Mahmut Tanal, CHP İstanbul milletvekili ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi. Bir zamanlar ‘kahraman’ken, şimdilerde casuslukla suçlanan polislerin hukukunu savunuyor. Tanal ile gözaltı ve yargılamadaki hukuksuzlukları eleştirdiği, polisleri savunduğu için nelere maruz kaldığını konuştuk.‘Cemaatçi' olduğu iddia edilen polislerin hakkını savunduğunuz için hem kendi partinizden hem de AKP cenahından eleştiri aldınız. Ne diyorsunuz?Doğrusu kendi partimden eleştiri almadım. Ama eleştirilerin tamamını İşçi Partisi ve AKP'den aldım. Neden bu davayla ilgilendiğim ise ortada. Ben hukuk adamıyım, hakkın hukukun, adil yargılamanın, maddi gerçeğin araştırılması ve ortaya çıkarılmasının peşindeyim. Kim suç işlediyse ortaya çıkmalı ve cezalandırılmalı. Ben sadece bu davayla ilgilenmedim. Ergenekon, Balyoz, KCK, Oda TV ayrıca Diyarbakır'daki LGBT davası sahipsiz olduğu için onunla da ilgilendim. Bu davaları savunurken de eleştirilere, saldırılara maruz kaldım. Tek gayem hukuk. Düşmanım da olsa ona hukukun uygulanmasını isterim. Şimdi emniyet mensuplarına sahip çıkılır mı diyorlar. Ben hukuka sahip çıkıyorum. AKP beni eleştireceğine kendine baksın. Ya baksanıza şu an kimlerle iş yapıyorlar. Partnerleri IŞİD, PKK, Selam Tevhid gibi örgütler oldu. Tercihlerini bunlardan yana kullandılar, işbirliği yapıyorlar. Musul'daki hadiseye adam akıllı tepki veremediler. Vatandaşlar hâlâ rehine. Devletler hukuka göre konsolosluk, elçi o ülkenin bir parçası ve namusudur. Türkiye Cumhuriyeti devletinin işgal altında olduğunu gösteriyor. Bayrağı indirilmiş, konsolosluğu işgal edilmiş, limanları özelleştirilerek birilerine peşkeş çekilmiş.Bugün soruşturmayı yürütenler yargılansa ve hukuksuzluk olsa onları da savunur musunuz?Bu sorguyu yapan polislere de söyledim. “Sizin bu arkadaşlarınız geçmişte bu sorguları yaparken günün birinde siz de yargılanacaksınız, sizin hukukunuzu da yine ben savunacağım.” demiştim. Mahcup olmak isterdim ama tarih beni haklı çıkardı. Bunlara da aynı şeyi söyledim. “Siz şu an bu hukuksuzlukları yapıyorsunuz, inşallah siz de yargılanmazsınız ama günün birinde yargılanırsanız ve hukuksuzluk olursa sizi de savunacağım.” dedim. Bugüne kadar en fazla hırpalanan, polisten dayak yiyen, darp alan, biber gazına maruz kalan, su sıkılan milletvekiliyim. Balyoz'da 1-3 gece nöbeti tuttum. Polis ve jandarmayı geçip, 3 metre barikatları atlarken ayağım kırıldı ve parçalı kırık. Ama benim ağrıma tek giden, hukukun peşine düştüğüm için beni ‘şucu-bucu' göstermeleri. Doğadaki böceğin de bitkinin de insanın da hukukunu korumak lazım. Birileri sizin gibi düşünmüyor ve muhalif diye ‘onu yok edeceğim' demeniz mümkün değil. Mahmut hukuku savundu cemaatçi oldu öyle mi? Daha önce de Mahmut Ergenekoncuydu, Balyozcuydu hatta ellerinden gelse LGBT'yi savundu gay mi acaba bile derler. Böyle bir ahlaksızlık olur mu? Nereye sığdıracaklar anlayamıyorum. Ama umarım günün birinde utanır ve çıkıp özür dilerler.Hakkınızda ‘Tanal F-tipi örgüte kalkan oldu' şeklinde Ulusal Kanal ve Aydınlık haberler