Her ne kadar “Ben yaz Ayvalıklısıyım...” dese de, onun bu beldeye ne kadar âşık olduğunu bilmeyen yok. İsveç’te mülteci olduğu yıllar dışında her yıl yaz tatillerini burada geçiriyor. Türkiye’de tarihi ve doğasıyla eşine rastlanılamayacak nitelikte bir yer olan Ayvalık’ın Alpay’dan dinledik.Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte sağlı-sollu uzayıp giden zeytin bahçeleri eşliğinde Ayvalık’a doğru yol alıyoruz. Sebe-bi ziyaretimiz gazeteci-yazar ve akademisyen Şahin Alpay’ın rehberliğinde bir yeryüzü cenneti olan bu beldeyi gezmek. Daha önce bize verdiği tarifle elimizle koymuş gibi buluyoruz Çamlık’taki evini. Denizle arasında tek engelin yol olduğu evin kapısı geniş bir bahçeye açılıyor. Bahçeden girdiğimizde iki şirin arkadaş karşılıyor bizi. Tam zili çalacakken mutfakta eşi Fatma Hanım’la kahvaltı hazırlayan Şahin Bey bizi fark ediyor ve kapıyı açıyor. Bizi muhteşem bir manzaraya sahip bahçesindeki kahvaltı masasına oturtuyor. Yardım etmek için hamle yaptığımızda “Hayır siz misafirsiniz, hiçbir şeye dokunmuyorsunuz.” deyip uyarıyor. On dakika içinde eşi Fatma Hanım’la birlikte mükellef bir sofra kuruyor önümüze. Her şey taze ve ev yapımı. Şahin Bey özellikle eşinin yaptığı çilek reçelinden tatmamızı istiyor. Kahvaltı sonrası “Evet çocuklar, isterseniz geziye çıkmadan önce size kısaca Ayvalık’ı anlatayım.” diyor.Her ne kadar “Ben yaz Ayvalıklısıyım...” dese de, onun bu beldeye ne kadar âşık olduğunu bilmeyen yok. İsveç’te mülteci olduğu yıllar dışında her yıl yaz tatillerini burada geçiriyor. Türkiye’de tarihi ve doğasıyla eşine rastlanamayacak nitelikte bir yer olan Ayvalık’ın tarihini kendisinden dinlemeye başlıyoruz. 1923 Lozan Antlaşması sonrası yapılan Yunanistan’la nüfus mübadelesine gelinceye kadar Ayvalık sadece kaymakam ve jandarmanın Müslüman, gerisinin Ortodoks Rum olduğu bir yer. Mübadele uyarınca bir milyon 200 bin dolayında Rum Yunanistan’a gidiyor, buna mukabil Yunanistan’dan 400 bin Müslüman Türkiye’ye geliyor. Bir kısmı da Ayvalık’a yerleştiriliyor. Ayvalık’a yerleştirilenlerin önemli bir kısmı Midilli’den gelenler. Başka yerlerden gelenler de var. Mesela Girit’ten. Onlar daha ziyade Cunda adasına yerleştiriliyor. Yunan Makedonya’sı olarak bilinen Serez, Drama ve Kavala’dan gelenler de Ayvalık’a gelenlerin önemli bir kısmı. Tek tük de olsa Dobruca, Romanya’dan gelen aileler de var. Yerleşimler mübadele ile sınırlı kalmıyor. 1948’de Yugoslavya’ya komünistlerin hakim olmalarından sonra oradan kaçan Boşnaklar da geliyor. 1938’de bir grup Dersimli Kürt Cunda’yı yurt ediniyor ve zamanla balıkçı oluyor. Daha mübadele öncesinde gelen bir avuç Karadenizli aile de var.1990’lardan sonra ise Ayvalık neredeyse Türkiye’nin her köşesinden göç alıyor. Öyle ki mevsimlik işçi olarak Güneydoğu’dan gelen çok sayıda Kürt yurttaş da ilçede kalıcı olmuş. Hatta Şırnak mahallesi diye anılan bir mahalle kurulmuş. Şimdi kışları yaklaşık 40, yazları 250 bin nüfusu olan ilçe nüfusunun sadece 5 bini Ayvalık doğumlu. Anlayacağınız Ayvalık, tam