Milliyet’te işten çıkarılan Pelin Batu’ya göre yaşadığı normal: “Her gün çocuklar ölürken, kadınlar öldürülürken, çevre katledilirken laylom yazamayacaktım.” İşten çıkarılması onda üzüntü oluşturmamış, “Sıradaki” diyor.Pelin Batu hangi işe elini atsa, eleştirilerin hedefi olmaktan kurtulamadı. En son Milliyet Gazetesi’nde köşe yazarlığı görevinden alınan Batu ile buluştuk, hem 15 yıldır bu eleştirilerin odağında olmanın ona yaşattıklarını hem işten çıkarılma sürecini konuştuk. “Basın harakiri ediyor. Ölsün. Şimdi zaten komada. Öldükten sonra alternatifler çıkacak.” deyip ekliyor: “İnatçı bir Arnavut olduğum için eleştirilere kulağımı tıkıyorum.”Milliyet’teki serüveniniz sona erdi. Yazarların bir anda işsiz kaldığı bir dönemden geçiyoruz, sizin için bu süreç nasıl işledi?Uzun zamandır bu yazı son yazı hissiyle yazıyordum. Her zaman doğru bildiğini söyleyen ve yazan bir insan oldum. Hakikaten sadece basın açısından değil, her anlamda hoyrat, keskin, çok tahammül bir zamandan geçiyoruz. Bir tarih öğrencisi olarak bakıyorum, 12 Eylül’ü yaşayan darbe mağdurları bile ‘O dönemi tercih eder hale geldik.’ demeye başladı. Çok sağlıksız, şizofrenik, üzücü bir durum. Sadece tanıklık edebiliyoruz ve bir şey söylemezsem suçluluk duyarım. İki sene boyunca yaşadıklarımıza bakın, çocuklar patır patır ölüyor. Her gün bir kadın cinayeti var, çevre müthiş bir katliama maruz kalıyor. Bunlar yaşanırken, ‘laylom’ yazamayacaktım. Etrafta güzel şeyler yaşanmıyor ki, böyle bir dönemde insanın kendini ifade edebilmesi bir lükstür. Daha önce de oyuncu olarak belli kampanyalara katılıyordum. Çünkü medya ancak ‘ünlü’ler girince ciddiye alıyor. Medyayı inandığım şeyler için kullanmak benim için güzel bir şey. Çok şaşırdığımı söyleyemem. Etrafa bakıyorum, herkes bu süreçte bundan nasibini alıyor.Bundan 6-7 yıl önce politika dışında da bir hayat vardı, farklı gündemleri konuşuyorduk. Artık insanlara onun dışında bir şey söylemek fırsatı da tanınmıyor değil mi?Son zamanlarda çok fazla Ahmet Rasim okuyorum ve onun yaşadıklarını görünce ‘güler misin halimize’ diyorum. O dönemde melon şapka taktı ‘vay ecnebiler’ diye tutuklandı insanlar, şimdi ‘ondansın ya da bundansın’ diye ayrılıyorsun. Başbakan’ın konuşmaları da çok etkili. Bu dönemde ayrımlar siyasi bir mekanizma olarak kullanıldığı için çok daha ilkel yapılıyor. Bunu medyanın içinde yer alırken çok net görüyorsunuz. Eskiden gençler rockçı mısın yoksa rapçi mi diye konuşurdu, şimdi Gezici misin, Gezizekalı mısın diye bir ayrım var.Ayrılmanızın ardından sosyal medyada bir linç sürecine de maruz kaldınız...On beş yıldır bu işlerin içinde olduğum için derim kalınlaştı. Kafaya takmamaya çalışıyorum. Yine de bazı şeyler tahammül sınırlarımı zorluyor. Adıma hesaplar açıp söylemeyeceğim şeyleri yazıyorlar. Ak Trollerden bir tanesi ‘Sen babanın cenazesine bile yarı çıplak gitmiştin.’ yazdı, hakikaten uzun zamandır yaşamadığım sinir duygusuna gark oldum. Birincisi sen benim babamın cenazesinde ne giydiğimi nereden hatırlıyorsun, ne tuhaf bir şey bu; ikincisi uzun siyah bir elbise giymiştim. Sen ne kadar aşağılık bir insansın ki, bana buradan vurmaya çalışıyorsun. Bunu benim Milliyet’ten kovulmama nasıl bağlarsın? Bir kadın olarak da çok rahatsız oluyorum.İnsanın akademik birikiminden önce kadın kimliğiyle ön plana çıkarılmasının iyi bir örneğisiniz aslında…Bunu da kafaya takmamaya çalışıyorum, üçüncü dünya ülkelerinin kaderi gibi. Bütün dünyada yapılıyor ama bizim toplumumuzda da tabu. İkinci sınıf vatandaş durumu var. Saldırganlık ve kadın üzerinden bir edebiyat kurma söz konusu. Özellikle alakasız konularda konu oraya bağlanınca hakikaten içimden ‘yazık’ diyorum. Bu süreçte en çok benim atılmamı konu alan blog yazarının yazılarına son verilmesine çok üzüldüm. Sadece benim yazımdan alıntılar yaparak ‘Yazık değil mi, niye kul hakkını yiyorsunuz?’ yazmış. Bu yüzden kapatmışlar blogu. Yukarıdan birinin söylemesine gerek kalmadı, zaten artık kraldan çok kralcılar var. Ne olduysa herkes bir kültür avukatlığına soyunmuş durumda.Artı 1 de kapandı. Mecraların giderek daralmasını nasıl yorumluyorsunuz?Geçenlerde bir gazeteci arkadaş Sartre’dan örnek verip, ‘Kaybeden kazanır’ dedi. Bu bir harakiri yapma durumu. Basın harakiri yapıyor. Bu kadar sözcü olarak davranınca, ‘bize bir şey olmasın’ dedikçe, kaybediyorlar. Ne istedikleri yere gelebilecekler, ne insanların saygısına ulaşacaklar. O yüzden de bu harakiriden sonra daha güzel şeylerin olacağını düşünüyorum. Ölsün. Şimdi zaten komada. Öldükten sonra alternatifler çıkacak. İnsan doğasında var, siz ne kadar kırılırsanız, ne kadar sessizleştirilirseniz o kadar sağlam patlar. Yazılı basın öldü diyorlar, yabancı basını yakından takip ediyorum, New York Times’ın satışları yükseldi. Guardian da öyle. Türkiye’ye gelelim. Sadece hükümeti suçlamak çok kolaycı, hepimiz bu oluşumun bir parçasıyız. Herkes ‘Türkiye’de özgür basın yok’ diye şikâyet ediyor ama iş para koymaya geldiğinde kimse yok. Şimdi bakıyorum, eninde sonunda bir şey olacaktır. Herkes ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ modunda ama böyle devam edemez.‘Yurtdışından takip ediyorum’ dediniz ya, çocukluğu Asya’dan Avrupa’ya geçmiş bir insan olarak bu biraz da sizin gerçeğiniz. Türkiye dışına çıkınca nasıl bir manzara görüyorsunuz?Bir kere artık Türkiye sıcak listeden düşmüş durumda. Son altı aydır Türkiye ilgi alanından çıktı. Bunun da çok basit bir sebebi var. Son üç-dört senedir ideal görünen resim tuzla buz oldu. Gezi sürecinde ‘Galiba bunlar da despotik bir noktaya gidiyor’ fikri oluştu. Ortadoğu kırılgan bir halde. O yüzden de tabii ki müttefikimizi kaybetmeyelim ama alternatif medya organlarıyla duyuralım derdindeydiler. Ukrayna, Suriye ve Irak çıkınca Türkiye gündemden düştü. Güya Neo-Osmanlıcılık oynanacaktı, hiçbir konferansa çağrılmayan bir ülke olduk. Bunları yan yana koyunca sadece dış politikada çuvallamadık, radardan da çıktık.Gezi sürecinden bize ne kaldı sizce?Gezi çok şaşırtıcı bir şeydi. Hepimiz böyle bir şey oldu mu diye baktık. Bunun başka bir şeye evrilmesini bekliyorduk. Apotilik diye düşündüğümüz gençlerin politikaya sarılmasını bekliyorduk belki de. Benim beklentim bu değildi ama. Apotilik gençlik bir anda siyasete soyunmadı. Daha başlangıç evresinde. O yüzden de çok fazla birbirimizin moralini bozmaya gerek yok. Bundan ne öğrenebiliriz, onu konuşmamız lazım.On beş yıldır aynı yerlerden eleştirilmekten sıkılmadınız mı?O kadar çok sıkıldım ki. Bu yalnız benim değil, medyadaki diğer kadınların da sorunu. ‘Babasının kızı’ lafı bitmedi. Elbette babam benim dünyamı değiştirdi, onun sayesinde kitaplara meftun oldum ama ben 15 yıldır bu işleri yapıyorum. Kayan yıldız gibi düşebilirdim. Bunları anlatmaya da utanıyorum. Daha yapacağım, öğreneceğim çok şey var ama baba torpili meselesinden konuşmak bana çok utanç verici geliyor.Babanız olsa ne derdi?Babam o kadar geniş ufuklu, rahat bir insandı ki, gülüp geçerdi. ‘Onlara prim verme.’ derdi. Bazı durumlarda hiç önemsemiyorum ama bazen yorucu oluyor. Kendime güveniyorum. Hakikaten en zevk aldığım şey araştırmak, okumak. Kimseye kanıtlamak derdim de yok. Milliyet’te yazarken de ‘Sen de mi köşe yazarı oldun.’ diyorlardı. Evet, Türkiye dünyada en çok köşe yazarının olduğu ülkelerden ve evet ben de yazar oldum. Şimdiye kadar yazdığım kitaplarla ilgili bir ya da iki defa düzgün eleştiri yazısı yayınlandı. ‘Siz Türk’sünüz niye İngilizce yazıyorsunuz?’ sorusuna yanıt vermekten gına geldi. Bütün sorular bu yüzeysellikte ilerliyor.Vasatla iştigal hissine mi kapılıyorsunuz?Evet. Bir yere gidip geldiğimde ilk günler zihnim o kadar yüksekte dolanıyor ki, sonra bir haftaya kalmadan normale dönüyorum. Zorla döndürüyorlar. Dik kafalı bir Arnavut olduğum için bu eleştiriler beni etkilemiyor. Bazen New York Times’ın kitap ekine baktığımda ‘İyi ki ben bu eleştirinin objesi değilim.’ diyorum ama sonra düşünüyorum, keşke olsam. O kadar detaylı analizler ki. Bunu okuyan yazar ya da oyuncu performansını değiştirir. Ben burada kendimi değil, toplumu sorguluyorum. Eleştiri var, eleştiri var. Bana kadınlık ya da yabancı hayranlığı ya da babam yüzünden vuruyorsanız bu sizin ilkelliğinizi gösteriyor. İnsan biraz araştırır da vurur. Geçen haftadan beri arkadaşlarım arıyor ‘Pelin iyi misin?’ diye. Kaybeden edebiyatı yapmak istemiyorum ve o kadar heyecanlıyım ki. Bende mücadele güdüsünü artırıyor yaşadıklarım. Sırada iki kitap var.
↧