yapıyor. Sebebi Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesi için “Herhalde AKP ile uzlaştılar” demeniz olabilir mi?Ben hâlâ bu düşüncedeyim, şu an müşterek noktaları bu ve birleşmiş durumdalar. Amaçları hedefleri aynı. Farklılık varsa göstersinler. Ergenekon'da Balyoz'da nöbet tutarken yere göğe sığdıramadıkları Mahmut Tanal nasıl cemaatçi oldu? Ben onlar için de hukuk, adalet istedim. Hukuk, adalet, adil yargılama istemenin cinsiyeti, ırkı, milliyeti, mezhebi ve dini olmaz. Beni bir yere koyacaklarsa, ben hukuk adamı insan hakları savunucusu ve aktivistiyim. 10 binin üzerinde kitabım var. Sanırım okumamış olsam daha rahat ederdim. Bilgi insana yük getiriyor, sorumluluk veriyor. Ülkede bu kadar hukuk fakültesi var, ceza hukuku ve anayasa hukuku hocalarının, birisi de çıkıp Allah rızası için bir cümle sarf etmez mi etmediler. Benim sitemim onlara. Bunların aydın sorumluluğu nerede kalacak, ne zaman konuşacaklar? Hukuk onlara lazım olmayacak mı? Ben ocu bucu değilim. Ben hukuka kalkan oluyorum.Yani kendinizle çelişkide olmanızı gerektirecek bir durum yok…Kesinlikle. Ben ne yaptığımı biliyorum, insan hakları doğrultusunda hareket ediyorum. Benim Kâbe'm hukuk. Ama insanlar elbette rahatsız olacak. Toplum kamplara bölünmüş. Bu kamplaşmadan nemalananlar var. Bu toplumu bütünleştirmek herkesin insanlık görevi, bu bir üst norm olmalı. Tüm dinlerde ve ahlak normlarında, “Hırsızlık yapma, yalan söyleme, adil ol sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma, kendine istediğini herkese de iste.” hükümleri var. Ama şimdi herkes ‘Benim gibi düşünmeyenin canı çıksın' diyor. Bu olmaz.Bir zamanlar savunduğunuz insanların sizi şimdi yaptıkları haberlerle vurması, ağır eleştiriye maruz bırakması dokunuyor mu?Çok ağrıma gidiyor. Hukuku savunduğum için beni bir yerlere koymalarını hazmedemiyorum Bugüne kadar birilerinin adamı hiç olmadım. Ben adaletin hukukun ne olduğunu biliyorum. Geceleri başımı yastığa o kadar rahat koyuyorum ve vicdanım öyle rahat ki, varsın onlar saldırsın.Aile ve yakın çevreniz endişeleniyor mu bu mücadeleleriniz esnasında size bir şey olacak diye? 14 yaşındaki oğlum her olaydan sonra arar, ‘Baba sana bir şey oldu mu?' der. Kentsel Dönüşüm'de barınma hakkı isteyenlerin mücadelesinde polisler kafamı kırdı. O dönemde bu adam ‘Halk Cephesinde' dediler. Berkin Elvan'ın olayında belimden darbe aldım. 1 Mayıs'ta yine kafamdan darbe aldım, gözlüğümü kırdılar. Hukuk gelsin diye ne kadar çok darp edildim. Ama olsun hepsi gerçek hukuk için. Olayların önünde olunca endişe etmeleri kaçınılmaz. Ama bu kadar sahadaysam ve mücadele veriyorsam o da eşimin desteğiyle. Bana bir şey olsa eminim ki, çocuklarımıza hem analık hem babalık yapar.Darbe birden milli orduya kumpas oldu. “Ergenekon-Balyoz AKP istediği için başladı ve bitti, geçmişte Ergenekon'un karşısında yer alan AKP şimdi aynı safta” yorumlarına katılıyor musunuz? O davalar AKP'nin kumpasıydı. Ergenekon, Balyoz, KCK, Oda TV davaları iddianamelerinin hepsini alın. Hepsinde kullanılan dil üslup cümleler ünlem noktalama her şey aynı. Tek gerçek var o da, iddianamelerin