bir göçmenler şehri. Alpay, çok kültürlü yapısından dolayı Ayvalıklıların farklı kimlik ve görüşlere daha saygılı insanlar olduğunu söylüyor. İlçe nüfusunun eğitim düzeyi her zaman yüksek olmuş. Alpay, pek çok yöneticinin Ayvalık kökenli olduğunu hatırlatıyor. Coca Cola CEO’su Muhtar Kent, TÜSİAD eski başkanları Halis Komili ve Ümit Boyner bunların en tanınmış olanları. Zeytin tarım ve sanayisinin ana gelir kaynağı olduğu ilçede son yıllarda turizm ve yazlıkçı ekonomisi de önem kazanmış. Son yıllarda Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin yumuşamasıyla birlikte, Ayvalık-Midilli arası yoğun bir trafik yaşanmaya başlamış. Alpay’a göre Ayvalık, Türk–Yunan yakınlaşmasının sembol kenti olmuşEşim de Ayvalıklı olmasaydı...Gelelim Şahin Alpay’ın hikâyesine. Baba tarafı Selanik’in 80 km kuzeyindeki bir şehir olan Serez kökenli. Ceddi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya dayanan, geniş topraklara sahip olan aile, Balkan savaşında İstanbul’a kaçmak zorunda kalıyor. Mübadele sonrasında ailenin büyük kısmı Sakarya’ya yerleşiyor. Alpay’ın babası, “Güzel Ahmet Bey” lakaplı, Ahmet Muharrem Bey ise Serez’de sahip olduğu malların küçük bir bölümü karşılığında tahsis edilen zeytinlikler nedeniyle, çok genç yaşta Ayvalık’a yerleşiyor. Alpay’ın annesinin babası, Ayvalık’ın tayinle gelen ve ilk elektrik santralini kuran Halit Remzi Bey, Üsküp kökenli. Anneannesi ise Midilli eşrafından.Şahin Alpay’ın eşi Fatma Hanım’ın ailesi Ayvalık’a yerleşen bir avuç Karadenizli aileden biri. Şahin hocanın babası Ahmet Bey ile annesi Sabiha Hanım Ayvalık’ta evleniyorlar. Aile 1940’larda Fatma Hanım’ın babası Mustafa Lütfi Kaptan’ın kiracısı oluyor. Alpay’ın deyimiyle Fatma Hanım’la aynı çatı altına doğmuşlar. Evlilikleri gençlik aşkına dayanıyor. “Benimki yaz Ayvalıklılığı. Eğer Fatma ile evlenmemiş olsaydım, belki burayla ilişkim kopardı. Nitekim, Ayvalık’tan evlenen rahmetli Sumru ablam dışındaki kardeşlerim, Olcay ablam ve rahmetli Acar ağabeyim için büyük ölçüde öyle oldu. Yaz aylarında Ayvalık’ta oturduğumuz bu ev, eşimin rahmetli anne ve babasının evi.Alpay kendi hikâyesini burada noktalıyor. “Hadi çocuklar benden çok söz ettik, biraz da Ayvalık’ta dolaşalım.” diyor.Şahin Bey rehberliğindeki Ayvalık gezimizin ilk durağı, hemen birkaç metre uzaktaki, bir zamanlar ailesinin ikamet ettiği, büyüdüğü ev. Burası orijinal bir Rum eviymiş. Sonradan aslına uygun bir ekle büyütülmüş. Burada anne-babasından sonra Sumru ablası yaşamış. O da vefat edince ev, ancak yazları gelebilen çocuklarına kalmış. Bir süre burada anıları yâd ettikten sonra sahile iniyoruz. Karşımızdaki “Tımarhane Tepesi”ni işaret ediyor Alpay. Çamlık Koyu’nun kenarında, Şeytan Sofrası’nın karşısında yer alan tepe, yalnızca adıyla değil, ilginç topoğrafyasıyla da dikkat çekiyor. Belediye otobüsüne binip Ayvalık merkezine geliyoruz. Ana caddeyi arkada bırakıp eski Ayvalık’ın dar ve sevimli sokaklarına dalıyoruz. Birbirinden güzel Rum evleri karşılıyor bizi. Hepsi yaşanmışlık ve tarih