17 Aralık sonrası devletin tüm kurumlarında hayata geçirilen tasfiyeler medyada da devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Yılmaz Özdil, Enis Berberoğlu ve Fatih Yağmur’un görevlerine son verildi. Keyfi uygulamalarla işsiz bırakılan gazetecileri ve medyanın durumunu, Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı Atilla Sertel’e sorduk.Yılmaz Özdil, Enis Berberoğlu, Fatih Yağmur… Tasfiyeler medyada da hız kesmeden devam ediyor.Türkiye’de iktidar, 2008’den bu yana baskıları artıran ve özgürlükleri giderek kısıtlayan bir hal aldı. İktidarın başındaki insanın medya patronlarına ‘maaşını siz vermiyor musunuz, koyun kapıya’ diyerek uyguladığı baskı birçok insanı işsiz bıraktı. Suriye’ye insanî yardım götürdüğü söylenen TIR’ların MİT’e ait olduğunu ve silah taşıdığını ortaya çıkarmak bile işsiz kalmanıza yeterli ve bunun gibi sayısız örnek var. İktidar kendinden olmayan tüm yayın organlarına hangi dünya görüşünde olursa olsun -solcu, liberal, sağcı- karşı. Herkesin yanında olduğu, sürekli övdüğü ve asla eleştirmediği bir dünya yaratmak istiyor.Bu dünyanın dışında kalmak isteyenlerin hali ortada…İktidara biat etmeyenler, düşman ilan ediliyor. Herkes kendisine biat etsin istiyor. Ama burada eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını da çok iyi çalıştırmak lazım. Yani kim ‘Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ mantığıyla hareket ediyorsa o yılan bir gün mutlaka gelip kendisini de sokar. Aslında geçmişte dünya görüşü ve inancı ne olursa olsun bütün medya mensupları baskılara karşı bir arada hareket etmiş olsaydı, bu hükümet çok rahat geriletilirdi.Kimi kastediyorsunuz, sadece ‘Cemaat medyasını’ değil herhalde?Her iki kesim için de aynı durum söz konusu. O dönemi yaşayan, yazan biriyim. Medyanın bir bölümünde yargısız infazlar yapıldı. Bunlar yapılmamış olsaydı, iktidarın değirmenine su taşıyan ve yargısız infaza yönelik belge, bilgi, done ve aktarımlar, (hatta savcılar açıklamadan) medyada yer almasaydı bunu yapamazlardı ama hâlâ devam ediyorlar. İktidarın başındaki kişi, bir dönem, birilerine karşı birtakım medya, kurum ve kuruluşları kullandı. Şu anda da havuz medyasını kendisine karşı olanlara karşı kullanıyor. Yarın bu medyayı başka birilerine karşı da kullanabilir.28 Şubat döneminde Kartel, şimdi Havuz medyası…Bu tarz uygulamalar hep vardı. Yakın zamanda Ergenekon davasında bunu belli gruplar yaptı. Bunun içerisinde ne yazık ki Zaman Gazetesi de var. Yayın politikası açısından yanlışlara düştü. Bunu yazar mısınız bilmem ama yazmanız lazım.Hangi konuda eleştiriyorsunuz Zaman Gazetesi’ni?Bir insan yargılanmak üzere tutuklandığı an gazeteler suçlu olduğuna yönelik bir kamuoyu oluşturuyorsa bu büyük haksızlık. Hele daha iddianame hazır değilken, sanıklarla ilgili bilgi ve birtakım doneler dışarıya sızdırılıyorsa, bu daha büyük haksızlık. Şu anda da aynısı yapılıyor. Acı olan bu. Polisleri tutukluyorlar, kimileri casuslukla, paralellikle ya da ajanlıkla suçlanıyor. Ergenekon ve Balyoz davasında dönemin başbakanı iki davanın da savcısı oldu. Hiçbir dönemde savcılıktan vazgeçmedi. Ve şuan da yargılanmıyor diye bas bas bağırdığı geçen günkü konuşmasında, ‘Niçin bu savcı gözaltına alınmıyor?’ dediği kişiye kendi zırhlı makam aracını gönderen bir başbakandan bahsediyoruz. Ama ne oldu Ergenekon ile ilgili tüm suçu, sorumluluğu bir kesime fatura etti. Şu anda Cemaat’e yönelik suçlama ve karalama kampanyasını yine birtakım medyayla yönetiyor. Kendi tarafından yaratılan bir medya... Ergenekon için ‘milli orduya kumpas’ dedi. O halde beş yıl niye yatırdınız bu insanları? Şu süreçte cezaevine giren arkadaşlar suçsuzlukları ispatlanıp beraat ettiğinde heba olan zamanlarını kim geri verecek?Yılmaz Özdil, Hürriyet’te yayınlanmayan yazısını farklı bir mecrada yayınladı. Ancak Enis Berberoğlu’nun Deniz Baykal röportajı hiçbir yerde yayınlanmadı...Baskıya, zulme, sansüre maruz kalan gazetecilere düşen görev; baskılara boyun eğmediğini göstermek, hakkını savunmak adına nerede olursa olsun yazılarını yayınlamak. Tek tek isimler üzerinden giderek gazetecilerin bireysel olarak nasıl davranacağına ilişkin biz karar veremeyiz. Zira farklı durumlar olabilir. ‘Başıma bir felaket gelirse çoluk çocuğum var’ diye çekinenler olabiliyor. Bu çok insanî bir durum. İnsanlar haklarını aramaya bile korkuyor, işin aslı bu. En önemlisi özgür davranamamaları. Yaptığınız haber patrona dokunmayacak, gazetenin ilkelerine uygun olacak, patronun arkadaşlarıyla ya da çevresiyle ilintili olmayacak, hükümete değmeyecek… Eskiden yayın toplantılarında manşet ne olmalı diye tartışılırdı, şimdi hangi haberlerin girmeyeceği. Ekonomimiz kötü sinyaller veriyor. Türkiye büyük bir çıkmaza doğru sürükleniyor, bunu araştırıp yazabilen kaç gazete var? Yazamaz. Her şeye rağmen Zaman ve birkaç medya grubu direniyor, mücadele etmeye çalışıyor.Meslek örgütleri, sendikalar arasında bir birliktelik söz konusu değil sanki.Aslında bir birliktelik var. Örneğin, Gazetecilik Özgürlük Platformu buna güzel bir örnek. Zira bu sayede bütün medya kuruluşlarını ilk kez yan yana getirme fırsatımız oldu. Bu platformu kurduğumuzda bazı arkadaşlar bizi Ergenekoncu diye yaftalamıştı. Hâlbuki hiç öyle değil. Hayatım boyunca özgürlüklerden yana oldum. Sol siyasi çizgiden, devrimci çizgiden geliyorum ve ezilenin, haksızlığa uğrayanın yardımına koştum hep. Kimseyle hiçbir kan bağım yok. Biz Büşra Hanım’ın da (Erdal) davalarına gittik, KCK’dan yargılananların da. Olması gereken bu zaten. Biz gazeteciler yaptırımı yazmaktan öte ne yapabiliriz? Kaç kez yürüyüşler yaptık. Bu çabalarımız da ancak birkaç gazetede yer aldı. Direnişimizi medyanın geneli görmedi. Aslında medya açısından bu tehlike uzun süredir var ama uzun süredir de yekvücut hareket edilemiyor. Çünkü iktidar, medyayı parçalayarak yolunda devam ediyor.İşten çıkarılan gazeteciler haklarını ne kadar arıyor peki? Bireysel başvurular oluyor mu?Böyle bir başvuru olmuyor ama yardım isteyen ya da konuşmak isteyenler oluyor. Mesela sizden sonra Yurt Gazetesi’nde ekonomi müdürü olarak çalışmış ve bir haberinden dolayı hükümet tarafından sekiz yıl mahkûm edilmeye çalışılan bir arkadaşımızla buluşacağım. Kimse ilgilenmemiş. Ben ne kadar çare olabilirim, tartışılır, benim bir yaptırımım yok ki. Yani bireysel şikâyet olsa ne olacak ki?Gazetecilerin keyfî uygulamalarla işten çıkarılmalarıyla ilgili yapılabilecek bir şey yok mu hakikaten?Güçlü sendikalar olmuş olsa hak ve özgürlükler savunulabilir ama… Şu an için bir televizyon kanalındaki alt banda bile tahammül edemeyen ve arayıp kaldırılmasını emreden bir başbakanımız (bu görüşme gerçekleştiğinde) var. Bu kişi aynı zamanda Türkiye’nin tek genel yayın yönetmeni Recep Tayyip Erdoğan’dır. Mevcut koşullarda gazetecilere düşen tek bir şey var; gazeteciler yan yana durmayı ve birlikte mücadele etmeyi öğrenecek. Aynı düşünmesek de mesleğimiz gereği yan yana geleceğiz. Bu şekilde konuşmaktan korkmuyor musunuz?Bizim Allah’tan başka korkumuz yok. Kimseye borcumuz da yok. Birkaç sene önce müfettişler geldi, 22 gün denetledi. Bir ay sonra yine gelecekler, gelsinler.