Dünyaca ünlü arp sanatçısı Şirin Pancaroğlu, tarihin tozlu sayfalarındaki bir çalgıyı ihya etti. Klasik Türk müziği eserleri ve kendi bestelerini çeng ile yorumladığı Çengnağme albümünü dinleyiciyle buluşturdu.Çeng enstrümanına merakınız nasıl başladı?Öyle bir çalgı çalıyorum ki bütün medeniyetler kadar, insanlık kadar eski. Arp sanatçısı olup da müziğin tarihini merak etmemek biraz tuhaf bir durum. Ailede de böyle bir formasyon var. Kardeşim sanat tarihçisi. Ortaçağ İslam sanat tarihi üzerine çalışıyor. Onunla birlikte eve çok fazla kitap girmeye başladı. Birlikte sergilere gittik ve fazlasıyla minyatür görmeye başladım. Annem de arkeolojiye çok meraklıdır. Onun dışında eskiden de müzelere gider, eski çalgılara merakla bakardım.Yani minyatürlerde mi keşfettiniz bu çalgıyı?Evet. Çeng neredeyse bütün minyatürlerde karşıma çıkıyordu. Birkaç çalgının olup da içinde çengin olmadığı bir minyatür yok. Ne zaman bir müzik sahnesi resmedilmişse orada çeng var hem de başrollerde. Erken dönem Osmanlı ve Ortaçağ İran’ında müthiş bir varlık sürmüş. Minyatürlere baktığımda yere oturularak çalınan telli bir çalgı görüyor ve bu arp diyordum.Batı müziği eğitimi aldınız. Çeng ise klasik Türk müziğinde kullanılıyor. Türk müziğiyle nasıl tanıştınız?Rahmetli Cinuçen Tanrıkorur ben yüksek lisansımı yaparken tedavi için Amerika’ya gelmişti. Aynı şehirdeydik. O benim içime Türk müziği aşkı serpti. Bana Türk müziği teorisi gösterdi, beni dinledi bolca, sohbet de ettik. Bu müziği keşfetmeye başlamam, çenge olan merakımı iyice artırdı. Sonra gördük ki hiçbir yerde yok. Robert Labareal isimli bir Amerikalı müzik tarihçisi çengin tınısını taşıyan ayaklı kanun gibi bir çalgı yapmıştı. Sesi yakın olsa da orgonolojik bakımdan aynı çalgı değildi. Cinuçen Bey beni Fikret Karakaya’nın dahil olduğu Bezmara topluluğunun bir konserine götürdü. Orada bir topluluk içinde sesini duydum.Çengi yeniden ete kemiğe nasıl büründürdünüz peki?İlk çengi 2008 yılında yaptırdım. Çengi ortaya çıkarmak ve görünür kılmak için Tekfen Filarmoni Orkestrası ile bir proje gerçekleştirdik. Arp ve çeng için konçerto sipariş ettik. Proje oluşturdum ki çalgıyı yapabilelim. Çünkü bunu yapmaya benim imkanlarım yetmezdi. Nihayetinde birkaç tanesi çöpe gidecekti. İlk çengle resmen bir sinir harbi yaşadım. Çok meşakkatliydi. Ses ve duyum açısından ihtiyaçlarımı karşılamıyordu. O konseri nasıl yaptık bilmiyorum. Sonrasında yine Tekfen destek oldu ve bir tane daha yaptırdık. Ufak tefek yine denemelerimiz oldu. Yeni albümde birlikte çalıştığım Bora Uymaz ile tanıştıktan sonra bana ‘Bununla nasıl çalıyorsun?’ dedi. İzmir’de Levent Güleç isimli bir lutiye arkadaşı vardı. Öyle güzel bir çeng yaptı ki resmen ağzım açık kaldı. Aradığım enstrüman oldu. Tam da Bora bir albüm yapalım kayda girelim dediği anda.Çengi aslında çeng çalan kişi demek ama günümüzde dans eden kadın akla geliyor…Çeng 17. yüzyılın başlarında yok olmaya ve başka çalgılar ön plana çıkmaya başlıyor. Müzikteki gelişmeye çeng ayak uyduramıyor. Mesela udlar ön plana çıkıyor. Rolünü kaptırıyor yani. Ama kullanımdan düşmesine rağmen bir güç emaresi olarak minyatürlere resmedilmeye devam ediyor. Müzik meclislerinde gözden düşünce, eğlence mekânlarında dansözlerin ellerine düşüyor bu çalgı. Aslında onlar da eskiyi yâd etmek için ellerine çeng alıyor. Çeng çalan kişiye çengi deniyor. Ancak çengi denince şimdi akla hep o dans edenler geliyor.