kokuyor. Çoğunun dış cephesi zamana direnme gayretinde. Birçoğu da İstanbullu ve Ankaralılar tarafından satın alınıp onarılmış. Hafta sonu olduğu için sokaklar oldukça kalabalık. Yerli ve yabancı birçok turist sokakları bizim gibi arşınlıyor. Derken Alpay’ın Mülkiye’den arkadaşı olan Profesör İlber Ortaylı’ya rastlıyor, selamlaşıyoruz. Sonra bir zamanlar Alpay’ın babasının işlettiği sabunhane olan binaya gidiyoruz. Alpay burayı gösterirken çocukluk anılarına gidiyor. Köşede oturan bir esnaf Alpay’ı tanıyor. Hazır onu görmüşken biraz dert yanıyor. “Buraları yıkmaya da izin vermiyorlar, yapmaya da. Böyle eski eski duruyor. Keşke yıkılsa da yerine güzel bir bina yapılsa...” diyor. Alpay bu sözlere üzülüyor. Çünkü o binaların özgün haliyle korunmasını ve geleceğe taşınmasını istiyor.Zaman zaman yolumuz kesiliyorGenellikle turistik eşyaların satıldığı pazar yerini adımlayıp soluğu Alpay’ın dedesi ve Ayvalık’ın ilk belediye reislerinden merhum Halit Remzi Bey ile eşi Nazire Hanım’ın ikamet ettikleri evde alıyoruz. Burası görkemli bir konak. Lakin bugün alt tarafı lokanta üstü ise pansiyon olarak kullanılıyor. Hemen yanındaki tüpçünün bulunduğu yerden Şahin Bey’in bir kare fotoğrafını almayı başarıp gezimize devam ediyoruz. İsmet Paşa Mahallesi’ne doğru gidiyoruz. Şimdilerde müze olan meşhur Taksiyarhis Kilisesi’ne götürüyor bizi Alpay. Kültür Bakanlığı’nın örnek bir restorasyon çalışması yaptığını söylüyor. Ertuğrul Günay’ın bakanlığı sırasında yapılan çalışma ile kilisenin aslına uygun bir şekilde restore edildiğini görüyoruz. Türkiye’deki restorasyon katliamlarını düşündüğümüzde gerçekten örnek bir çalışma. Bir zamanlar tekel deposu olarak kullanılan yapının şimdilerde müze olması ve çeşitli kültürel etkinliklere ev sahipliği yapıyor olmasından Alpay ziyadesiyle memnun. Kiliseden sonra rotamızı Ayvalık’ın en büyük camisi olan, Saatli Cami’ye çeviriyoruz. 1870 yılında kilise olarak inşa edilen yapı 1928’de camiye çevrilmiş. Yapının kuzeybatı köşesinde bir çan kulesi yükseliyor. Kulenin üst kısmı 1944 depreminde yıkılmış. Kaidenin kuzey ve güney cephesinde kare, doğu ve batı cephesinde ise yuvarlak saat bulunuyor. Cami ismini bu saatlerinden alıyor.Ayvalık gezisi sırasında zaman zaman yolumuz kesiliyor. Alpay’ı yazılarından ve televizyon programlarından takip edenler, desteklerini dile getiriyor. Sonra tarihi bir çarşıya götürüyor bizi. Bir zamanlar sadece sebze ve meyve hali olan çarşı, şimdi küçük lokantalarla kaplı. Alpay’ın “Arkadaşlar, siz hâlâ acıkmadınız mı?” sorusunun ardından yolumuz Ayvalık’ın en iyi balık lokantalarından birine, Şehir Kulübü’ne düşüyor. Siparişlerimiz gelene kadar Şahin Bey bize Ayvalık’ın güzellikleri ve çirkinlikleriyle ilgili bilgiler veriyor. Anlattıklarında üzücü olan, son yıllarda yayılan çarpık yapılaşmalar, belediye hizmetleri bakımından Ayvalık’ın ihmal edilmişliği. Alpay, yeni seçilen belediye başkanı Rahmi Gencer’e büyük umut bağlandığını söylüyor. Yemeğimizi yiyip kahveleri içtikten sonra, Alpay’ın hayatında önemli