu pek düşünmedi ve sanki sürekli savunma yapmak durumundaki bir kişi gibi göründü. Böylesi de istenen sonucu veremezdi elbet.Neyse ki sonunda bu azaptan kurtulmasını sağladığı için belki de iyi olmuştur. Telefonunu açtığında kendisine sorarız.
↧