Tehlike sinyali verdiği halde işçileri madene inmeye zorlayan Soma’daki sendika olayından sonra bu kurumların yapısı uzun süre tartışıldı. Sendika uzmanları, Soma’da yaşananın aslında Türkiye’deki sendikacılığın küçük bir resmi olduğu görüşünde. Onlara göre işverenin kusurlarını örtüp işçinin sorunlarını konuşmayan bu kurumların iyisiyle kötüsü arasında fark yok.Sendikacılık, Türkiye’de hem devlet katında hem de halkın gözünde ‘boş muhalefet’ kurumu gibi algılanan talihsiz alanlardan. Gerçekte işçi haklarının her alanda korunması için açılan sendikalar sadece toplu sözleşme anlaşmazlıklarında ve 1 Mayıs eylemlerinde gündeme geliyor. Aslında sendikaların işlevsizliği sol camiada tartışılan konulardan. Ancak Türkiye gündemindeki yeri Soma’da yaşanan maden faciasından sonra ağırlık kazandı. Zira 301 işçinin ölümüyle sonuçlanan felakette yüzlerce işçi Maden-İş sendikasına yürüyerek dikkatleri bu kurumlara çekmişti. Maden-İş Ege Şube Başkanı’nın görevinden istifa etmesini yeterli bulmayan işçiler, yönetim kurulunun istifasını istemişti. İddialara göre sendikanın maaşlı avukatları işçilerden sendikaya her gelişinde 50 TL’lik danışmanlık ücreti alıyor. Ancak işçiler lehine bugüne dek hiçbir dava açılmamış. Kazadan sonra büyük kısmı sendikalarını değiştiren işçiler ise diğerlerine üye oluyor. On beş yıldır bu alanda çalışan Sendika.org’un editörlerinden Ali Ergin’e göre taşeronluk sistemiyle çalışan ocaktaki işçiler belirlenen sendikaya yönlendiriliyor. Bu şekilde talepleri ve itirazları kontrol altında tutuluyor. İşçilerin hak arayışı konusunda geçtimişten çok daha hareketli olduğunu söyleyen Ergin, “Ancak bu eğilim yine bazı sendikalar yoluyla bastırılıyor.” görüşünde. İşçilerin itirazıyla yönetimi istifa eden Maden-İş’in aksine, daha çok işçi odaklı çalıştıklarını savunan Dev-Maden Sen’in bu günlerde Soma’lı üyeleri de arttı.Sendika, bölgeye iki avukat göndererek işe başlamış. Avukatlar Seran Aran ve Deniz Özbilgin’in raporuna göre işçiler geçtiğimiz yıl bir arkadaşları ölünce önlem alınmadan sendikaya inmeyeceklerini açıklar. Maden sahibi gelir ancak işçileri ikna edemez. Daha sonra sendika temsilcisinin geldiğini, “Arkadaşlar madene iniyoruz tamam mı lan!” diye tehditkâr bir tavır gösterdiğini anlatan işçi, “Bunun üzerine herkes tıpış tıpış inmek zorunda kaldı! İşte böyle bir sendika vardı.” diyor.Yönetime gelen, en az 10 yıl kalıyorSendika uzmanları Soma’da yaşananların Türkiye’deki sendikacılığın küçük bir resmi olduğu görüşünde. Zira orada patlak veren işveren-sendika menfaat birliği, birbirlerini suçlasalar da neredeyse hepsinin sorunu. Sendika içi demokrasi ve işleyişleri hakkında çalışan Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Kuvvet Lordoğlu, sendikalardaki oligarşik yapıya dikkat çekiyor. Özellikle üst yönetime gelen kişilerin burada elde ettikleri hakları kolay kolay terk etmek istemediğini anlatan Lordoğlu, başkanlık sürelerinin 25 yıla kadar çıktığını söylüyor. Geçtiğimiz yıllarda yapılan bir araştırmaya göre Türkiye genelinde sendika başkanının görevde kalış süresi ise 12 yıl. Sendika üyeleri zamanla profosyonel sendikacı olarak işçilikten ayrılıyor ve sadece yönetimde yer alıyor. Bu süreçte işçi şartlarından tamamen uzaklaşan yöneticiler, koltuklarını kaybetmemek için kıyasıya mücadeleye girebiliyor. Araştırmaları sırasında tanık olduğu bir sendika başkanından bahseden Lordoğlu, “Uzun yıllardır orada. Ve o kadar yer edinmiş ki şube başkanlarını da hemşerileri arasından seçiyor.” örneğini veriyor.Bilinen bir gerçek de lüks otellerde düzenlenen faaliyetler. Bunlara eğitim denilse de programlar daha çok eğlence içerikli. Bu programlarda ders verdiğini ifade eden Prof. Lordoğlu, “Ama anlatılanlarla kimsenin işi yok. Orada yapılan hesap akşam nereye gidilecek, nerede kafa çekilecek.” diyor. Böylece Türkiye’nin her tarafından gelen sendika üyeleri lüks bir şekilde ağırlanıyor. Bunun adı da genel kurul oluyor. Genel Kurul’un sonunda başkan seçimleri olduğunu söyleyen Lordoğlu, “Böyle bir yapıda sonuç bellidir. Muhalif bir aday da çıkmaz.” gözlemini paylaşıyor.