yeri olan, deniz kıyısındaki binaya gidiyoruz. Burası Ayvalık’ın ilk üç katlı binası. Alpay’ın eşi Fatma Hanım’ın babası tarafından 1940’larda yaptırılan ve Alpaylar’ın da kiracı olarak oturduğu ev hâlâ ilk günkü kadar sağlam ve ayakta.Cennetten bir köşe: Cunda“Arkadaşlar artık Cunda’ya gidelim isterseniz...” önerisi alınca hemen yola koyuluyoruz. Her saat başı kalkan “Cunda motoru”nu kaçırdığımız için taksi dolmuş ile geçiyoruz Cunda’ya. Resmi adıyla Ali Bey, halk adıyla Cunda’nın Ayvalık’ın irili ufaklı 22 adasından yerleşime açık tek ada olduğunu öğreniyoruz. Sahil boyunca yürürken Cunda adasının hikâyesini dinliyoruz Alpay’dan. Biraz soluklanmak için meşhur “Taş Kahve”ye gidiyoruz. Kahvelerimizi yudumlarken memleket meselelerine giriyoruz. Baktık ki çıkamıyoruz, “Kalkın geç olmadan önemli bir yer var görmemiz gereken...” deyip bizi ayaklandırıyor Alpay. Cunda’nın kendine has cumbalı evlerinin, çiçeklerle bezeli bahçelerinin ve dar sokaklarının arasından geçerek Taksiyarhis (Aya Nikola) Kilisesi’ne varıyoruz. Burası yakın zamana kadar define avcıları tarafından talan edilmiş ve metruk bir haldeymiş. Rahmi Koç tarafından aslına uygun olarak restore edilmiş. Şimdi müze olarak kullanılıyor ve içinde Rahmi Koç’un özel koleksiyonlarından parçalar sergileniyor. Müzeden ayrılıp dolandığımız daracık sokaklar bizi büyülüyor adeta. Sonrasında “Cunda motoru”na yetişip Ayvalık’a dönüyoruz. Yolda Midilli’ye dönmekte olan yolcu tekneleriyle karşılaşıyoruz. Karşılıklı el sallanıyor. Karaya ayak bastığımızda üstümüzde tatlı bir yorgunluk var. Şahin hoca bizi Şeytan Sofrası’na da götürmek istiyor. Lakin biz onu daha fazla yormak istemiyoruz ve vedalaşıyoruz. Giderken bize en iyi zeytin ve zeytinyağını nereden alabileceğimizi tarif ediyor. Biz de ona çok teşekkür ediyor ve bir yeryüzü cenneti Ayvalık’ı Şahin Alpay’la keşfetmiş olmanın verdiği bahtiyarlıkla ilçeden ayrılıyoruz.HAYATIMDA HİÇ BU KADAR HAKARET İŞİTMEDİMAydınlık hareketine katılmanız ve oradaki faaliyetleriniz farklı şekillerde anlatılıyor. Nedir doğrusu?Lise 2’de 1961-62 ders yılında bir AFS bursuyla Amerika’ya gittim. Dönerken aklımda esas olarak şu soru vardı: Neden Amerika bu kadar zengin, Türkiye bu kadar fakir? Neden Amerika’da bu kadar özgürlük var, ülkemde yok? Döndüğümde Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşuyla rastlaştım. TİP bu soruya çok kolay bir cevap veriyordu: Geri kaldık, çünkü Amerikan emperyalizmi tarafından sömürülüyoruz; emperyalistler ve yerli işbirlikçileri ülkeyi geri bırakıyorlar. Peki ne yapacağız? Sosyalizmi kurup bu sömürüye son vereceğiz. Bu cevap, o yaşta beni tatmin etti. Columbia Üniversitesi’nde okumak üzere tam burs kazandığım halde, sonunda gitmemeye karar verdim. Kulağıma kar suyu kaçmıştı. Memleketi ondan kurtarmak varken, nasıl gidilirdi ABD’ye? Önce TİP’li sonra Milli Demokratik Devrimci sonra, Maocu olarak bir serüvene girdim. Bu arada, Mülkiye (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) 3. sınıfta Fatma ile evlendik.Doğu Perinçek