2011 yılında ‘Temmuz Çocukları’ isimli ilk romanı yayımlanan Menekşe Toprak’ın yazarlık serüveni ‘Ağıtın Sonu’ ile devam etti. Şimdilerde yeni bir kitap üzerinde çalışan Toprak ile Almanya-Türkiye arasında büyüyen çocukları farklı bir bakış açısıyla konuştuk. En çok da Kofferkinder’i yani ‘bavul çocukları’nı...Yazar Menekşe Toprak’ın hikâyesi bilindik binlerce hikâye gibi. 8 yaşına kadar anneanne ve dede yanında büyümüş. Sonrasında Almanya yolculuğu ve o hep gidilirken alınan “Hemen döneceğiz” kararının netliğinde savrulan bir hayat. O dönem yasalar gereği çocukları ile gelmeleri yasak olan misafir işçiler ve çocuklarına dair çok öykü çıkacaktı… Bu durumu fark eden Almanlar, içine binlerce hikaye sığacak bu hali bir kelimeye sıkıştırmayı başarmışlardı: ‘Kofferkinder’ yani ‘bavul çocukları’.Menekşe Toprak’ın ilk romanı “Temmuz Çocukları”, işte bu bavul çocuklarını anlatıyor. Toprak, bu duruma sürekli dramatik açıdan bakılmasından rahatsız. En çok da ‘gurbetçi’ sıfatından yoruluyor. Onun şansı 15 yaşındayken döndüğü Türkiye’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’ni kazanması belki de. Gençliğe adım attığı yılları Türkiye’de geçirmenin avantajından olsa gerek, “Misafir işçi olmakta, iki ülke arasında yetişmekte dramatik ya da arabeskleştirilecek bir durum görmüyorum.” diyor.Bir film bütün algıyı değiştirebildiKonuşmamızın bir yerinde Fatih Akın’dan bahsederken onun bir filmi ile -ki bahsi geçen film Duvara Karşı- nelerin değiştiğini şöyle anlatıyor Toprak: “Bir vakte kadar siz ‘Alamancı’ ya da ‘gurbetçi’siniz. Sürekli bir eziklik sıfatı altında; yazın sıcağında İstanbul, Konya belki Kayseri sokaklarında; soğukta Berlin, Köln ya da Düsseldorf sokaklarında hep eziksiniz. Sonra bir adam bir film ile bu algıya yön veriyor ve tahmin edemeyeceğiniz kadar karizmatik bir hale getiriyor. Tıpkı anne ve babamın da hâlâ dönmediği gibi aslında orada iyi olduklarını ve tüm bu sürecin onlara toplamda daha çok fayda sağladığını görüyorsunuz. Şu da var ki o film Altın Ayı ödülü almasaydı tüm bunlar olmazdı. Bu hali, yine Almanlar onaylamalıydı ki öyle oldu. Ve Fatih Akın bir anda ‘Türk’ yönetmen oldu. Bu durum her alanda böyle olmadı. Mesela bana çok ilginç gelir; bir futbolcu Almanya’da doğmuş büyümüş ve bir Alman takımında başarı ile serüvenini sürdürürken bir manşette adı ‘gurbetçi futbolcu’ oluverir hâlâ.”Berlin-İstanbul arasında bir hayatToprak, kendi hayatından örnekler vererek misafir işçi bir ailenin çocuğu olmanın avantajlarını anlatıyor. Siyasal bilgiler fakültesinden mezun olduğunda o da her memleket genci gibi uzun, bitmek bilmeyen iş arama sürecine giriyor. Ve fark ediyor ki çok dilli olması, iki ülkeyi de çok iyi tanıması ona bir sürü kapı açıyor. Bu kapılardan biri de Berlin’de Ziraat Bankası olur. Orada çalışmaya başlayan Toprak, “Berlin tam da benim istediğim gibi bir yer oluvermişti. Bir sürü Türk ama Almanya’da. Almanya’nın tüm artıları orada. Türkiye’deki insanlarda bulamadığım saflıkları ve içtenliklerini kaybetmeyen bir sürü Anadolu insanı. Berlin’i belki de bu yüzden çok seviyorum. Bankacılıkta iyi bir kariyer beni beklese de ufaktan çevirilere başladığımda bende hep olan yazma isteğimi durduramadım. Kısa bir süre Polonya’da yaşadıktan sonra tekrar Berlin’e dönüp internetten bulduğum yayınevlerinin e-posta adreslerine yazılarımı yolladım. Ve bir yerden cevap geldi. Böylece asıl mesleğimi yapmaya başladım.” diyor.Toprak, bankadaki işinden istifa ettikten sonra radyo gazeteciliğini ve hep var olan yazma isteğini bir arada sürdürür. 2007’den sonra “Hangi Dildedir Aşk” kitabındaki gibi yazarın hayatı da Berlin ve İstanbul’da geçmeye başlar. Tıpkı öyküsündeki gibi hâlâ iki şehir arasında gidip gelmekte… Bankadaki işinden ayrıldıktan sonra aylarca sadece okuyup yazdığını söyleyen Menekşe Toprak, “Kitaplarım göç edebiyatını içeriyor evet. Belki bundan bağımsız şeyler de yazarım ama böyle bir hayattan başka hikâyelerin çıkması belki şimdilik zor.” diyor. Toprak’ın genç kuşak arasından çıkan Almanya doğumlu Türk kökenli yazarlara dair düşünceleri ise şöyle: “Onların yaşamları benimkinden farklı. Ben sadece 8 yaşından 15 yaşına kadar Almanya’da yaşadım. Çoğunluk toplumunun içinde azınlık olarak yaşamak insanı sıkıştıran bir şey. Hatta kadın olarak yaşamak daha zor. Türkiye dışarıdan bakınca daha bir sıkışmış görünüyor ama yine de ben iyi ki 80’lerde Türkiye’ye gelmişim diyorum. Belki de Almanya’da bu baskıları tam görmedim. Son derece özgür hatta anne-babadan uzak, Ankara’da güzel bir üniversite hayatı yaşadım. Çok isteyerek gelmesem de sonuç güzeldi.” Son dönemde Türkiye’nin de göç aldığını söyleyen Toprak, “Türkiye’nin sınandığını düşünüyorum ve merak ediyorum bu göçmenler arasında tıpkı bizler gibi bir yazar, yönetmen ya da ünlü bir futbolcu çıkabilecek mi?” diyor.
↧