İşçi maaşlarının kat be kat üzerindeki maaşlarının yanı sıra başkanların aldığı bir de ödenek var. Buna göre her yeni dönemin başında sanki görevi sona eriyormuş gibi kıdem tazminatı alınıyor. Sonraki dönem ise başkanlığa devam ediyor. Her sendikanın aynı olmadığının altını çizen Lordoğlu, “Dürüst sendikacılık yapmaya çalışanlar var elbette. Ama genel manzara böyle.” diye ekliyor. Üye işçilerin ödediği aylık aidat ise genel olarak bir iş gününe karşılık gelen ücret. Lordoğlu, bugüne kadar gelir giderleri bile denetlenmeyen sendikaların bütçesinin yeni yasadan sonra bağımsız bir denetçi tarafından inceleneceğini söylüyor.Sendikaların çalışma yapısında güvensizlik hâkimEleştirilerin muhatabı sendikalar ise kurumların içindeki demokrasi yoksunluğunu kabul ediyor. Ancak onlar da işçilerin sendikal faaliyetlere katılmaktaki isteksizliğinden şikâyetçi. DİSK’e bağlı Tekstil İşçileri Sendikası’nın Genel Sekreter Yardımcısı Ergün İşeri, “Sendikalarda genel merkezle şubeler arasında bir kopukluk var. Çalışma yapısında güvensizlik hâkim.” diyor. İşeri, bunun tek sebebinin yönetim olmadığını savunuyor. İşçileri haklarını elde etme konusunda gayretsiz bulan İşeri’ye göre bunun altında yatan sebep işçinin hakkını ararken işinden olma korkusu. Çünkü sendika üyesi olmanın ilk yaptırımı işten atılmak ya da mobbing. Bu yıldırmaya rağmen sendikaya üye olan işçinin tek düşüncesinin alacağı zam olduğunu düşünen İşeri şöyle konuşuyor:“Üç beş kuruş zam aldıysa bunu yeterli buluyor. Kendini sendikanın içinden görmek yerine kurumun onun adına hakkını savunmasını bekliyor.” Ona göre işçiler sendikanın etkin bir unsuru olduklarını fark ederse sorunlar daha kolay çözülür. Çünkü yapıda kademe kademe ilerleyebilecekleri bir mekanizma var. Ergün İşeri, yönetimde ilerlenebilecek mekanizmadan bahsetse de, işçilerin fikri bu yönde değil. Örneğin çocukluğundan beri çalıştığını söyleyen Kemal B. yönetime girmeyi hiç düşünmediğini söylüyor. Ancak sebebi manidar: “Zaten bizim yönetim ben bildiğimden beri hep aynı. Başkan aynı, üyeler aynı. Bu işler için ensen biraz kalın olacak.” Kocaeli Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Derya Demirdizen ve Prof. Kuvvet Lordoğlu sendikalarla ilgili çalışmasında işçilerle de görüştü. Raporda görüşlerine yer verilen diğer sendika üyesi Ali ise şöyle konuşuyor; “Ben 5,5 yıldır sendika üyesiyim. Delege seçildim ama yönetime seçilmeyeceğimi biliyorum. Bir de bizim işçi takımı, iktidar neredeyse o görüşten insanları destekler. Gerçi bizim başkan yıllardır değişmedi zaten seçimler de laf olsun diye yapılıyor.” Fuat’ın İ.’nin cevabı ise çok daha kısa: “Ben yönetime girmeyi hiç düşünmedim çünkü bize yedirmezler o makamı.”Patronla bir olup muhalif işçileri işten atıyorÖte yandan işçi haklarına dair sorunlarda sadece sendikaları sorumlu tutmanın adaletsiz bir yaklaşım olacağı vurgulanıyor. Örneğin Ergün İşeri’ye göre çalışma şartlarının iyileştirilememesinde en büyük sorun, yasadaki açıklar. Tekstilde haftalık 45 saat çalışıldığını söyleyen İşeri, “Ama bakanlığın ortalamasına baktığınızda 50 saatin üzerinde. Çalışma saati için bir girişimde bulunsan işçi-işveren ilişkisinin ötesinde yasalarla karşılaşıyorsun.” diyor. Ona göre tersi iddia edilse bile Türkiye’nin tercih ettiği sistem kayıt dışının desteklenmesi. Bu resmi politika olarak söylenmiyor ama uygulanıyor. Tekstil sektörünün büyük kısmının ihracata yönelik çalıştığını anlatan İşeri, “Avrupalı markaların işini yapan üreticilere daha çok yaptırım uygulayabiliyoruz.” diyor. Sebebi ise markanın itibarını korumak için çalışan koşullarını önemsemeleri. Mevcut mekanizmanın düzeltilememesinden memnun olanlara da dikkat çeken İşeri, şöyle devam ediyor: “Mesela sendika yöneticileri. O kadar kirli işler karşınıza geliyor ki yukarıdaki bir kişi aşağıdan kendisine bir tehdit gelmemesi için işverenden yardım alıyor.”Sendikanın işlevsiz olmasının nedeni devletİnsan Hakları Derneği’ndeki çalışan hakları birimiyle ilgilenen Hulusi Zeybel ise, sendikaların bugünkü işlevsizliğinin en büyük sorumlusunun devlet politikaları olduğunu söylüyor. Devletin sendikaları hiçbir zaman işçinin hakkını savunan bir kurum olarak görmediğini savunan Zeybel, “Örgütlenme gücünü kabul ettikleri sendikaları nasıl işlevsizleştiririz diye kafa yoruyorlar. Bunun için yasal yönetmelikler, tüzükler diye olayı içinden çıkılmaz hale getirip yıldırma yoluna gidilir.” diyor. Burada da sarı sendikaların ortaya çıktığını anlatıyor. İşbirlikçi diye adlandırılan sendikaların işçiyi oyaladığını, düşük ücrete ikna ettiğini Zeybel şöyle devam ediyor: “Ama bunu yaparken en azından daha sağlıklı koşullarda çalışmasını sağla. İşvereni bu konuda sıkıştır. İnsanlar en azından sendikalar bizim için bir şeyler yapıyor desinler.”
↧