altında adı geçen savcıların isimleri ve imzaları doğru. Ama onların hiçbirisi bu iddianameleri yazacak donanıma ve birikime sahip değil. Hepsini okudum iddianamelerin. Hatta Ankara'da sulh hukuk mahkemesinde dava açtım iddianamelerin aynı olup olmadığına dair. Bu davayı yargılananların, TSK mensubu olanların, şu an bana saldıran İşçi Partililerin, Ulusal Kanal'dakilerin açması lazımken, ben açtım. Neredelerdi, neden açmadılar? Saygın hukukçuları da vardı. Sadece gerçeği öğrenmek için. Mahkeme reddetti, hukuksal menfaatim olmadığı için. Temyiz ettim, sonucunu bekliyorum. Ergenekon'un, Balyoz'un Savcısı Recep Tayyip Erdoğan'dı bugün polisleri casuslukla suçlayan operasyonun da savcısı Recep Tayyip Erdoğan. Polislerden birine ‘içerde Kur'an okumaya çok vaktin olacak' dedi. Nereden biliyor? Buradan anlaşılmalı nasıl müdahale ettiği. Ben cumhuriyet savcısı olsaydım, ‘Bu sözlere de dava açardım.' Sen hukuk fakültesi mezunu musun? Kimsin? Savcı olabilmen için kamunun çıkarlarını savunman lazım, sen kendi çıkarlarını savunuyorsun. Savcı adaletin peşinde olur, Başbakan makam mansıp peşinde. Başbakan'a muhalif kim varsa, darbeci, terör örgütü, paraleldir. Yazık günah ya! Türk Ceza Kanunu 311'den 320'e kadar gelen maddeler hiç bu kadar telaffuz edilmedi ve uygulanmadı. Darbenin de bir namusu var ya. İki kişi bir araya gelince, darbe oluyor. Ben hukukun peşinde olduğum için benim de ‘darbeci' olmam yakındır. Tek kişilik darbeci. Her Kur'an Cevşen okuyan cemaatçi mi oluyor?Gözaltındaki polisleri ve ailelerini yakından izleme ve tanıma fırsatı buldunuz bu süreçte. Onların cemaatçi ya da paralel olduğuna dair bir işaret gördünüz mü? Devlete karşı örgütlü bir yapı kurup, darbe yaptıklarına dair bir şüphe oluştu mu?Bu davalarda polisleri savunan arkadaşlar sağ düşünceye sahip avukatlardı. Ama bugüne kadar ne bir kavga ne bir gürültü oldu. Gayet mülayim ve sakindiler. Savcı, hâkim ‘dur' deyince durdular. Onların yerinde bir başka avukat grubu olsa o mahkeme yıkılırdı. Savcı dilekçeyi almıyor, hâkim susma hakkını kullanıyor. Yıllarca avukatlık yaptım, böyle bir dava görmedim. Susma hakkı sanığa aittir, yargıcın böyle bir hakkı yoktur. Bunu o insanların mayasında kavga kültürünün olmadığını anlatmak için söylüyorum. Her düşünceden insanın olduğu belliydi. Kimin cemaatçi olup olmadığını bilemem. Ama her başörtülü, pardösülü, her Kur'an Cevşen okuyan cemaatçi mi oluyor? Ellerini açıp dua eden insanlardan neden rahatsız oluyorlar? Benim rahmetli annem de öyle giyiniyordu, babamın da takkesi vardı. Hâlâ akrabalarımdan öyle giyinenler var. Kılık kıyafetle mi insanları bir yere koyuyoruz? Yaşantısı birbirine benzeyen, adalet arayan, eşit hukuk isteyen herkes cemaatçiyse ben de cemaatçiyim o zaman. Tecrübeli bir avukat olarak suçlu psikolojisinden anlarsınız. Polislerin ve ailelerinin duruşu bir suçlu psikolojisi ile ne kadar örtüşüyor? Suçluluk psikolojisi olan insan kaçar. Adliyedeyken ‘Polisler gözaltı süremiz doldu, biz çıkıyoruz' dediklerinde, giriş kapısındaki koridorda boş alana oturduklarında, bir tane bile emniyet yetkilisi