ile o yıllarda iyi bir dostluğunuz varmış. O zamanki Perinçek ile şimdikini kıyaslar mısınız?Başlangıçta Doğu’yla çok benzer düşüncelerimiz vardı. Hatta eşime, “Doğu ile o kadar iyi anlaşıyoruz ki, gün gelir de acaba ayrı düşer miyiz?” diye sorduğumu hatırlıyorum. Ama çok geçmeden görüş ayrılıkları başladı. Kimse hakkında kötü konuşmak istemem. Hiçbir yazımda Doğu şöyledir Aydınlıkçılar böyledir gibi sözlere rastlayamazsınız. O da bu nedenle herhalde benim için “seviyeli dönek” demiş. Ben de hep “dönekliğimle gurur duyuyorum” dedim. Çünkü yanlışlardan geri dönmekten daha büyük bir erdem olur mu?Sizin için, liberal, ateist, eski Maocu, komünist… deniyor. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?Ben gençliğimde, diyelim ki yirmili yaşlarda Marxist ve ateist görüşlere sahiptim. Ama bu görüşleri zamanla terk ettim. Zihnim soru işaretleriyle doluydu. İsveç’te farklı bir fikir dünyası ile karşılaştım. Doktora öğrenimi gördüm. Bunun sonuncunda bilgilerim zenginleşti, fikirlerim değişti. Felsefi olarak ateizmden uzaklaştım. Bir yaratıcıya inanıyorum. İnsanların sadece maddi değil, manevi ihtiyaçları da var. Dinsiz toplum düşünemiyorum, zaten olamadığını bütün dünya gördü. Dini inanışların köktenci, bağnaz olanlarıyla hoşgörülü, toleran ve özgürlükçü olanlar arasında ayrım yapmak gerekiyor. Fethullah Gülen’e ve Hizmet Hareketi’ne duyduğum saygının temelinde de bu var. Siyasi olarak da komünist fikirleri terk ettim. Çünkü komünizm bütün dünyada insanlığa büyük bir hayal kırıklığı yaşattı. Sonunda Sovyetler, hatta Çin de komünizmden vazgeçti. Ben onlardan çok daha önce vazgeçtim... Son kırk yıldır siyasi görüşümü, liberal sosyal demokrat olarak tanımlıyorum. Siyasi anlamda tam liberalim, iktisadi anlamda sosyal liberal... Totaliter görüşlerin uyandırdığı hayal kırıklığı benim kararlı bir özgürlük ve demokrasi yanlısı olmamda büyük rol oynadı.Zaman’daki yazılarınızda ilk iki dönemde AKP iktidarını desteklediniz. Bu yakın çevrenizde nasıl karşılandı; mahalle baskısı gördünüz mü?Ben AKP’ye kuruluşundan 2010’a gelinceye kadar, eleştirilerim olmakla beraber genelde destek verdim. Hem aile hem arkadaş çevrem buna hiç iyi bakmadı. Beni en çok sevenlerden biri rahmetli Sumru ablamdı. AKP’den siyasete atılsam ne yaparsın diye sorduğumda, oyumu alamazsın demişti... Nur içinde yatsın... Komünist olduğum yıllarda olduğu gibi AKP’ye genelde destek verdiğim yıllarda da ağır eleştirilere ve hakaretlere maruz kaldım.Ya AKP’yi eleştirmeye başlayınca ne oldu?Bu defa “Nihayet gerçeği gördü...” muamelesine uğradım. (Gülüyor) Ben AKP’yi desteklerken de, eleştirirken de doğru yaptığıma inanıyorum. Zira ilk iki iktidar döneminde AKP ülkeye büyük hizmetler yaptı, son döneminde ise kuvvetler ayrılığını, hukuk devletini tahrip ederek memleketi büyük badirelere doğru götürüyor... Değişen ben değilim, AKP...Peki size yapılan hakaretleri nasıl değerlendiriyorsunuz?Cumhuriyet’te, Sabah’ta, Milliyet’te yazarken ve Kemalizm’i eleştirirken hakkımda çok kötü şeyler söyleyenler