Demokratikleşmeye yönelik açılım ve paketler devam ediyor. Yüzleşme Derneği ise yayınladığı raporda çözüm için yeni anayasaya vurgu yapıyor. İktidarın Alevi oylarından vazgeçtiğini düşünen Dernek Başkanı Cafer Solgun, “Alevi meselesini kaşıyarak halkı kutuplaştırıyorlar.” diyor.Bugüne kadar Romanlardan Kürt sorununa kadar çeşitli açılımlar ve demokrasi paketleri gündeme geldi. Varılan noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?Hükümetin ikinci iktidar döneminde ortalık açılımdan geçilmiyordu. Kürt, Roman, Alevi gibi açılımlar oldu. Fakat bunların hepsi açıldığı yerde kaldı. Örneğin Roman açılımı dediler. İstanbul’da büyükçe bir spor salonunda Roman yurttaşlarımızı topladılar, çaldılar, söylediler, oynadılar ve bitti. Roman açılımı bu mudur yani? Müfredatta Romanlara yönelik ayrımcılığı bitiren değişiklikler mi yaptınız, yasalarda yeni düzenlemeler mi getirdiniz? Alevi açılımında bir buçuk senede 7 tane çalıştay düzenlendi. Konuyla ilgili ilgisiz yüzlerce insanı dinlediler. Taleplerin ne olduğunu bilmiyorduysalar eğer, öğrendiler. Alevilerin kendi içinde parça parça olduğu söylenir ama bazı taleplerin arkasında hepsinin birlikte durduğu görüldü. Sonra kendi başlattıkları açılımı sokağa terk ettiler. Kürt sorununda ise bir süreç var ama bununla amaçlanan nedir, kalıcı barış sağlaması için neler yapmak lazım. Ne planlıyorsunuz? Bunların hiçbirinin yoruma mahal bırakmayacak açıklıkta cevabı yok. Hâlâ dağda 10 binin üzerinde silahlı militan var. Sadece dağdakiler de değil, PKK’nın desteklediği gençler yol kesiyor, molotof atıyor. Yani her an her şeyin olabileceği bir durum söz konusu.Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra sürece yeniden odaklanılacağı söyleniyor…Bu bir yorum. Buna karşılık şöyle diyenler de var: Hükümetin bir Çözüm Süreci planı yok. Hükümet 2015 seçimlerine kadar örgütü kendi üzerinde bir baskı unsuru olmaktan çıkarmak istiyor. Bunu da Öcalan’ın eliyle yapıyor. Hangisi işinize geliyorsa ona inanıyorsunuz. Çünkü tarafların özellikle de hükümetin kendisini resmen bağlayan bir açıklaması yok. Çözüm süreci başlattıysanız bu işin sessiz sedasız başlamasını anlayabiliriz. Ama üzerinden bir sene geçmiş. Bu şekilde nereye kadar gideceksiniz? En son Diyarbakır’da düzenlenen çalıştayda da titizlikle seçilmiş bir akademisyen grubuna hitap edildi. Bunun adı da çalıştay oldu. Oysa farklı düşüncelerin bir arada olduğu, devlet yetkililerinin de bu görüşleri değerlendirdiği, buradan bir ortak akıl çıkarmaya yönelik bir ortam olmalıydı. Son olarak Meclis tatile girmeden gündeme getirileceği söylenen “çerçeve yasa tasarısı” var. Çözüm süreci gündeme geldiğinden bu yana hükümetin attığı ilk somut adım olduğunu söyleyebiliriz. Tasarı bu haliyle yasalaşırsa, süreci yürütenlere yargı muafiyeti sağlanmış olacak. Bir de muğlak ifadelerle de olsa eyleme karışmamış militanların “rehabilitasyonunun” sağlanacağı söyleniyor.Bu tasarı yasalaşırsa çözüm süreci yeni bir aşamaya mı girecek?Göreceğiz. Bu soruya ezbere olumlu yanıt vermek zor. Sürecin Ortadoğu’daki gelişmelerden de doğrudan etkilenen bir karakteri var artık. Bu yasa çıktıktan sonra örgütün silah bırakacağı beklentisi içinde olanlar, bilerek ya da bilmeyerek kamuoyunu yanıltıyorlar.