yoktu. Hepsi düz polisti. Niçin yetkililer çıkmadı? Kim suçluluk psikolojisi taşıyordu? Yetkililer suçluluk psikolojisi içindeydi. Dilekçeleri bile almadılar. Suçlu olmasalardı o dilekçeleri alırlardı? Yaptıkları işin legal olduğuna inanıyor olsalardı, ‘kaç İsmail kaç!' demezlerdi, sivil polislerle hakim görüşmezdi, duruşma açık olduğu halde milletvekillini çıkarmazlardı. Her adliyeye girişimde ‘Mahmut Tanal giriş yaptı' anonsu geçilmezdi. Son duruşmada saldırmaz ve nezareti gösterirlerdi. Yaptıkları hukuksuzlukları kayda geçeceğim için benden korktular. Benim topum tüfeğim hukuk, doğrusu hukuktan korktular. Ama korkunun ecele faydası yok, kim ne yaptıysa yaptığı hukuksuzluğun cezasını çekecek. Kimsenin kesesine kalmaz. Suçlu ne kadar kaçarsa kaçsın mutlak surette bir iz bırakır. Bunlar çok iz bıraktılar. Halkın bunları unutmaması lazım. Halk unutsa bile bu işin bir de İlahi adaleti var. İlahi adalete inanıyor ve mutlak surette bir gün gerçekleşeceğine inanıyorum. Ama bunu ahrete bırakmıyorum. Zulüm yapanların karşısında durabilmek için avukatlık cübbemi bir daha giydirsin diye Allah'a dua ediyorum. Yolsuzluk soruşturmasını yürüten polislerin ifadelerinin bile alınmadan haklarında hüküm verilmesi durumunu daha önce gördünüz mü?Savcı tutukluyor ama ifade almıyor. Mümkün mü bu? Sanığın yorulmaması maddesi var kanunda. Ama bunlar polisleri bitkin, yorgun, aç, susuz bıraktı, üstüne ifadeleri alınmadı.Kaloriferler açıldı dediler. Vatan Caddesi TEM şubeye gittim almadılar. Dilekçe verdim.TBMM İnsan Hakları kanununa göre izin almaksızın girme hakkım var. Dilekçeme ‘Hak ihlali yoktur' diye cevap verdiler. Hak ihlali yoksa, beni neden içeriye almadılar? Bu durumda çekindikleri, legal olmayan, karanlıkta kalmasını istedikleri, kirli şeyler ve insanlık onuruyla bağdaşmayan fiili uygulamalar var. Biz şeffaf devlet, katılımcılık, gün ışığında idare deriz hukukta. Ne kadar kirli ilişki varsa ortaya çıksın diye bundan bahsedilir. İstanbul valisini aradım. ‘Aynı zamanda emniyet amirisiniz bana burayı göstersinler' dedim. ‘Şikayetiniz varsa dilekçe verin ilgileniriz' dedi. Üzerine bir ihbarda bulundum kendisine. ‘Valiliğin bünyesindeki insan hakları kurulunun da başındasınız. O zaman siz gelin araştırın dedim. İnsan hakları adına fiziki şartların uygunluğunu denetlemeniz gerekmiyor mu?' deyince sustu. Yani ne valilik, ne savcılık ne terörle mücadeleden cevap alamadım. Eğer idare cevap veremiyor ve sizi içeri alamıyorsa orada hukuksuz işler dönüyor demektir. Polisler teröre hedef gösterildiYurt Atayün anlatacaklarının kayda alınmasını istediği halde görüntülü kayıt alınmıyor. Bu hukuka ne kadar uygun, kayıt alınmamasının sebebi ne olabilir? Ceza Kanunu bu tür davalarda şüphelinin ses, mimik ve hareketlerine göre hâkimin karar vermesi için görüntü alınması gerektiğinden bahseder. Ve mahkemeler de buna göre düzenlenmiştir. Normalde görüntülü kayıt şüphelinin lehinedir. Ama mahkeme bunu istemiyor. Burada bir keyfilik var. O cihazlar devreye girse, hâkimin hareketleri sözleri ve halleri de kayda geçecek. Hâkim kendi aleyhine