‘Dünyaca ünlü arp sanatçısı çengi olmuş’ dense gücünüze girer mi?Hayır asla, bu beni rencide etmez. Bilhassa çok mutlu olurum. Biz tekrardan çenge itibarını kazandırmaya çalışıyoruz. Çenge iade-i itibar yapıyoruz. Biz yeni albümümüz Çengnağme ile aslında şunu diyoruz: Bugünkü müzik ortamında kadim bir çalgıyı müziğin içine entegre edebiliriz. Hiçbir çalgıdan rol çalmıyoruz. İlkel bir çalgı ve bu haliyle güzel. Yapamayacağı şeyler var. Ama bazı şeyleri güzel yapıyor ki onları da keşfetmiş oluyoruz. Onu da başka şey yapamaz.Çalarken zorluklar yaşadınız mı?Adaptasyon sorunu oldu. Yere oturmak çok zor. Bırakın enstrüman çalmayı şehirli ve modern bir insan için yere oturup bir iş yapmak kolay değil. Benim bunu tekrardan öğrenmem gerekti. Yeniden yere oturarak çalmaya başladım. Akort ederken çok manevi süreçler yaşadım. Mesela bir süre istediğim gibi akort edemedim. Bora, ‘Ona iyi davran, sev ve konuş. Çalacağın pozisyonda akort et.’ dedi. Dediklerini yaptım ve çok güzel akort tuttu. Batı kafasıyla yetişip bunlara tanıklık etmek benim için de çok ilginçti. Göz açıcıydı.Bir Çengi MinyatürüYeniden doğmuş gibiyimYeni albümünüz Çengnağme Türk müziği albümü. Batı müziği eğitiminden gelen biri için nasıl bir deneyim?Albüm Sarten’in desteğiyle kaydedildi. Lila Müzik’in kataloğunda yer almasından memnuniyet duyuyorum. Bora Uymaz albümün müzik yönetmeni. Daha önce Meriç Dönük ile Elişi diye türküleri yeni bir bakış açısıyla yorumlayan bir çalışma yapmıştık. Ama bu albüm Türk müziği ağırlıklı. Benim için çok keyifli bir süreçti. Yeniden doğmuş gibi oldum. Kendime özgüvenim arttı. Yapabilir miyim, yapamaz mıyım diye kendime soruyordum. Bora Uymaz gibi hem danışabileceğim hem de birlikte ürettiğim bir partnerim olması büyük şans. O Türk müziği kökenli. Bu melezlik ve iki yakayı bir araya getirme çalışmaları çok önemli. Fakat geçmişte ideolojik olarak çok büyük sıkıntılar yaşanmış. Herkes birbirine kötü demiş.Klasik Batı müziği camiasından eleştiriler geliyor mu?Dile gelmiyor ama hissediyorum. Ailede bile... Hoşlanılmadığını biliyorum. Danimarka’da falan yaşıyor olsam tamamen aforoz edilebilirdim. Türkiye’de insanlar sandığımız kadar siyah beyaz değil. Eskiden öyle değildi, şimdilerde daha esnek. Çünkü akıl bunu gerektiriyor. Batı müziğinde göreceğimi bizzat yerinde gördüm zaten. O kanalda çalışmalarım daha uç, daha yenilikçi ve avangart çalışmalarım devam ediyor. Burada da yeni bir pencere açıldı.Çengnağme’de sizi besteci olarak da görüyoruz...Çengnağme için eserler seçiyorduk. Sonra Bora Uymaz bu konuda içimde bir ateş tutuşturdu. Beste yapamayacağımı düşünüyordum. Tam Âmâk-ı Hayal’i okuduğum bir sırada bana bir söz gönderdi. Al bunu bestele, dedi. Makamını bana bıraktı. Ne yaptığımın farkında değildim açıkçası. Ayrıca hiç söz üzerine beste yapmamıştım. Ortaya eser çıkınca herkes şaştı kaldı.Eseri 2009’da uçak kazasında kaybettiğimiz Ceren Necipoğlu’na adamışsınız.Evet. Kendi bestemi ona ithaf ettim. Vefat ettikten sonra vites yükselttim. Onun gidişi beni çok çalışkan bir hale getirdi. Açığını kapatmak mümkün değil ama onun gücü bana geçti. Birdim, iki gibi oldum. Şirin’dim, içimden bir de Ceren çıktı. Vefatından sonra çok faal bir sürece girdim.Heybenizde başka neler var?Tango üzerine çalışıyoruz. Uzun zamandan beri Türkiye’de iyi tango bestelenmiyor, çalınmıyor ve söylenmiyor. Bora ile tanıştıktan sonra o beni Türk müziğine davet edip çok sıcak bir yer açtı. Ben de onu tangoya davet ettim. Çünkü sesi buna çok uygun. O da sadece sesiyle gelmedi. Daha konser yapmadan besteler yapmaya başladı. Stüdyoya girdik kaydettik. Sonbaharda çıkacak. Herkesin diline düşecek şarkılar var. Bir de tasavvufla ilgileniyorum.
↧