Quantcast
Channel: ZAMAN-PAZAR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Üzüntünün de kotası varmış!

$
0
0
Kabullenmesi çok zor ama bir ölüm haberinde ölenin kimliği, üzülüp üzülmeyeceğimizi belirliyor. Hatta üzüntünün derecesini de... Tıpkı Diyarbakır’daki Yasin, Kobane protestolarında ölen diğer çocuklar ve biraz daha geriye gidersek Kahire’deki Esma ile İstanbul’daki Berkin ve Burak Can gibi.Bu çocukların hepsi kendi şehirlerinin sokaklarındaki protestolarda hayatını kaybetti. Aslında bireysel olarak kime sorsanız hepsine üzüldüğünü söyleyecektir. Fakat nedense bir ideoloji ya da inanç altında birleşmiş topluluk söz konusu olduğunda o üzüntü, kimliği aşıp gönle ulaşmaz. Peki, tek başına bu acıyı yaşayan insanlar kalabalıklarla tepki vermesi söz konusu olduğunda neden üzüntüsünü kimliğine göre seçiyor? PKK’nın kaçırdığı çocukların annelerine destek verenlerin on yıllardır cumartesi annelerini görmezden gelmesi, Uludere’de ölenlerin kimliklerinden dolayı bazı kesimler tarafından savunulmaması, Ermeni meselesine gösterilen hassasiyetin Doğu Türkistan’da görülememesi... Sanki üzüntünün bir kotası varmış gibi... Siyasal kimliklerin vicdan ve adalet mekanizmasını nasıl işlemez hale getirdiğinin sebep ve sonuçların merak ettik. Ortak görüş şu ki, ideoloji ve kimliklerimize göre üzülüyoruz.Zulme maruz kalanlar, ötekinin de yaralandığını fark edemediYazar Emine Uçak, kimliğe verilen önemin kökeninde, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren toplumun farklı kesimlerinin arasına örülen labirentler olduğunu düşünüyor. Ona göre Türkiye’de hemen her kesim ağır bir travma yaşadı. Bu travmayı derinleştiren başka bir durum ise ‘bu kişilerin acısını yalnız hatta çoğu zaman kendinden olandan bile gizleyerek yaşamak zorunda kalması’. Bu yüzden zulme maruz kalanlar, ötekinin de yaralandığını, zulme uğradığını göz ardı etti. Kendisinin dışında başka acılara duyarlılık göstereceği zaman da bunlar arasında hiyerarşi kurar oldu ve kendine yakın hissettiğinin acısına odaklandı. Bu durum, giderek günlük hayatın bir parçası haline geldi. Sadece Türkiye’de değil, çatışmalı süreçler geçiren diğer ülkelerde de benzer durumlar yaşandığını söyleyen Uçak, farklı etnik veya dinsel grupların bulunduğu ülkelerde bu tip reflekslere sık rastlandığını ifade ediyor. Türkiye’de her kesimin ortak acıda buluştuğu bir olaya maalesef pek rastlanmadığı görüşünde. Doğal afetler ve kazalarda bile ortak acıda buluşmayı başaramayan kesimler olduğunu belirten Uçak, “Mesela Soma faciasında bu reflekslerini ve hesaplarını bir kenara bırakamayanların hali çok üzücüydü.” diyor.‘Düşman sadece dışarıda değil’ algısı oluşturuluyorSosyolog Ferhat Kentel ise ortak acıda buluşamamanın sebebini, yaşadığımız dünyanın yüksek oranda güvensizlik ve korku üretmesine bağlıyor. Komplo teorileri, işsizlik, açlık, çevre felaketleri gibi çok çeşitli sebeplerin yanı sıra ‘ötekilere’ dönük düşmanlığın da bu güvensizliği artırdığını söyleyen Kentel, “Bu düşmanlık modern toplumlarla birlikte öğrendiğimiz milliyetçiliğin ezberlettiği, kanıksattığı bir şablon. Okul gibi