oluyordu. Ama AKP’yi eleştirirken, sosyal medya üzerinden maruz kaldığım hakaretlerin seviyesizliğine inanamıyorum. Başkaları gibi benim de AKP tarafından örgütlenen bir küfür kampanyasına hedef olduğumu biliyorum.Hükümet tarafından dillendirilen “paralel yapı” iddiaları hakkında hayli yazı yazdınız. Bu iddiaların en çok hangi yönü sizi rahatsız ediyor?Türkiye’de komplo teorileri, tüm kötülüklerin tek bir kaynaktan geldiğine dair düşünceler beyinleri o kadar zehirliyor ki... Zihinleri komplo teorileriyle zehirlenmiş olan insanlara göre her kötülüğün arkasında önceleri emperyalistler, komünistler, Siyonistler, irtica vardı, şimdi de “paraleller” var.Hizmet Hareketi’ni kararlı bir şekilde savunmanızdaki temel neden nedir?Hizmet Hareketi burslar verdi, dershaneler okullar kurdu, dar gelirli ama yetenekli birçok gencin okuyup yetişmesine yardımcı oldu. Bunlar birçok alanda önemli görevlere geldiler. Bir kısmı da muhakkak ki emniyette ve yargıda görev aldılar. Ancak bunların polisi, yargıyı, devleti ele geçirdiğine, Fethullah Gülen’den, “cemaat”ten emir alarak “milli orduya, milli iradeye” kumpas kurduklarına dair askeri vesayet yanlıları ve AKP’liler tarafından öne sürülen iddialar, bana göre tam bir safsata. İleri sürülen yegane delil, Zaman gazetesinin gerek Balyoz ve Ergenekon, gerekse 17–25 Aralık soruşturmalarına destek vermiş olması... O soruşturmalara, Zaman gazetesi gibi başka pek çokları, bu arada ben de destek verdim. Ben de askeri vesayete karşı çıktım... Şimdi de AKP’nin keyfileşme ve otoriterleşme politikalarına karşı çıkıyorum. Türkiye’de şimdi özgürlüklerin yerleşmesi mücadelesi veriliyor. Bir sivil toplum hareketi olan Hizmet Hareketi de, bu mücadelenin en önemli, en kararlı güçlerinden biri haline geldi. Esin kaynağı olan Fethullah Gülen Hocaefendi “Biz sadece inananlara değil inanmayanlara da saygı göstermek zorundayız...” diyor. Bu demokratik, özgürlükçü olgunluğu başka hangi İslam yorumcusunda, hangi İslami harekette görebilirsiniz? Gülen’e gerek laikçi, gerekse İslamcı cephelerden savrulan iftiralar, yapılan haksızlıklar, hakkaniyet duygumu derinden rencide ediyor.Duruşunuzun size getirisi ve götürüsü nedir?Eskiden daha fazla televizyon programına davet ederlerdi. Artık etmiyorlar... (Gülüyor) Keyfi ve otoriter yönetime karşı duruşumun bana giderek genişleyen çevrelerde itibar kazandırdığını görüyorum. Ülkenin aklı başında insanları bu gidişin iyi bir gidiş olmadığını biliyor ve buna dur diyenlere de saygı gösteriyorlar. Nereye gitsem sokakta durdurup takdir ve desteklerini dile getiren yurttaşlara rastlıyorum. Özgürlük fikri epey yayıldı bu ülkede... Keyfileşme ve otoriterleşme yenilmeye mahkum.Bir yazınızda ikinci Erdoğan döneminin tehlikelerinden bahsettiniz. İkinci Erdoğan ülkeyi nereye götürüyor?İkinci Erdoğan’ın tuttuğu yol bizi otokrasiye, tek adam yönetimine götürüyor. Erdoğan’ın yeni Türkiye dediği şey, bana eski eski Türkiye’yi andırıyor... Yani tek parti, tek adam Türkiye’si. “Ülke için en iyisini ben bilirim, onun için bütün güç benim elimde olacak, kimseye hesap vermeyeceğim...” Bu iddia Türkiye’yi çökertir...