delil oluşsun istemiyor, kendini garantiye alıyor. Oysa garantiye alınması gereken kişi şüpheli. Yargıç kendine ve yargılamasına güvenseydi, görüntülü kayıt alırdı. Yasa mahkeme hâkimi istediği zaman görüntüyü kapatır açar demiyor.Polisler izinli ve bilgi dâhilinde dinleme yaptıkları halde şu an casuslukla suçlanıyorlar. Keyfi dinleme yapılmış olsaydı yine casusluk neticesi çıkar mıydı?Kimi dinlemişler? Şüphelilerin hangi suçu işlediklerine dair iddia varsa, o iddia ile ilgili delillerin ortaya konulması lazım. Delil yoksa kişinin ifadesi alınamaz. Kişinin lehine ve aleyhine olan deliller olmadan, suç işlemişsiniz diyemezsiniz. Hangi olay casusluktur, kime kullanıldı belgeler, kime, kimler aracılığıyla verildi ispatlanması lazım. Bu soruşturmayı değerlendirirken haklı olarak yargı hakkında ağır yorumlarınız oldu. Bu durumun telafisi nasıl olabilir? Adalet darbe aldı bir kere. Hukuka aykırı yöntemle toplanan deliller hükme esas teşkil etmez deniyor. Rahmetli Prof. Saim Erman hocam ‘Zehirli ağacın meyvesi zehirli olur' derdi. Bundan kastı; yasak sorgu yöntemleri ve yasak delillerle hüküm oluştursanız dahi, sonuç yine adaletsiz olur. Usul esasın kapısıdır. Yanlış kapıdan girince, varacağı kapı da yanlış olur. Bu soruşturmada usul çiğnendi. Yanlış kapıdan girdiler. Gözaltı süresi 3 saat uzarsa diye madde var, adamları 4 gün fazla gözaltında tuttunuz. ‘Muhafaza altındalar' dendi. Oysa muhafaza altında ifadesi insan değil, eşya için kullanılır. Bu hataların telafisi yok. Şüphelinin lekelenmeme hakkı var. Bu insanlar terörle mücadelede görevli ve kimliklerinin ifşa edilmemesi, teröre hedef gösterilmemesi gerekiyordu. Ama teröre hedef gösterildiler. Gizli bilgilerin ifşa edilmemesi lazımdı ama kendileri ifşa etti. Suçu kendileri işledi. Bunlar bu suçu Ergenekon ve Balyoz'da da işledi. Bu soruşturmada telafi ancak, yasak yöntemlerle elde edilen delillerin dosyadan çıkarılıp yargılamanın sağlıklı, güvenilir delillerle yapılmasıyla mümkün.Hakim o İsmail'in kim olduğunu çok iyi biliyor11 kişi tutuklandı 38 kişi serbest kaldı ama bundan sonra hukuki olarak nasıl bir yol alınmalı?Avukatlar kararlara itiraz edip, savcılar sıkıştırılmalı bir an evvel iddianame yazılması için. Yoksa uzun yıllar tutuklu bırakıp, aradan 2-3 sene geçtikten sonra iddianame yazılır. Bu da ayrı bir hak ihlali olur. Anayasa'nın 141. maddesinin son fıkrası yargılama hızlı olmalıdır diyor. Sorgu cezaya dönüştü burada. Tutuklama da cezaya cezanın infazına dönüşecek diye korkuyorum. Hızlı yargılamanın iki faydası var. Birincisi, deliller soğumamış olur. İkincisi kişi suçluysa cezalandırılmış olur. Suçlu değilse de olay hafızalarda tazeyken, toplum nezdinde, aklanmış olur.Polisleri toplumun gözünden düşürmek için tutuklamalar uzun sürdürülüp, iddianame geciktirilebilir mi?Mümkün. Ergenekon Balyoz'da yaptıklarını yapacaklar, öyle görünüyor. Bu başka davalarda da olacak. Burada savaş hukuku uygulanıyor, barış hukuku değil. Savaş hukukunun uygulandığı davaya yargılama diyemezsiniz, bu bir tiyatro. Çağlayan tiyatrosu.Siz TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesisiniz bu soruşturmada tutanak tuttunuz. Bunlardan bir netice alınabileceğini düşünüyor musunuz?Tutanakları parti mensubu olarak tuttum. Ama bu davayla ilgili İnsan Hakları Komisyonu'na dilekçe verip, onları da harekete geçirmeye çalışacağım. Bu davayı incelemeye almalarını sağlayacağım. Bu davadaki hukuksuzluklara bakınca, üstünlerin hukukunun geldiğini görüyoruz. Adı yolsuzluk ve rüşvete karışan bakan ve bakan çocuklarına, başbakanın oğluna Reza'ya uygulanan hukuk farklı. Tutanak tuttuğunuz olaylardan biri de ‘kaç İsmail kaç' olayıydı. Soruşturma bu olayla hatırlanacak diyebilir miyiz?Bu olay hafızalara iyice kazınsın. Avukatlar hukuksuzluklar oluyor, barodan bir gözlemci istediler. İstanbul Barosu Avukat Hakları merkezi başkan yardımcısı sıfatıyla avukat Ömer Kavilli duruşmalara girdi. Yargıcın hukuk duruşu tavırları nedeniyle hukuksal tartışmalar oldu. Yargıç sorguya ara verdi. Kesintisiz yargılama kuralını da ihlal etti. 2 saat geçti avukatlara ‘Ne oturuyorsunuz, hadi kalkın' dedim. Misafiri var dediler. ‘Emniyet mensubu olabilirler' dedim. Odaya girdik, ne zaman başlayacağını sorduk. Hâkim ‘Bakın burada emniyet mensuplarıyla yargılamanın güvenliğini konuşuyoruz' dedi. Ben de ‘Bunu emniyet mensuplarıyla konuşmanıza gerek yok, yetki sizin, emniyet mensupları bunu cumhuriyet savcısıyla konuşur. Sizin tek yetkiniz duruşma salonunun içerisiyle ilgili.' dedik. Brifing alamazsınız, emniyet mensupları yürütemez bu soruşturmayı, yargıç baskı altında kalmamalı, karar etkilenmemeli tartışması oldu. Bazılarında silah da vardı. Hâkimin odasına nasıl silahla girdiler o da ayrı bir hukuka aykırılık? Bu tartışmalar yaşanırken, hâkim ‘Kaç İsmail Kaç' dedi birden. Oturanlardan biri kalkıp kaçmaya başladı. Hakim o İsmail'in kim olduğunu daha iyi biliyor. Niçin böyle legal olmayan isimlerle görüşülüp, iş yapılıyor? Diğer emniyet mensupları neden kaçmadı? Cumhuriyet Başsavcısı açıklama yapıyor: “MİT'çiydi o.' vs. diye. Başsavcıya mı kaldı açıklama bu olayı yaşayan hâkim gelsin açıklasın. İllegal ilişkiye karışmayan bir adam neden kaçar? Kimsenin günahını almak istemem ama neden kaç deniyor? Demek ki hukukun izin vermediği bir diyalog, ayıplı bir iş vardı. Marabayım, hukuk fakültesini işportacılık yaparak okudum9 kardeşiz. Aslen Şanlıurfalıyım. Fakir bir aileydik, aslında marabaydık. İlkokul, ortaokul, lise yatılı okullarda okudum. Yani yaşantısını belli bir yere kadar devletin nohut ve makarnasıyla sağlamış bir bireyim. Öğretmen okulunda okudum. Öğretmen okulundayken sürgünler yaşadım, cezaevlerine düştüm ama hep adaletin peşindeydim. Hep herkes eşit haklara sahip ve özgür olsun istedim. Sadece kendime istemedim. Hukuk fakültesini seyyar satıcılık yaparak okudum. Karaköy'de Eminönü'nde çorap sattım. Yeşildirek'te çorapçılar var. Nasıl çorap sattığımı sorsunlar. Yazları Urfa'da Yıldız meydanında ve köprü başında işportacılık yaptım. O dönem çalışıp şimdi emekli olan zabıtalar varsa benim nasıl işportacı olduğumu iyi bilir. Ben böyle okudum.Sokaktan geliyorum, adaletin hukukun ne olduğunu biliyorum.
↧