Önümüzdeki dönemde Alevi açılımı için yeni bir paketten bahsediliyorEylül paketinden andımızı kaldırmaktan başka hiçbir şey çıkmadı. Alevi açılımıyla ilgili pakette ne var? Cümle içinde söylenen bazı işaretlerle ilgili oturduğumuz yerden yorum yapıyoruz. Ama bu paket falan meselesi değil. Elbette ki bizi bir adım öteye götürecek bazı adımların atılması yönetmeliklerin değişmesiyle de mümkün. Fakat en köklü adım anayasanın değişmesi.Bugün ne değişti de Alevi açılımı yön değiştirdi?Bu siyaseten alınmış bir karar. Birincisi ‘açılım yapsak da Aleviler bize oy vermez’ fikriyle açılımdan vazgeçtiler. Bu doğru değil çünkü bu siyaset üstü ele alınması gereken hassas bir mesele. İkincisi, AKP’nin fetva aldığı çevrelerde Alevi açılımı riskli bulundu. Dindarların kafasını karıştırabileceği yönünde fetvalar alındı. Ve cemevlerinin ibadethane statüsünün kabul edilmemesi gerektiği fetvaları alındı. En tehlikeli neden ise şu: Toplumda kendilerine siyaseten yarayacak bir kutuplaşma potansiyeli gördüler. AKP’nin şöyle bir tasavvuru olduğunu düşünüyorum; Aleviler AKP’ye oy vermesin, CHP’ye oy versin. Daha yıllarca CHP’ye oy versinler. Yani CHP, Alevi partisi olsun. Ama buna karşılık AKP de Sünni partisi olsun. Sünniler çoğunluk, Aleviler azınlık. Alevi-Sünni kutuplaşması siyaseten onlara yarayan bir tablo. Bu yüzden bütün toplumsal itirazları Alevi olmakla damgalayan çok tehlikeli bir tutum içerisine girdiler. ‘O Alevi kalkışması ise benim Sünni taraftarlarım etrafımda daha da sıkı kenetlenir’ gibi bir hesaba dayandı.‘Devlete her zaman düşman lazım’ fikriyle bugün seçilenlerden birinin de Aleviler olduğu iddiası çok mu radikal?Maalesef bunu düşündüren gelişmeler yaşıyoruz. Aleviler DHKP-C’li, terörist, darbeci, şu bu... Okmeydanı ve Gezi’yi takip eden olaylarda da bunlarla karşı karşıya kaldık. 14 yaşında, kafasından gaz fişeği ile vurulup aylarca komada kalan bir çocuk. Bu çocuğun her tarafı militan olsa ne olur. Reyhanlı’da 52 yurttaşımız bombalı saldırıda öldü. Orada kaybettiğimiz insanlar bizim insanlarımız. Sünni ya da Alevi olması bir şey değiştirir mi? Böyle iğrenç bir ayrım yapılabilir mi? Sayın Başbakan yaptı. ‘52 Sünni vatandaşımız’ dedi.Yüzleşme Dergisi’ndeki raporda Ayfer Karakaya, Alevifobi gerçeğine dikkat çekiyor. Sizce kullanılan nefret dilinin bunda etkisi var mı?Tabii ki. Alevifobi sürekli yeniden üretiliyor. Yöneticiler önyargıları kaşıyıp düşmanlık boyutuna çıkarıyor. Kutuplaşmanın sorumlusunun altını, kalınca ‘devlet’ diye çizmek gerekir. Bu kutuplaştırma siyasetinin en tehlikeli boyutlarıyla karşımızda olduğu kanısındayım. Hatay bizim yüzyıllardır Alevi-Sünni birlikte yaşadığımız bir il. Bir de şimdi gidin bakın. Orada kimsenin başkasının inancıyla derdi yokken hükümetin gaz verdiği, ajite ettiği ortam nedeniyle Aleviler bir tehlike, Sünniler başka