Bu memlekette bazı kavramların nasıl tersyüz edildiğinin örneklerinden biri de ‘eleştiri yapıcı olmalı’ lafıdır. Ortaya çıkan feci durumlarla ilgili olarak söyleyecek hiçbir sözü olmayanların sığınağıdır bu laf. Oysa tam tersine eleştiri yıkıcı olmalıdır. Yıkılması gereken o çürük ve değersiz şeyi ortadan kaldıran eleştiri, amacına ulaşmış demektir.Doğrusunu isterseniz bu hafta yazılabilecek her konu insanın içine sıkıntı verecek nitelikte. Üstelik bu yeni ve ilginç bir durum da değil, biz hep böyle yaşıyoruz. Oysa özellikle gazetelerin haftasonu eklerinde hayata biraz daha keyifli tarafından bakma amacı egemendir. Hatta bu eklerin büyük ölçüde bu amaçla çıkarıldığı bile söylenebilir. Kuşkusuz Zaman’ın kendisi gibi ekleri de ayrı bir yerde duruyor medya dünyamızda ama bu genel yargının geçerliliğini kabul etmeliyiz.Peki o zaman ne yapacağız? Yaşadığımız sıkıntıları biraz da mizahi yönünden ele alacağız. O da kolay iş değil ama hiç değilse arada minik serpintilerle biraz gülümsemeye çalışacağız.Biliyorsunuz bu memlekette bazı şeyler çok hızlı bir değişim içindeyken başka bazılarının da hemen hiç değişmemesi gibi açıklanması zor bir durum var. Sözgelimi, Soma faciası sonrasında edilen onca lafa karşın hemen hiçbirşeyin değişmeyeceğini gününde yazmıştık. Birkaç ay içindeki gelişmeler bunu harfiyen doğruladı.Ülkemizi çok derinden etkileyen, canyakıcı birtakım sorunlarla ilgili olarak ne yazık ki çözüm yönünde pek adım atılamıyor. Her sorunla ilgili olarak çok fazla konuşuluyor, neredeyse hiç denilecek kadar az iş yapılıyor. Dönüp dolaşıp aynı yere varmamızın nedeni bu.Geçen haftanın gündeminde elbette ki Milli Takımın başarısızlığı önemli bir yer tuttu. Deplasmanda 320 bin kişilik bir ülkenin takımından 3 gol yemenin sarsıntısı geçmemişken evimizde Çek Cumhuriyeti yenilgisi ve deplasmanda da Letonya’yı yenememek, ‘kesin gideriz’ gözüyle baktığımız 2016 Avrupa Şampiyonasında da seyirci kalacağımız anlamına geliyordu.Daha önce defalarca yaşadığımız bir durum bu. Gerçi daha 3 maçta havlu atma durumunu hemen hiç görmemiştik. Üstelik, katılacak takım sayısının 16’dan 24’e çıkması ile neredeyse işi garanti gördüğümüz dönemde bu tam bir yıkım oldu. Bundan sonra ‘şöyle olur da 2016’ya katılabiliriz’ türünden masalların kimseye eğlenceli gelmeyeceği ortada.Bu başarısızlık nedeniyle kaçınılmaz olarak bir iç kapışma gündeme geldi. Başarısızlığın en “görünen” sorumlusu olan Fatih Terim’e sert eleştiriler yöneltildi. Unvanından aldığı paraya kadar pek çok durum masaya yatırıldı. Futbol Federasyonu da hocasına sahip çıktı. Gerçi o federasyona kimin sahip çıkacağı sorusu yanıtsızdı ama olsun!TFF’nin bu sahip çıkma kapsamındaki sözleri çok eğlenceliydi. Sanki göreve yeni gelmişler gibi futbolumuzu belirsiz bir gelecekte düzeltmekte kararlıydılar! Eleştirilerin de yapıcı olmasını istiyorlardı. Bu “yapıcı eleştiri” lafına bayılırım. Çünkü herkesin olağanüstü bir kolaylıkla onayladığı, buna karşılık hiçbir anlam taşımayan bir laftır.