Türkiye, hafta içi zaman tünelinden geçerek 90'lı yılları yeniden yaşadı. OHAL günlerini hatırlatan sokağa çıkma yasakları, caddelerde tanklar ve Güneydoğu başta olmak üzere birçok şehirde çatışmalar... Ülkeyi savaş alanına çeviren şiddet olayları maalesef onlarca insanın da ölümüne sebebiyet verdi. Peki neden Türkiye sınırlarının dışında yer alan bir şehir, bütün memleketin gündemini etkiledi? Herkesin birbirini suçladığı olayların en büyük mağduru vatandaş ne düşünüyor?“Kobani ya da Lice. Fark etmez, aynı.” 19 yaşındaki Ferhat, ailesinden miras aldığı öfkeyle konuşuyor. Sarıgazi’nin kahveleri ya da Kadıköy’de barikat arkası, Diyarbakır’da sokağa çıkma yasağına karşı annesiyle kavga eden çocuklar ya da Muş’ta sokağa çıkmaya korkan öğretmenler. Hepsini ortak bir noktada buluşturan şey, Kobani’nin yangın olduğu. Ve onlara göre, bu yangın sıçrarsa, geride pek bir şey bırakmayacak. 9 Ekim, öğleden sonra... Bir gece önceden kalma lastik izleri, sokakların arasına yayılan yanık kokusu ve geçmek bilmeyen tedirginlik. İstanbul Sarıgazi’deki atmosfer insana mesela 21 Mart ya da 1 Mayıs sırasında çıkan çatışmaları düşündürüyor. Oysa yaşananların nedeni 21 Mart ya da 1 Mayıs değil. İstanbul’dan uzakta, Güneydoğu’ya komşu Kobani’nin IŞİD saldırısı altında yaşadıkları yavaş yavaş Türkiye’nin tansiyonunu da yükseltti. Önce sosyal medyada #direnkobani hashtag’iyle destek çağrıları başladı. Arkasından sınırda yaşananlar, çatışmalar, gelen mülteciler ve Kobani’ye gitmek isteyenler. Tarihler 5 Ekim’i gösterdiğinde, yani Kurban Bayramı’nın ikinci günü artık Kobani’nin IŞİD tarafından işgal edilmesi ihtimali güçlenmiş, Türkiye kamuoyunda protestolar artmıştı. İlerleyen günlerde başta Diyarbakır, Urfa, Van, Mardin ve Hakkâri olmak üzere bütün illere yayılan protestolar İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlere sıçradı. İstanbul’da çatışmaların en yakıcı geçtiği merkezlerden biri Sarıgazi, değişen ismiyle Sancaktepe. Günlerce doğru düzgün haber akışı sağlanamayan, fotoğraf çekilemeyen ilçede sular gündüz saatlerinde duruluyor. Akşam kulaktan kulağa yayılan eylem çağrılarına açıktan yapılan davetler de eşlik ediyor yer yer. Sarıgazi’yi bu kadar görünür kılan, ağırlıklı Kürt nüfus. Tıpkı Bağcılar, Esenyurt, Dolapdere, Güngören’de olduğu gibi. Büyük şehirlerde yapılan eylemlerde “Suriye’nin kuzeyindeki diğer bölgeler ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi üzerinden gelecek askeri yardımın ulaşması için Türkiye toprakları üzerinden Kobani’ye doğru bir koridor açılsın. Türkiye IŞİD’e verdiği (iddia edilen) desteği kessin. Türk ordusu Kobani’ye kara harekâtı yapmasın.” çağrısı yapılıyor. Bu çağrı karşılık buluyor mu? Sarıgazi’ye bakacak olursak, hayır. Burada çağrı anlaşılmadığı gibi, 4 gün süren ve şiddet de içeren protestolar ilçenin bir mayın tarlasına dönmesine neden olmuş. Kepenk açan esnaf tedirgin, bir gece önce tam da kapısının önünde yakılan çöplerin artıklarını temizlerken sitemkâr: “Yeter artık.” “Yeter artık” Kürtçe “edi bese”. Bu sloganı da duvarlarda sıklıkla görmek mümkün. Herkes boğazına dayanan bıçakla, aynı şeyi farklı dilden