Bir yanda “Affedersin Ermeni” sözünün olanca ağırlığı, bir yanda “saray soytarısından palyaçoya” uzanan aydınlar tartışması. İki ateş arasında kalan Ermeni cemaati, 2015 öncesi tedirgin. Tartışmalara, “artık azalsalar da yine eski halimize dönsek” serinkanlılığında yaklaşmak istiyor.“Biz kırılgan bir toplumuz. En ufacık çıt sesinin etkisi bizde kulağımızın dibinde çalınan davul gibi olur. Tartışmalarla Ermeni kimliğinin öne çıkması hem gerginlik hem kırgınlık nedeni. Bu kadar travma yaşamış bir toplum için haliyle adını sürekli böyle sözler içinde duymak da yaralayıcı.” Sadekârlık yapan ve Ermeni Cemaati’nin okullarından birinde yönetici olan G.B. konuşurken Türk ismi Cem’i verip hislerini böyle anlatıyor. Üç satırlık konuşmanın her cümlesine yaralayıcı/kırıcı/gergin ifadelerini yerleştiren Cem’i bu kadar tedirgin eden ne? Aslında Cem’in tedirginliği cemaat içine dalga dalga yayılan bir kaygının habercisi. 2015 öncesi sağdan soldan gelen her söze hassaslaşan Ermeni toplumu, yaşadığı her olumsuzluğu “alâmetler belirdi” diye yorumluyor. Cem de bu hissin altını çiziyor zaten: “Ailem Samatyalı. Maritsa Küçük cinayeti olduğu zaman ne kadar travmatize olduğumuzu yine hatırladık. Birçok insan buna adli vaka gözüyle bakabilir. Hatta olayın kendisi de öyle olabilir ama bunun insanlarda nasıl bir hissi tetiklediği önemli. Yapılan her açıklama, katilin ille Ermeni kimliğinden biri olarak aranması, bizim ‘Nefret cinayeti mi?’ kaygımızın ısrarla sümen altı edilmesi bize hep şunu düşündürttü: Ermeniysen işin daha zor. Bunu ‘ne kadar mağduruz’ demek için söylemiyorum. Türkiye’de kimliği nedeniyle sıkıntı yaşayan birçok kesimden biriyiz ama nihayet bir kez avlanabileceğinizi hissettiyseniz, arkanızı kollamadan yaşayamazsınız.”Ehven-i şerri kolluyoruzCumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Affedersin Ermeni” sözlerinin etkisi, kendi de AKP’ye oy veren Sevan O. üzerinde de etkili: “AKP’ye oy verdim. Benim için AKP’nin karşılığı başka şeylerin üzerinde. Neyin mesela derseniz, mesela şunun; AKP sayesinde ilk kez Tokat’ta mülk tespiti yaptırdık. O mülkleri geri aldık mı? O ayrı mesele. Ama ilk kez bir hükümet bize dedi ki, ‘Gel kardeşim, ne mağduriyetin var senin? Evini mi aldılar? Göster yerini.’ Bunun olumlu etkisini gizleyemeyiz.” Peki Hrant Dink cinayeti ve sonrasında yaşananlar? “Dink cinayetinin ne kadar yıkıcı olduğunu kim inkâr edebilir? Bu bize tehcirin, el konulan malların, uzatılan askerliklerin, kapanan okulların, yetimhanelerin hiçbir dönemde kesintiye uğramadığını, hep devam eden bir zihniyet olduğunu acı bir şekilde gösterdi. Bunu bir tarafa koyarak konuşabilirim ki, elbette AKP acı bir lokma. Sadece kendini yuttururken kullandığı su tatlı. Düşün ki tuzlu suyla zehir içtik yıllarca. Erdoğan elbette Ermeni’yim derken yüzü ekşiyecek, kim ki Meclis kürsüsünden ‘Ermeniler vardır’ derse, o gün devrim olacak bu ülkede. O kadar umutsuzum. Bu bir ehven-i şer, biz de onu kolluyoruz.”Bizim Ermeniler/ Sizin ErmenilerYalnızca mesele “Affedersin Ermeni” tartışması değil. Cemaat içine yayılan ayrılıktan, insanları “bizim Ermeniler, sizin Ermeniler” diye ayıran dilden de rahatsız. Bu tartışmanın kökleri Hrant Dink’in vurulmasına ve arkasından gelişen adalet arayışında davaları takip eden Hrant’ın Arkadaşları grubunun eleştirilere hedef olmasına kadar uzanıyor. Tartışmanın bir cephesini Etyen Mahçupyan 26 Ağustos’ta Akşam Gazetesi’ndeki köşesinden şu sözlerle açtı: “Azınlıklar içinde ve özellikle Ermeni