herkesin mecbur edildiği inanılmaz güçlü sosyalizasyon makineleriyle ezberletilen doğruluğu sorgulanamayan ‘reel politika’, ‘güçlü uluslar’, ‘ulusal çıkarlar’ gibi kavramlar. Belki bunlardan daha da önemlisi, çok daha temel bir mesele var. Her şeyi ve tabii ki insanları da kategorileştirmeyi öğreniyoruz.” diyor. Başkaları için yaşasın cehennem!Kentel, “Kapitalist toplumun modern bireyi, ‘farklı olanla birlikte’ daha anlamlı olunabileceği düşüncesini yitirdi” diyor ve ekliyor: “Yani ‘başkaları için yaşasın cehennem!’ duygusu farklı dozlarda hepimizin ruhlarına sirayet ettiği için, başkalarının acısı da çok fazla derdimiz olmuyor.” Bu durumun Türkiye’de bariz yaşandığını anlatan Kentel, nedenini şöyle açıklıyor: “Baştan aşağıya ‘ötekilik’leri işaret ederek kurulmuş bir ulus, ötekileri ‘temizleyerek’, ötekileri hain ilan ederek kurulmuş bir ‘ulus’un zaten homojen bir varlık olması beklenemezdi. Hiçbir ulusun homojen olması beklenemezdi; Türkiye’ninki hiç beklenemezdi.” Kentel’e göre aşırı tornacı mantıkla seferber edilmiş bir devletin bitmez tükenmez baskılarından, adam etme ve mühendislik çabalarından yarasız beresiz, travmasız kurtulmak mümkün değil. Dolayısıyla bugün herkes sadece kendi başının çaresine bakıyorsa, başkalarının acılarına duyarsızsa, bu çok güçlü olan bir hayatta kalma dürtüsünün damarlara işlemiş olmasından kaynaklanıyor. Ve bu durum insanların ne yazık ki, duygularını törpülüyor, insanlar acımasızlaşıyor. Türkiye’de doğal afetlerin bile birleştirici olamadığını söyleyen Kentel, Van depremini hatırlatıyor: “Televizyon kanalında sunuculuk yapan bir kadın Kürtler ve terör arasında dolaysız bir bağ kurarak, alenen nefret suçu işlemişti. Yine aynı depremde kutuların içine kirli çamaşır ve taş doldurup yollayan aklı evvellerin sözde ‘ironisini’ unutmayalım.”‘İnsanlık tarihi, insan ırkının birbirinin kırmasının tarihidir’ABD’deki Clark Üniversitesi’nden tarihçi Ümit Kurt ise meseleyi ‘Ateş düştüğü yeri yakar’ atasözünün daha girift hali olarak tanımlıyor. Kitlesel kıyım ve katliamların yoktan var olmadıklarını söyleyen Kurt, “Bu tür devasa kitlesel şiddet eylemlerinde failler son tahlilde insanlardır. Farklı motivasyonlar ve saiklerle hareket ederek bir insan topluluğu kendisine, bilhassa kendi varlığına tehdit olarak gördüğü diğer insan topluluğunu katledebilir. Tarihte ne yazık ki bunun örneklerine mebzul miktarda rastlamak mümkün. Hatta Foucault, ‘İnsanlık tarihi, insan ırkının birbirinin kırmasının tarihidi’ der. Buradaki temel nokta, bu türden bir kitlesel şiddete maruz kalan kurbanlardan özür dilenip dilenmemesi üzerinde düğümlenir.” diye konuşuyor.Kurt’a göre, kurban ancak böyle bir süreçten sonra mağdur psikolojisinden kurtulur. Ve diğer toplulukların da tıpkı kendisinin başına gelen olaylardan muzdarip olduğunu fark eder. Dolayısıyla, mevzu bahis olan failin failliğini kabul ettikten sonra özür dileyip kurbandan af dilemesidir. Öbür türlü bu kırım ve katliamlara maruz kalan toplulukların aynı durumda olan toplulukları fark etmesi mümkün olmaz. Toplumsal empatiye ihtiyaç varSosyolog Faruk Özcan da ‘acının rengi