Gazeteci Ahmet Dönmez, “Yüzde On/Adil Düzenden Havuz Düzenine” adlı kitabında, yolsuzluk ve ihalelerden yüzde on komisyon alınması iddialarını anlatıyor. Dönmez, “17 Aralık olduğunda ortaya çıkanlara en az şaşıranlardan biri benim.” diyor.Ahmet Dönmez’i kamuoyu Tayyip Erdoğan’a 17-25 Aralık soruşturmalarını, Urla’daki villaları soran ilk ve tek muhabir olarak tanıyor. Dönmez, İspanya başbakanıyla yaptığı ortak basın toplantısında o zaman başbakan olan Erdoğan’a üç soru sormuştu. Erdoğan cevap vermek yerine Dönmez’i tehdit etmişti. Kameralar önünde yaşanan bu olay epey konuşulmuştu. Sonrasında neler olduğunu Ahmet Dönmez, kitabında anlatıyor. Halen Ankara’da başbakanlık muhabirliği yapan Dönmez, Klas Yayınları’ndan çıkan “Yüzde On/Adil Düzenden Havuz Düzenine” adlı kitabında, Erdoğan’a ve yakın çevresine dair yolsuzluk ve ihalelerden yüzde on komisyon alınması iddialarına yer veriyor. Kitabınızda en az 17 ve 25 Aralık soruşturmalarında bahsi geçen konular kadar çok çarpıcı bilgiler var. Yayınlama kararı aldığınızda tedirginlik yaşamadınız mı hiç?Her kelimesinin arkasında duracağım bir kitap. Vicdanım çok rahat. Hiç kimseye bilmeden iftira atmak, çamur atmak gibi bir derdim yok. Ama büyük bir riske girdim, bilerek göze aldım. Hukuk da yok biliyorsunuz.Belgeli mi her şey?Bunların bazıları iddianamelere yansımış zaten, müfettiş raporlarında var. Yargılama konusu olmuş. Bazılarından berat edilmiş bazılarından ceza alınmış. Çok fazla soruşturma ve dava var. Erdoğan’ın geçmişiyle ilgili ekibinden, çalışma arkadaşlarından birçok kişi sanık. Bazıları da dokunulmazlık zırhına kavuştukları için kurtulmuşlar. Burada işin teknik kısımlarından ziyade benim derdim şuydu; geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan “Hukuk başka bir şey yasa başka bir şeydir.” dedi. Ben de tam olarak kendi cümlesinden yola çıkarak şöyle diyorum: O dönem veya daha sonrasında mahkemelerin ya da kanunların birtakım boşluklarından faydalanılmış olabilir ama özünde bir yolsuzluk var mıydı yok muydu bunun peşindeydim. Belediye, AKP, Başbakanlık muhabirliği yaptım. İstanbul’da, Ankara’da. Meslek hayatım genellikle Erdoğan’ın çevresinin yolsuzluk hikâyelerini dinlemekle geçti. 17 Aralık olduğunda ortaya çıkanlara en az şaşıranlardan biri benim. Peki, konjonktür bu yönde olmasaydı bunları yazabilir miydiniz?2002’li yıllarda bu kitap için çok faydalandığım arşivleri biriktirmeye başlamıştım. Konjonktür uygun değildi. Daha sonra Türkiye yoğun bir şekilde askeri vesayetle hesaplaşma sürecine girdi. Ergenekon operasyonları oldu, Balyoz oldu, referandum oldu, bu kitap ancak 17 Aralık’la anlamlı hale geldi.Türkiye hazır değil miydi o zaman?Hem Türkiye hem muhafazakâr kesim hazır değildi. Biz gazeteciler, özellikle görmezden gelen gazeteciler, siyasetçiler, bilgisi olan herkes vebal taşıyor. Eğer halka düzgün şekilde anlatabilseydik, hem bu kadar büyümezdi hem bugün “30 Mart ve 10 Ağustos’ta böyle bir sonuç çıktı, bu halkın hiç mi yolsuzluk konusunda duyarlılığı yok?” demezdik. En azından hazırlamak gerekirdi. Erdoğan bütün siyasi hayatı boyunca, “olağanüstü şartlar, daha büyük resme odaklanalım” söylemi sayesinde kurtuldu. İlk 2001 operasyonları Albayraklar, temiz şehir operasyonu… Bence de bir 28 Şubat operasyonuydu, Tayyip Erdoğan’ın önünü kesme amacı taşıyordu. O gün de bunu düşünüyordum, bugün de öyle düşünüyorum. Biz, bizden kastım inançlı olduğunu iddia eden