cemaatinde bu pespayelik son derece yaygın… Ermeni ‘aydınları’ diye ortalıkta dolaşanların büyük kısmı utanç verici bir yüzeysellik ve kabalık sergiliyor. Kendilerini seyre gelmiş sol/liberal ‘aydın aristokrasisinin’ alkışını almak için, burunlarına kırmızı toplar yapıştırmış, yeri geldiğinde taklalar atan palyaçolar gibiler. Seyircilerin ön sıralarında malum cinayetten bu yana cemaate kapılanmış, onu şefkatli kolları arasına alarak emmeye çalışan parazitler oturuyor. Localarda ise bu pespayelik bataklığında çimlenirken, aşağıdakileri takdir etme ‘büyüklüğünü’ gösteren, entelektüelliği bir şarlatanlık pratiği haline getirmiş laik/sol literati…” 27 Ağustos günü Taraf Gazetesi’ndeki köşesinden Hayko Bağdat, tartışmayı şu sözlerle sürdürdü: “Niye bu kadar kızgınsın bizlere? Niye bizlere yazı yazarken öfkeni bastıramıyorsun? Ettiğimiz iki kelamı palyaçoluk diye aşağılarken sana saray soytarısı diyemeyecek kadar terbiyeli davranma çabamızı niye zorluyorsun? Çıkardığımız bütün seslerin ‘azınlıkların genetik bozukluğu’ ve ‘İslâm düşmanlığı’ olarak duyulması için gösterdiğin çabayı gördükçe kanım donuyor. Bu ‘gerçeği tespit etme’ çabanın yarısını ‘büyük devrimci’ Erdoğan için kullanabilecek yüreğinin olmamasına çok kızıyorum. Uzun süredir bizlere çapulcu, kemirgen, vandal deyip duranlara ‘öyleyiz ulan’ deyip duruyoruz zaten. Şimdi de kaderde palyaço olmak varsa başımızın üstünde yeri var. Palyaçolar neticede çocukları eğlendirirler. Saray soytarıları ise çocuklara ‘vurun’ emrini veren kralları. Senin işin bizden zor be abi?” Tartışma çeşitli kesimlerin katılımıyla sürerken, cemaatteki etkisini Fransa’dan konuyu izleyen akademisyen Aram D. anlatıyor: “Sosyolojik olarak bile saçma bir durum bu. Bir yanda bir asır boyunca kesintisiz olarak sizinle uğraşan bir iktidar retoriği var, bir yanda yaşadığınız topraklarda kendinizi daima yabancı hissediyorsunuz, bir yanda o toprakların en eski yerleşimcilerinden birisiniz. Dolayısıyla bunun insanlar üzerindeki yıpratıcı etkisi göz ardı edilemez. Kurtuluş’ta delikanlılık raconlarını öğrenerek büyümüş babamın sıklıkla kullandığı bir tabir vardı; ‘Sırtını duvara yaslayarak otur ki, sana saldıranın yüzünü gör.’ Düşünün ki, bir bütün toplum olarak böyle yaşıyorsunuz. Her an sırtınıza saplanabilecek bir bıçak, her an ölme kaygısı ve üstelik bu bıçağın kimden geleceğini bilememenin tedirginliği.” Toplum bu haldeyken içeriden gelen tartışmalara nasıl bakıyor? “Ermeni toplumu için önemli olan ‘görünmez’ olmaktır. Görünmez olduğunuz sürece sorun yoktur. Nasıl ki, 1915’te Meclis’te olup tehciri hayretle karşılayan aydınlara karşı sessiz bir küskünlük varsa, şimdi ortaya çıkıp da Ermeni kimliği üzerinden konuşan herkese karşı benzer bir küskünlük olabilir. Bu o insanların söylediği şeylerin kıymetiyle ilgili bir durum değil. Bu kimliğe çekilen dikkatin yarın bir gün topluma yönelecek bir tehdit olabileceğini biliyorlar. Hrant Dink’in uzun süre tepki toplamasının nedeni buydu ve nitekim gözler önünde işlenen cinayet de bu kaygıyı doğruladı.” Bu kaygının geçmesi için ne lazım? Bu sorunun yanıtı da Aram D.’de: “Stabil bir elli yıl. Bize bir elli yıl verin, sakinleşelim, alışalım, durulalım. Bir kendi halinde elli yıl her şeyi öyle değiştirir ki.” Ermeni ismi geçtikçe tedirginliği artan cemaatin ortak beklentisi: Huzur. Bunu yakalamak için Aram D.’ye göre 50 yıla, Sevan O.’ya göre ehven-i şerre razı olmaya ihtiyaç var. Kesin olan tek şey, 2015 sakin geçse, cemaat de rahat bir nefes alacak.
↧