söylüyor. Bir süpermarket zincirinde çalışan ve zaten bu zincirde çalıştığı için işe gelmek mecburiyetinde olan Orhan Bey, bu sitemi üç cümleyle özetliyor: “İnsanda öyle bir his yaratıyorlar ki, yemin ederim işe gelip istifayı basıp gidesim geliyor. Borçlar taksitler olmasa öyle de yapardım. Dün iş çıkışı bir apartmana sığınmasam vurulacaktım, eylemcilerden nefret ediyorum.” Kahvede bildiri dağıtan öğrenciler var. Verdikleri bildirileri okumasalar da alanlar usulca masaya bırakıyor. Masada bekleyen dertler ve öğrencilerin söyledikleri: “Katil IŞİD, Kobani teslim olmayacak, özgür Kobani”. Sloganlar taş misali yuvarlanıyor. Bildirileri tutan Ferhat, -elbette- konuşmuyor benimle. Elbette çünkü, ben zaten havuz medyasının bir temsilcisi, onun söylediklerini yazamayacak bir uşağı. Bunları tebliğ ettikten sonra orada oluş nedenini açıklıyor: “Köyler düştü. Kobani direniyor. Eğer Kobani de düşerse, o bölgede geniş çaplı bir katliam olacak. Bu katliam Halepçe’de, Uludere’de, Suriye’de katledilen Kürtlere yenilerini ekleyecek. Türkiye tam da barış süreci diye başlattığı bir dönemde bunun engellenmesi için uluslararası kamuoyundaki etkisini ve komşuluk hukukunu gözetmiyor. Kürtlere yapılan muamele ağzına bir parmak bal çalmadan ibaret. Biz de bunu artık kabul edecek değiliz.” “Kabul edecek değiliz” cümlesi o kadar çok şey içeriyor ki. Arada kalan boşlukları “bu şehir, başka şehirler, şiddet, ateş” dolduruyor. Diyarbakır’da annesinin “eve gel” çağrısına uymayıp 7 Ekim’den beri sokakta olan ve dün polis tarafından darp edildiği için bugün mecburen evine dönen 26 yaşındaki Rıdvan telefonun öbür ucunda. Rıdvan, Diyarbakır HDP içinde faaliyet gösteren gençlerden. Cumhurbaşkanlığı seçimleri döneminde koruduğu umudu şimdi ziyadesiyle kırılmış, öfkeli, azarlar bir tonla anlatıyor: “HDP’nin eylem çağrısı yapması üzerinden illegal bir hava oluşturulmaya çalışıldı. Oysa parti çağrıyı yaparken Türkiye’nin beklenen adımları atmaması durumunu protesto ediyordu. ‘Şiddet, yakma, yıkma asla olmamalıdır’ denilmişti ama iş devletin sert müdahalesiyle çığırından çıktı. Diyarbakır’da son yıllarda hiç görülmedik şekilde sert bir müdahale oldu. Polis öldüresiye hedef gözeterek eylemcilere karşılık verdi. Sokağa çıkma yasağı devletin OHAL fikrinden hiç de uzak durmadığını ispatladı. Bundan sonra yalnız Kobani değil, Diyarbakır’da ya da Mardin’de ya da Van’da yaşanacak her türlü can ve mal kaybından Türkiye de sorumludur.” Rıdvan, devleti ve güvenlik güçlerini suçlarken, evinde oturup okula gidemeyen Seval, HDP’yi suçluyor. İki yıldır Muş’ta öğretmenlik yapan ve 8 Ekim’den bu yana okula gidemeyen Seval için işler çığırından çıkmış durumda: “İlkokul çağındaki çocuklar okula, eyleme gitmek için geliyor. En ufak bir çatışmada bize ‘Katil TC’ diyerek karşı çıkıyorlar. Hepsinin psikolojisi bozulmuş durumda ve aileler de bu durumun farkında olarak gereğini yerine getirmiyor. Geçenlerde sarı kırmızı yeşil bir poşuyla gelen bir öğrenci uyarıldı diye ailesi okulu bastı. Biz zaten öğretmen olarak görev yaptığımız için hiçbir meşruiyete sahip değiliz. Ailem Bitlisli olmasına rağmen öğrencilerim bana ‘ispiyoncu’ muamelesi yapıyor. Buraya Ege’den, Trakya’dan gelen öğretmenlerin hepsi korku içinde. Çatışmalar sırasında bazı evlerin pencereleri kırıldı. Sonrasında bunu ‘işbirlikçi, ülkücü öğretmenler cezalandırıldı’ diye lanse etseler de biliyoruz ki, öğrencinin herhangi bir nedenden sinirlendiği bir öğretmeniyle de hesaplaşması böyle olabiliyor. Sapla saman tamamen karışmış durumda. Böyle sağlıklı bir eğitim yılı sürdürülemez.” Kadıköy’e dönelim... İstanbul’un merkez semtlerinden birinde, polis elinde boyalar bir gece önce duvara kazınan sloganları boyamak derdinde. “Jiyan Kobani, jin jiyan azadi” sloganları giderek silikleşirken, polis söylenmeye devam ediyor “Hem çalışıyoruz hem pisliklerini temizliyoruz.” Günlerdir burada, fazla mesai yaparken bunalmış bir insanın sitemi. O sloganları silerken yanından geçenler sesleniyor; “Sil sil, yenisini de yazarız.” Diş bileyen taraflar ve bitmeyen bir kavga: Şimdiki Türkiye’nin özeti. Olayların tarihçesi Kısa bir tarihçe yaparsak, Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin yoğun yaşadığı Kobani’de, 2 Temmuz’dan bu yana IŞİD ile YPG arasında yoğun çatışmalar yaşanıyor. Kobani çevresinde IŞİD’in kontrolüne geçen köylerin sayısının 7-8 olduğuna dair haberler geliyor. IŞİD’in Türkiye sınırı yakınlarındaki Cerablus’tan Kobani’ye yönelik saldırısının yerel güçler tarafından püskürtülmesinin ardından Kobani’yi doğudan ve güneyden kuşatmaya çalıştığı anlaşılıyor. Bölgeden gelen haberlere göre, Türkiye’de Akçakale’nin karşısına denk gelen Tel Abyad ile yine Kargamış karşısındaki Cerablus IŞİD’in kontrolünde. Güneyde Rakka IŞİD’in kalesi konumunda, güneydoğuya doğru Haseke de IŞİD’in denetiminde. Arada kalan bölge de, Türkiye’de Suruç’un karşısına denk gelen çatışmaların yaşandığı Kobani. Dolayısıyla Kobani, IŞİD’in etkin olduğu iki nokta arasındaki bağı kesiyor. Kobani’nin önemini artıran bir diğer durum, ‘demokratik özerklik’ sisteminin uygulayıcısı Rojava’nın doğusunda Cizre, batısında da Afrin kantonlarının arasında kalması. Kobani’nin IŞİD’in eline geçmesi, Suriye’nin kuzeyindeki Kürtlerin bölgedeki coğrafi hâkimiyetlerinin zayıflamasına, kantonlar arasındaki bağın da kopmasına neden olabilir. KCK da IŞİD’in Kobani’ye yönelik saldırısını demokratik özerkliğe karşı bir müdahale olarak yorumluyor. Örgüt, yaptığı açıklamada, “Rojava devrimi, tüm Kürdistan’ın devrimidir” dedi, Kürtlere ‘bu devrimi sahiplenmeleri ve maddi ve manevi destek sağlamaları’ çağrısında bulundu. Türkiye de KCK açıklamasında hedef haline gelenlerden; IŞİD’e kapılarını açarak Rojava’ya geçişleri sağlamakla suçlanıyor. Türkiye’nin bu açıklamalara yanıtı Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından yapıldı: “Türkiye’nin IŞİD dahil herhangi bir şiddet ya da terör örgütüyle ilgili ilişkisi olduğuna dair elinde belgesi olan o belgeyi ortaya koymalıdır. O belgeyi ortaya koymadan Türkiye’ye dönük iddialarda bulunmak herhangi bir şekilde siyasi ve medyada yansıması bakımından da bir zemine dayanmaz.” Resmi olmayan bilgiye gören Kobani’den Türkiye’ye geçen nüfus 50 bine ulaştı. Sınırda bulunan Suruç, şimdi yeni misafirlerini ağırlıyor.
↧