Vahan Kocaoğlu nam-ı diğer Sahaf Vahan, hayatının önemli yıllarını sahaflık yaparak geçirmiş. Şimdilerde Beşiktaş’ı mesken tutuyor.Kimilerine göre kaldırım kütüphanesi kimilerine göre ise bir kültür hamalı 89 yaşındaki Vahan Kocaoğlu, nam-ı diğer Sahaf Vahan Usta. Böyle tanınmasının sebeb-i hikmeti hayatının en önemli yıllarını Beyoğlu sokaklarında sahaflık yaparak geçirmiş olması. Hakkında belgeselleri yapılıp kitapları yazılan Sahaf Vahan, şimdilerde Beşiktaş’ı mesken tutuyor.Yozgatlı Ermeni bir ailenin çocuğu olan Kocaoğlu, üç yaşındayken İstanbul’a göç ediyor. İstanbul Boğazı’nın donduğu günleri gösteriyor takvimler. Bu dönemi yoksullukla geçiyor, öyle ki Beşiktaş’ta bir Ermeni mezarlığında yaşıyorlar bir süre. Küçük yaşlarda çalışmayı, eve ekmek getirmeyi öğreniyor. Cihangir ve Emirgan’da önce bahçıvan sonra kunduracı yanında çıraklığa başlıyor. Sahaflığa da o yıllarda merak salıyor. İmkânsızlıkların içinde keşfettiği kitapları ‘Hayatımın çığır noktasıydı.’ diye anlatıyor. Maddi zorluklara rağmen haftalığının yarısını kitaplara harcıyor. Bu sevgi bir anda onun yaşamı oluveriyor. Açtığı kunduracı dükkânını uzun süre işletemeyince ‘ver elini Beyoğlu’ diyor ve 45 yıllık sahaflık hayatı başlıyor. Galatasaray Lisesi’nin yanı başına kurulu tezgâhıyla hizmet veriyor. Kimler yok ki onun daimi müşterileri arasında; Özdemir Asaf, Cemal Süreya, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Salah Birsel, Agâh Özgüç, Erol Günaydın, Nejat Uygur, Metin Erksan, Cahit Irgat. Mesleğinin ilk yılları onu ziyarete gelen ünlü simalar için hazırladığı teşrifat defteri bulunan Kocaoğlu, “Ne yazık ki bu deftere biri zarar verdi. En büyük pişmanlıklarım arasındadır bir daha defter tutmamış olmam. Gençliğin getirdiği hallerden ve üşengeçliğimden hep erteledim. O vakit ünlü olanların arasında sonraları üst makamlara gelen isimler de vardı. Şayet defteri tutsaydım şimdi anı olarak yayınlayabilirdim ve delil olurdu. Geride sadece anlatılanlar var, yazı her zaman iyi bir araç olarak kalıyor.” diyor.En büyük kaybım...Vahan Usta’yı tanıyan birçoğuna göre o ‘Hayal Sahaf’. Böyle anılmasının sebebini kendisinden öğreniyoruz: “Çekingen biriydim. Gölgeye benzetilirim bu yüzden. İnsanlara hizmet veren bir mesleği icra ediyorum ama yine de bunu aşamadım. Böyle olunca eş dost ‘Hayal Sahaf’ diye seslenir oldu bana.” Ziyaretimizde bize 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili yaşadıklarını anlatan karikatürleri gösteriyor: “O zamanlarda Osmanlı Yokuşu’ndaki kunduracıda çıraklık yapıyordum. Birkaç tane gayrimüslim dükkânı bulunuyordu. Akşam saatlerine doğru sokaklardan ses gelmeye başladı. ‘Vatan elden gidiyor, vurun, acımayın’ diye bağırıyorlardı. Halk toplandı, meydan kalabalık, ben de oradayım. Dükkânların camları taşlanıyordu. Kepengi kapattım ama kilit eski. Polislerin gelmesiyle onların arasına katılıp ayrıldım. Biraz daha geç olsaydı kurtulamayabilirdim.”“2003 yılında sokak satıcılarına gelen yasaktan, zabıtaların onu idare etmesiyle bir şekilde kurtulur. Bu hal 2006’ya kadar devam eder. Yasağa üç yıl dayanabilen Sahaf Vahan’ın 45 yıllık Beyoğlu yolculuğu da bitmiş olur. ‘En büyük kaybım, üzüntüm’ dediği olaydan sonra Beşiktaş Vapur İskelesi civarında geçimini sürdürmeye başlar. Şimdilerde evinde dinlenen Sahaf Vahan’ın tezgâhına oğlu bakıyor.Elimden çok değerli kitaplar geçtiBugüne kadar çok değerli kitapların alım satımını yapan Sahaf Vahan, arkadaşlarından eleştiriler almış: “Arkadaşlarım pahalı fiyatlara satarken ben tam tersini uygulardım. Belki de bu yüzden kitaplarım çok rağbet görürdü. Tabii yılların verdiği tecrübeyle elime değerli kitaplar, dergiler ve albümler geçiyordu. Bir keresinde adamın biri bana alay eder gibi, ‘Usta, senden aldığım kitabı Amerika kütüphanesine sattım.’ dedi. Yani benden 5 liraya aldığı kitabı orada 100 liraya satmış. Üzülüyorum şimdi fakat halk da beni böyle sevdi. Yüzümün yumuşaklığı ve içimin el vermemesiyle yapamadım.”Dağlarca ile iyi dosttukFazıl Hüsnü Dağlarca ile aralarında samimi bir dostluk olduğunu söyleyen Vahan Kocaoğlu, “İlk zamanlar çok iyi değildik. Gelir yanıma şunu da satsan fena olmazdı, der öğüt verir geçerdi. Uğradığında hep laf atardı. Sonraları sevdik birbirimizi. Hatta ‘Ustacığım, düzyazı yazmıyorum ama yazacak olsaydım seni yazardım.’ der gönlümü alırdı. Hiç unutmuyorum, bir keresinde bana kitapların çok tozlu, bunları az silkele, demiş ve beni kırmıştı. Ben de ona, ‘Ne var aldığımız hava çok mu temiz sanki!’ dedim. Bir zaman bana bu sebepten küs kaldı. Bazen Özdemir Asaf’ı beraberinde getirirdi, çay içer ve kitaplar üzerine muhabbet ederdik.” diyor.
↧