olmaz, acı acıdır’ anlayışının doğru bilinen ancak bir türlü hayata geçirilemeyen bir ideal olarak hedeflerimiz arasında olduğunu düşünüyor. Öyle ki, kişiden kişiye değişemeyecek konuların başında acıların geleceği düşünülecekse de, yaşanan toplumsal pratiklere baktığımızda, bunun romantik bir temenni olmaktan öteye gidemediğini hüzünle görüyoruz. Özcan’a göre bunun nedeni, acıların uluslaşmada ‘işlev’ taşımış ve bu işlevlerini halen sürdürüyor olmaları. Bu durumun empati kapılarından uzaklaşmamıza neden olduğunu söyleyen Özcan, “Ancak daha çok bireysel olarak ele alınan empatinin, aslında eksik bırakılan kısımlarından biri de toplumsal empati ihtiyacı. Öyle ki, toplumların ulus devlet inşasında dayandıkları temellerden birinin acı olması, toplumsal empatiyle başka toplumların acılarını deneyimleme yeteneklerini büyük ölçüde zorlaştırıyor. Bu anlamda, paradoksal görünse de, adeta her toplum, kendi acılarıyla memnunmuş gibi görünebilmektedir.” diyor. Tüketim toplumunun acıları bile metalaştırarak ekonomik değere dönüştürebildiğini anlatıyor: “Bunu yaparken de acıları bile adeta parselleyerek, çeşitli toplum kesimlerinin ortak acıları paylaşamadıkları bir mevcut durumu doğurduklarını görebilmekteyiz.”Acılar belli kesimlere tahsis edilmiş gibiUfuk Uras (Siyasetçi): Kimliğe verilen önem, olaylara evrensel bakıp bakmadığımızla ilgili. Evrensel değil de partiküler bakarsak, sadece kendi deneyimimizle ve kendi dar yaşam alanımızdan tutum alırız. Halbuki bu katliamlara sıfat koymadan evrensel bakmalı. Mesela Çeçenlerle ilgili bir tutum aldığımızda insanlar gelip bize Çeçen olup olmadığımızı soruyordu. Mesela Bosna katliamı sonrası yapılan anketlerde insanların böyle bir katliama inanmadığı ortaya çıktı. Hatta yüzde 70 bunun emperyalist bir yalan olduğunu söylüyor. İnkar argümanlan bile birbirine benziyor. Sırp ya da Rus milliyetçisiyle Türk milliyetçisinin inkar retoriği bile aynı. Doğu Türkistan’a duyarlılık gösterdiğinizde insanlar şaşırıyor. Sanki acılar bellli kesimlere tahsis edilmiş gibi. Bu durum Romanlardan Musevi ve Kürtlere kadar her kesimde aynı. Hrant Dirk cinayeti ortak acımız oldu belki, bunun dışında yok. Sportif faaliyetler dışında ortak sevinç bile yok.Mazlumun kimliğine bakılmazAhmet Faruk Ünsal (MAZLUMDER Başkanı): Kimliğe verilen önem hastalıklı bir yaklaşım ama maalesef doğru. Doğu Türkistan söz konusu olduğunda sanki milliyetçilerden başkasını ilgilendirmezmiş gibi düşünülüyor. Bu yüzden konuyla ilgili duyarlılığın oluşmasını engelliyor. Mazlumder olarak ‘Mazlumdan yana ol’ şiyarımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Bazen bize yönelik ‘Doğu Türkistan ile ilgilenmezsiniz’ ithamları oluyor. Bu ithamları belgelerle bertaraf edip mazlumun, mağdurun kimliğine bakmadığımızı söylüyoruz. Türkiye’de parçalı zihin yapısı hâlâ devam etse de eskiye göre ilerleme var. Geçmişte Filistin sadece solcuların dikkate aldığı bir konuyken 80’lerden sonra islamcılar sahip çıktı. Ortak acı olarak gösterebileceğim tek örnek sanırım Hrant Dink cinayeti.

Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Latest Images