“Majestelerinin medyası” mı isteniyor? Tam tersine, eleştiri özellikle yıkıcı olmalıdır! O eleştiri birşeyleri yıkabiliyorsa çok daha anlamlı ve değerlidir. Eleştirinin yıktığı her neyse, zaten yıkılması gereken birşeydir. O kadar çürük ve değersiz birtakım şeyleri sanki çok önemliymiş gibi ayakta tutmaya çalışmanın bir anlamı yoktur.TFF’nin beklediği eleştirinin şöyle olabileceği anlaşılıyor bu açıklamadan: “Efendim, durum felaket! Bunun sorumlusu da sizsiniz. Bundan dolayı sizi biraz eleştirmeme izin verir misiniz?” İşin aslı şu: Sahici bir eleştiri ile karşılaşmadıkları için o kadar rahatlar ki birtakım mızırdanmalar bile beylerin keyfini kaçırabiliyor…Bizzat kendisi gazete sahibi olan TFF başkanının haliyle bu ‘Majestelerinin medyası’ anlayışına yatkın olacağını anlamak zor değil… Onun adına eleştiri değil başka birşey diyorlar. Onu da kendine yakıştıran yapabiliyor ama her dönemde böylelerinden de bol miktarda bulunabiliyor...Tabii ki TFF’nin ve öteki sorumluların imdadına hemen birşeyler yetişiyor. Siz bu satırları okurken bize ‘dünyanın en önemli derbisi’ olarak yutturulmaya çalışılan Galatasaray-Fenerbahçe maçıyla ilgili kavgalar gündemde olacak. Yazarken maçın oynanmasına daha 2 günden fazla zaman var ama tahmin etmek zor değil. O gürültü patırtı-içinde Milli Takım gündemden çıkacak. 16 Kasım’daki Kazakistan maçını kazanıp grupta 4.lüğe yükselince de umutlarımız canlanmış olacak. Ondan sonra sen sağ ben selamet!Milli Takımla ilgili çok önemli ve değerli eleştiriler yapıldı, çıkış yolları gösterildi. Kendileri de yıllardır bu işlerin içinde yaşamış olan insanlar, geçerli önerilerde bulundu. Fakat hemen hepsinin ortak noktası, bu önerilerin hemen hiçbirinin uygulamaya sokulmayacağı ve işlerin bugün olduğu gibi gideceği yolundaydı.Eh, böyle bir durumda imdadınıza mizah yetişiyor. Necati Kola kardeşim çok hoş bir yazı yazmış, bizde de Kuzey Kore modelinin uygulanmasını istiyor. İstendiğinde tamamen dünyaya kapatılan bu ülkede milli takımın büyük zaferler kazandığı yolundaki haberler gerçekmiş gibi yayınlanabiliyor. Yani Kuzey Kore takımı örneğin, Almanya’yı bile farklı yenip Dünya Kupasını kazanabiliyor! Tabii ABD gibi daha derin öfke besledikleri ülkeleri çok daha farklı yeniyorlar ve bütün rakiplerini perişan ediyorlar… Ha ha ha!Böyle bir model bizde de uygulanabilir. Zaten o yolda olduğumuz da her geçen gün biraz daha sıklaşan şekilde söyleniyor… Eski dost Malcolm Allison Galatasaray ve Beşiktaş’ın Londra’daki maçları öncesinde Manchester’e gidip City-Roma maçını izledim. Amaç sadece bu maçı izlemek değil aynı zamanda Salih Uçan’la da görüşmekti. Ancak o sakatlandığı için gelemedi.Maç öncesinde stat çevresi şenlik alanı gibiydi. Kentin önemli bir müzik grubunun konseri vardı. Maçlara nasıl daha çok seyirci gelebileceği yolundaki zihin açıcı sayısız etkinlikten biriydi bu.Stadın çevresinde dolaşırken eski dostlardan birine de rastladık. İngiltere’de Big Mal olarak anılan Malcolm Allison, 1976 yılında Galatasaray teknik direktörlüğü yapmıştı. M.City’yi zafere taşımış menacerler arasında o da yerini almıştı.Sarı Kırmızılı takıma oynatmaya çalıştığı ancak oyuncuların pek uyum sağlayamadığı sistem nedeniyle büyük sıkıntılar yaşanmıştı. Özellikle yapmak istediği iş açısından bir maçta Fenerbahçe’ye 6-1 kaybedilmesini bile pek umursamayışı tepkilere yol açmıştı. (12.12.1976, Ankara 19 Mayıs, Deprem için yardım maçı).O karşılaşmada takım kaptanı olan Fatih Terim çıldıracak gibiydi. “Biri şuna Langa ile oynamadığımızı söylesin! Bu sistemle perişan olacağız” diye isyan edişi sonucu değiştirmemişti. Tepkisini soyunma odasında sürdüren Terim’in, Allison’un üzerine yürüdüğü ileri sürülmüştü.
↧