kesimlerin tamamı, bu bir 28 Şubat operasyonu olsa da kendi içimizde bir hesaplaşma yapabilmeliydik. Yani bir dakika, evet birileri önünü kesmek istiyor ama raporlar ve iddianamede yenilir yutulur olmayan itiraflar var. 2001 operasyonunda muhafazakar kesim o iddiaları görmek istemedi.Görmeye acaba takati mi yoktu? O kadar büyük bir tokat yiyordu ki o sırada…Aynen öyle topyekûn bir derin devletin ya da devlet diyelim, ceberut anlayışla bütün inananların üzerine geldiği, değerlerini inançlarını yok etmek istediği, toplumsal hayatın dışına itmek istediği algısı, korkusu, kendi içerisinde kenetlenmeye, kol kırılır yen içinde kalır anlayışına itti. Yani Erdoğan’a muhtaç etti. Böylesine büyük bir kavga varken bunlara bakmak doğru değil. AKP kurulduktan sonra da yolsuzluklar vardı hep. Kitapta tek tek hatırlattım bunları. Kendi partisi içinden de itirazlar yükseldi. O zamanlarda da hep askeri vesayet, Ergenekon, Balyoz, referandum, seçim derken olağanüstü şartlar, büyük resme odaklanalım kaygısı, algısı ve tavrıyla yine yolsuzlukları görmezden geldi. Geldik 17 Aralık’a. Recep Tayyip Erdoğan, 17 Aralık’ta ilk kez hiçbir olağanüstü şartın etkisi olmaksızın yolsuzluklarıyla yüz yüze geldi. Askeri vesayet geriletilmiş, Ergenekon operasyonları olmuş, MİT büyük ölçüde hükümetin adeta kolluk gücüne dönmüş, istihbarat organına dönmüş, yargı keza eskisi gibi sorun çıkaran bir yargı değil. Medya sindirilmiş bir medya. Yolsuzluk haberlerini hemen hemen giremeyen bir medya var. Genel anlamda AKP yolsuzlukları bir anda halkın önüne kondu. Erdoğan daha önceki dönemlerinde bir tecrübe ile olağanüstü bir süreç başlatma ihtiyacı duydu. Bundan her zaman başarıyla çıktı, bir düşman oluşturması gerekiyordu. Ne yaptı, bir paralel devlet heyulası oluşturdu. Algı yönetiminde başarılı oldu.Sizce Cemaat, 17 Aralık’ta niçin 2001 gibi yapmadı? Dershaneler sebebiyle mi?Bu kitabı ve bundan sonraki kitabı çalışırken bu süreci iyi inceledim. Birçok kişiyle görüştüm. 17 Aralık fezlekesini didik didik okudum ve şu sonuca vardım: 17 Aralık birilerinin düğmeye basması ise eğer bu AKP’nin düğmeye basmasıdır. Yanlışlıkla. Bu soruşturma devam ederken Muammer Güler’in ve Reza Zarrab’ın adamlarının takip edildiklerinden şüphelenmesiyle hızlı bir şekilde soruşturmayı deşifre etmeye yönelik hamleleri var. Bu operasyon yine olacaktı, Cemaat yine aynı tepkiyi verecekti. Bundan dolayı birilerinin dershane olayını erken patlattığı fikrine daha yakınım. Bu mesele Cemaat-AKP meselesi değil, bu mesele namuslular ile namussuzların kavgası. Hırsızla polisin kavgası. Dürüst olanlarla dürüst olmayanların kavgası.Kitap için diğer Müslüman ülkeleri de incelemişsiniz. Çarpıcıdır onlarda da benzer süreçler var.Pakistan’da yolsuzluk, Hindistan’da yolsuzluk diye kitaplar var. Bir de Hüseyin el Attas merhum Malezyalı bir akademisyen, toplumların çöküşünde rüşvet diye çok kıymetli bir eseri var. Çokça alıntı yaptım bu kitaptan. Endonezya, Malezya, Hindistan, Pakistan, Singapur, Afganistan, Kuzey Afrika ülkelerinde yolsuzluk konusu, maalesef o kadar ileri boyutlara varmış ki kendi içerisindeki bazı siyasetçiler, akademisyenler ‘kokuşmuşluğun da iğrençleşmesi’ diye nitelemiş. Din adamlarının bile yolsuzluğa fetva vermesini biz bu İslâm ülkelerinin birçoğunda görüyoruz. Danışmanlık yaptıkları yöneticilere belirli zaruret durumlarında bu yola tevessül edebileceklerine dair fetvalar verdiklerini görebiliyoruz.
↧