tehlike. Alevilerin üzerinde zaten bin tane önyargı var. Bir de bu hükümetin özel olarak ürettiği bu önyargılar oluşmaya başladı.Bugün Alevi gençlerin eskiye göre daha çok politize olduğu iddiası doğru mu peki?Alevilerle ilgili kirli bir algı manipülasyonu yapılıyor ve bundan da siyaseten medet umuluyor. Aleviler mağdur ve mazlum bir halktır. Çile çekmesini de bilirler. Kendi korku ve kaygılarıyla yaşamasını da. Tarihleri de bundan ibaret zaten. Geçen yıl AKP milletvekili Mehmet Metiner, ‘Cemevleri terör yuvası oldu.’ dedi. Bu, iğrenç bir ayrımcılık. Bugün Alevi gençleri bu ayrımcılığı kabul etmiyor. Bunun karşılığını siyasi yelpaze içinde bulamadıkları zaman istismara açık bir duruma geliyorlar. Ve böyle olması adeta tercih ediliyor. Eğer gençlerin haklı tepkisinin gereğini siyaseten yapmazsanız, oraya buraya çekerseniz bunu kullanacak insanlara gün doğar. DHKP-C de hangi istihbarat örgütünün ne şekilde kullandığı tartışılan bir örgüt.IŞİD, Türkiye’deki Alevileri tedirgin ediyor mu sizce?IŞİD meselesi tabii ki bizi ürküttü. Bu Alevilere özgü bir şey de değil. Kamuoyunda yaygın bir kanaat var: Suriye’de üç beş ay içerisinde devrilecek diye hesap yapılan Esed’e karşı, kim olduğuna bakılmaksızın, yarın ne hale gelir diye düşünmeksizin bazı oluşumlar desteklendi. Ortadoğu’da Sünni bir eksen oluşturma, hükümetin öncelikli dış politika buluşuydu. Bu çökse de bugün IŞİD diye bir şey var. O da durduğu yerde durmuyor. Bu Alevilerde çok daha fazla kaygı oluşturuyor. Ortadoğu’da Sünni bir eksen oluşturma politikasını bu tip örgütleri destekleyerek yürütmekte olduğunu düşünmek çok korkutuyor. Bu oluşumların yarın öbür gün Türkiye’de de kanlı icraatlara girişmeyeceklerinin bir garantisi yok. Alevilerin zaten AKP’ye yönelik çok derinleşen bir güvensizlikleri var. Bir de bu tür örgütlerin ortaya çıkması, bu güvensizliği açık açık bir korkuya dönüştürdü. ‘Burası bizim vatanımız, nasıl yapalım, nereye kaçalım? Başka bir yerimiz de yok ki gidelim.’ gibi bir psikoloji içerisindeler. Bu atmosfer başka niyetler taşıyanların istismarına da ortam sağlıyor.‘Kalıcı barış ortak ihtiyacımız’Yüzleşme Derneği, Barış Hepimize Hayat adlı raporun da yer aldığı bir dergi çıkaracak. Rapor neleri içeriyor?Bu süreç başladığında nasıl isimlendirileceğine en başta iktidar şaşırdı. Sonunda Çözüm Süreci ismini kullanmayı tercih etti. Ama biz bunu barış süreci olarak varsaymak istiyoruz. İşte böyle varsayarak düzenlenen bir dizi etkinlikten sonra hazırladığımız bir rapor. Bu sürecin nasıl ve neden sahici bir barış süreci olması gerektiğini ortaya koyuyor. Bugünkü haliyle yetersiz ve güven vermeyen bir yapıda olduğu eleştirisini getiriyor. Bu anlamda sürece yapıcı bir boyut kazandırmayı hedefliyor. Türkiye’de kalıcı bir barış, istisna gözetmeksizin hepimizin ortak ihtiyacı. Kürt sorunu en sıcak sorunumuz çünkü can yakıyor. Ama bunlar arasında bir hiyerarşi kurmadan Ermenilerin de Süryanilerin, Ezidilerin ve Alevilerin de barışa ihtiyacı var. Bu çalışma, biraz da bu beklentiyi ifade eden bir çalışma.
↧