Komedyen olarak sahneye çıktığında kimse bugünkü gibi bir Eric Bana’nın ortaya çıkacağını tahmin etmiyordu. Geçtiğimiz haftalarda vizyona giren Bizi Kötüden Koru filmiyle başrolü üstlenen Eric Bana’yı yakından tanıyalım.Son yirmi yıldır Hollywood filmleriyle dünya çapında şöhret yakalayan çok sayıda Avustralyalı yıldız görebilmek mümkün. Çoğumuz bu isimlerin Avustralyalı olduğunu bilmeyiz aslında. Mel Gibson, Nicole Kidman, Geoffrey Rush, Cate Blanchett, Hugh Jackman ve Naomi Watts… Şaşırdık değil mi? 2000’li yıllardan sonra Hollywood’da yıldızlaşan Avustralyalılar kervanına bir isim daha eklendi: Eric Bana.1968 Melbourne doğumlu aktörün ailesi aslında buralı değil. Annesi Alman, babası ise Hırvat. Gençlik yıllarında araba tamirciliği yapmak en büyük tutkusudur. Fakat babasının yoğun uyarıları ve Mel Gibson’ın kült film serisi ‘Mad Max’i izlemesi Bana’nın aklını çeler ve oyuncu olmaya karar verir. Çok kimse bilmez belki ama Bana’nın üstün bir taklit yeteneği var. Okul yıllarında hocalarının taklidini yaparak başlar bu işe. Yeteneği 1990’ların başında kendisini stand-up komedyenliğine taşır. Oldukça popüler olur ve bu popülerlik Bana’ya televizyonun kapılarını açar. 1997’de ‘The Eric Bana Show’ ile televizyonda parlar. Ekranda Tom Cruise, Sylvester Stallone ve Arnold Schwarzenegger gibi kalburüstü ünlülerin taklidini yaparak daha da tanınır. Hatta o kadar popüler hale gelir ki 1997 yılında Avustralya Televizyon Ödülleri olan Logie Ödülleri’nde “En Popüler Komedyen” seçilir.Televizyondan sinema dünyasınaBana’nın gerçek manada sinema kariyerini başlatan ve kendisine Hollywood’un kapılarını açan yapım, Andrew Dominik’in 2000 yılında çektiği Chopper (Kasap) adlı film olur. Dominik, Bana’ya başrolü teslim eder ve yeteneğini sergileme fırsatı sunar. Avustralya’daki yeraltı dünyasının önemli isimlerinden Mark ‘Chopper’ Read’i canlandıran Bana, bu ilk başrolün üzerinden hakkını vererek gelir. Rolü için otuz kilo alır, vücuduna dövme yaptırır, azılı bir suçluyu beyazperdeye en iyi şekilde aktarmak için elinden geleni yapar. Hem film hem de Bana ses getirir. Film Avusturya Film Enstitüsü Ödülleri’nden üç dalda ödül alır ve Bana en iyi aktör seçilir. Amerika’daki birçok eleştirmen Bana’nın performansını öven yazılar kaleme alır. Kendisi için Hollywood yolu gözükmüştür böylece.İlk filminin üzerinden bir yıl geçmemiştir ki Hollywood’un en önemli yönetmenlerinden Ridley Scott, Black Hawk Down (Kara Şahin Düştü) filmi için Bana’ya rol teklifinde bulunur. Kült haline gelen bu film, Bana’nın Amerika’daki kariyeri için önemli bir dönüm noktası olur. Sonraki süreçte Hulk (2003) ve Steven Spielberg’in Munich (2005) filmleriyle çıtayı yükseltmeye devam eder. Hulk filmindeki performansından oldukça etkilenen Spielberg, Munich’teki başrolü tereddütsüz Bana’nın ellerine bırakır.Şöhretin esiri olmamak kolay değilŞöhreti yakalayıp da başı dönen birçok yıldızın takındığı tavırlara Bana’da pek şahit olmuyoruz. Samimi, ayakları yere basan ve yaptığı işi ciddiye alan birisi. Özel hayatını korumak için de elinden geleni yapıyor. Meşhur olduktan sonra hayat tarzını değiştiren ve evliliğini bitiren diğer Hollywood yıldızlarının aksine Bana, on yedi yıldır evliliğini sürdürüyor. En yakın dostu ise ünlü aktör Brad Pitt. Bana ve Pitt’in dostluğu, Bana’nın kariyerindeki önemli noktalardan biri olan Chopper filmine dayanıyor aslında. Filmi izleyen Brad Pitt, Bana’nın oyunculuğuna hayran olur ve şu yorumda bulunur: “Eric, böylesine keskin ve zor bir karakterin üstesinden abartıya kaçmadan, etkileyici ve doğal bir oyunculukla gelmiş. Onda çok az sayıda aktörün sahip olabileceği özel bir yetenek var.” Kaderin bir cilvesi olacak ki birkaç sene sonra Truva filminde başrolü üstlenen Pitt, diğer roller için oyuncu arayan yönetmen Wolfgang Peterson’a henüz tanışmamış olmalarına rağmen Eric Bana’yı önerir. Pitt’in önerisini dikkate alan yönetmen hemen Bana’yı da kadroya dahil eder. Film setinde oldukça yakınlaşan ikili, film bittikten sonra da sık sık görüşmeye devam ederler.Ünlü oyuncu her ne kadar sert karakterli rollerin adamı gibi gözükse de gerçek hayatta hiç de öyle değil. Silahlardan nefret eden, ailesine düşkün, kısacası evcimen biri. Tek bir tutkusu var; arabalar ve hız. Bütün çocukluk fotoğraflarında elinde mutlaka bir oyuncak araba görmek mümkün. “Arabalar, hayatım boyunca benim için birer arzu nesnesi oldu. Yarışlarda tehlikeyi ve soğukkanlılığı aynı anda hissediyorum. Bu da bana inanılmaz bir zevk veriyor.” şeklinde ifade ediyor arabalara olan tutkusunu Bana.Bana, sahip olduğu yeteneği karşısına çıkan her fırsatta kullanan bir isim. Her ne kadar Chopper, Munich ve Troy gibi standartların üstünde filmlerde rol alsa da henüz kendisini bir Russell Crowe ya da Christian Bale seviyesine çıkaracak yapımlar karşısına çıkmadı. Lakin henüz iş işten geçmiş değil. Hayat ne getirir bilinmez değil mi?Eric Bana’nın en iyi beş performansı
↧