Çok vicdansız bir medyamız varBaşbakan Ahmet Davutoğlu’nun ‘Türkiye’de ifade, girişim, inanç özgürlükleri AK Parti iktidarının güvencesi altındadır. Kimseyi ötekileştirmiyoruz.’ açıklamasında bulunduğu geçtiğimiz haftaki kongrede 15 medya kuruluşuna akreditasyon uygulandı...Bu iktidara yakışan bir uygulama, normal karşılıyorum. Çünkü ilk defa yapmıyorlar. İktidarda oldukları sürece yapmaya devam edecekler. Akreditasyon tamamen keyfî olarak uygulanıyor. Dünyada örneği yok. Basın kartı, Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından veriliyor, başbakan imzalıyor. Ama toplantısına istemediğini almıyor. Akıl tutulması. Batı’da böyle bir şey olsa gazetecilerden önce halk ayaklanır, benim haber alma özgürlüğümü kısıtlıyorsun, der. Zira akreditasyon aslında gazetecilere değil, halka uygulanıyor.Bir gazete yalan haber yaptığına dair yüzlerce tekzip alıp hâlâ yayın hayatına devam edebiliyor. Neden herhangi bir cezaî yaptırım uygulanmıyor?O gazetenin amacı bu zaten, demek ki amacına uygun davranıyor. Böyle cezai bir uygulama yok ama mutlaka olması lazım. Yalancıya haddini bildirmek gerekiyor ama tekzip alan gazeteye para cezası bile verilmiyor. Allah aşkına bir gazetenin yarısı tekzip metinleriyle yarısı da haberle çıkarsa bu maskaralık değil de nedir? İstedikleri insanları, istedikleri şekilde karalıyorlar. Adamı manşetten suçlayıp tekzibi iç sayfadan veriyorlar. Çok büyük haksızlıklar yapılıyor. Biraz vicdan lazım. Çok vicdansız bir medyamız var.Almanların bizi dinlediği Ergenekon’da ortaya çıkmıştıTürkiye’nin Almanya tarafından dinlendiği iddiası bir Alman gazetesi tarafından ortaya atıldı. Aynı iddia Türkiye’de bir gazete tarafından ortaya atılsa iktidar aynı tepkisizliği gösterir miydi?Bunu bilemem. Ancak Türkiye’nin Almanya tarafından dinlendiği iddiası üç yıl önce Ergenekon davasında bir tanık ifadesinde yer almıştı. Ancak kimse dikkate almamıştı. Kayıtlarda var bu. Yani Türkiye dinlendiğini biliyordu. Eski Başbakan kendisinden beklenen tepkiyi göstermedi, geçiştirdi. Ama biliyoruz ki Türkiye’yi dinlemeyen kalmamış. Almanya, Amerika… Türkiye’deki bütün haberleşme şirketleri satıldı. Bu, Türkiye’nin haberleşmesinin dünyanın dinlemesine açık olduğunu gösteriyor. Artık kontrol etmeleri de mümkün değil. Çok uluslu şirketler bütün haberleşme sistemimizin içine girmiş durumda.Kalemlerini satmadılar, kiraya verdilerHavuz medyasının hiçbir kuvveti yok. Onların gücü mevcut iktidar değişene kadar. Bu ülkede hiç sevilmiyorlar aslında. Toplumda bir saygıları yok. Şu an erkin yanında olduklarından kendilerini güçlü, saygın hissedebilirler. O arkadaşlar Boğaz’daki o villaları alabilmek uğruna beyinlerini, fikirleri, kalemlerini kiraladı. Gerçi fikir falan da yok ortada. Parayı alıyor, ötüyorlar. Bunlar yüzünden meslek etiği, ilkeleri yerlerde. Ne için? 50 bin lira maaş, bakanlık, villa için… Kalemlerini sattılar demiyorum çünkü bu iktidar gittikten sonra başkalarına kiralayacaklar.
↧