Çözüm süreci hakkındaki düşünceleriniz nedir?Türkiye’nin Kürt yurttaşları vardır ve onların Türkiye’nin bir yurttaşlar devleti olması, anadilde eğitim, yerinden yönetim gibi meşru, demokratik talepleri, karşılanması gereken hakları vardır. Bu haklar karşılanmadıkça Türkiye huzur bulamaz, bütünlüğünü koruyamaz. Ne var ki PKK’nın silahları aracılığıyla Kürtler üzerinde vesayet kurma arayışını, Türkiye’de demokrasinin yerleşmesinin en önemli engellerinden biri olarak görüyorum. Çözüm ancak Ankara’nın demokratik hakları tanıması ve Kürt siyasi hareketinin de silahları terk etmesiyle mümkün olabilir. Yarın öbür gün Kürtler Türkiye’den ayrılmak isterlerse, işin içine silah girmediği sürece, “hayır” diyenlerin haklarına da saygı gösterildiği sürece bütün uygar ülkelerde olduğu gibi buna da bir referandumla karar verilebilir.İsveç’te temizlik işçiliği de yaptımSizin İsveç’teki yıllarınız pek bilinmiyor. Neler yaptınız orada?İsveç’e siyasi iltica alır almaz kendi kendime dedim ki herhalde ben uzun yıllar burada kalacağım. Bunun için temel hedefim doktora yapmak oldu. Fazla gecikmeden Stockholm Üniversitesi’nde bir araştırmada çalışarak, sonra devlet bursu kazanarak bu imkanı buldum. Ancak ilk aylarımda para kazanmak zorundaydım. İş bulma kurumuna gittim. Birkaç ay dondurma fabrikasında işçi olarak çalıştım. Sonra fabrikalarda temizlik işçiliği, park bekçiliği gibi işler de yaptım. Doktora yaparken, akşamları İsveçlilere Türkçe öğrettim.Bugünkü dinçliğinizi neye borçlusunuz?Eşime borçluyum. Karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan aile hayatı insan için çok önemli.Kaç yıl oldu evleneli?49 yıl oldu. Gelecek yıl evliliğimizin 50. yılını kutlayacağız.Nasıl bir babasınız?Benim bir kızım, bir oğlum var. Çok başarılı bir ressam olan Elvan Alpay ve çok başarılı bir grafik tasarımcı olan Acar Alpay. Kızımdan torunum, Defne 17 yaşında oldu. Onun da görsel sanatlara büyük yeteneği var. İleride görüleceğine inanıyorum. Aralık ayında oğlum Acar ile çok başarılı bir iç mimar olan gelinim Gökçe’nin de bir kızları olacak. Heyecanla bekliyorum... İyi bir baba olamadım. Çünkü kızımı üç yıl babasız bıraktım, iki çocuğumun yetişmesiyle de fazla ilgilenemedim. Onlara karşı kendimi kusurlu hissediyorum. Onları esas olarak eşim yetiştirdi. Ailemizin temel direği olan eşime bu bakımdan da çok şey borçluyum.TÜSİAD eski başkanı Ümit Boyner sizin yeğeniniz. Nasıl bir ilişkiniz var?Ümit, benim daha 40 yaşına varmadan elim bir trafik kazasında kaybettiğimiz çok sevgili, rahmetli ağabeyim Acar Alpay’ın kızı. Aile olarak onun başarılarıyla iftihar ediyoruz. Aynen damadımız Cem Boyner’le iftihar ettiğimiz gibi... İkisi de Türkiye’nin seçkin birer değeri. Cem, Ayvalık’ı çok sevdi ve burada da bir ev kurdu. Bu bizi çok mutlu ediyor, zira onlar da Ayvalıklı olunca, daha sık görüşebiliyoruz. Sumru ablam rahmetli olduktan sonra aileyi bir araya getirme işlevini de Ümit üstlendi.
↧