İstanbul’un ücra köşelerinden Yassıada, darbe ve sürgün tarihiyle anıladursun, bir İngiliz diplomatının da izlerini taşıyor. Bulwer Şatosu, 19. yüzyıldan günümüze hatıralarıyla intikal edebilmiş ender yapılardan.İstanbul’un Prens Adaları, evvelden beri sükûneti, temiz havasıyla rağbet gören bir sayfiye yeri olmuş. Türk, Yunan ve Ermeni nüfusun ihtilatından doğan kendine has bir hüviyete sahip Adalar. Bu hususiyeti halihazırda muhafaza ettiğini söylemek mümkün elbet. Ne var ki, akla geldikçe bir tatlı huzur bırakan hatıraların, bir de talihsiz ve meşum tarihçesi bulunuyor. Şehrin Rumeli yakasından yola çıkar, vapurun gidiş istikametine doğru biraz dikkat buyurursanız, sırasıyla Kınalı, Burgaz, Heybeli ve Büyük Ada’dan mürekkep takım adaların hemen ardında iki tanesini daha seçeceksiniz. Bir sivriceyken diğeri daha düz ve yayvan bu iki ada, ismiyle müsemma İstanbul’un Hayırsız Adaları. Tarih seyri boyunca devlet adamları için bir menfa, münzevi keşişlerin manastırı, mücrim devlet adamları için de hapishane görevini görmüş. Burgazada’ya (Proti) üç mil mesafede, güneyde, yine diğer Hayırsızada’ya 1,7 mil uzaklıkta bulunan Yassıada’nın hikâyesi ise diğerine göre biraz daha farklılık gösteriyor. Sivriada diye bilinen Oxia’da hiçbir zaman insan izi görülmezken, Yassıada’nın (Plati) tarihi MS. IV. yüzyılda Ermeni katoğigosu I. Nerses’in sürgününe kadar uzanıyor. Bu meyanda, Sivriada’nın toplanıp getirilen sokak köpekleri için bir sürgün mahalli olduğunu belirtmek lazım. Yassıada’nın talihi Bizans İmparatoru Teofilos’un (829-846) buraya inşa ettirdiği Platea Manastırı ile bir nebze değişirken, sonrasında IX. asra gelinceye değin terk edilmişlik vasfından kurtulamamış Yassıada. Nihayet İngiliz sefiri Sir Henry Bulwer, Sultan Aziz’i ikna ederek satın almış ve şahsi mülküne geçirmiş. Bugün, 27 Mayıs darbesi ardından çeşitli binalarla mamur hale gelen adada, tarihî değeri haiz tek yapı Demokrat Partililerin yargılandığı spor salonu değil. 1947’de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nca 2 bin kişilik bir eğitim tesisine dönüştürülmüş. Bahsi geçen İngiliz aristokrat, burayı satın aldıktan sonra yaz aylarını geçirmek üzere çeşitli binalar ve de bir şato yaptırmış. Bugün iki köpeğin nezaretinde bu metruk cezirede iki asır önceye ve daha evveline dair izler bulmak mümkün.Kimseye yâr olmayan adaYakın tarihe gelene kadar ada birçok badireler atlatmış. Geçen bin yılın başında Kostantinopolis şehri Avrupalı Latinler tarafından istila edilip yağmalanırken, vaktiyle manastır ve kilisenin yükseldiği ada da bu yağmadan nasibini almış. Yine tarihi vesikalar yağmadan sonra bu Hıristiyan mabedin alt kısmındaki mahzenlerin hapishanelere dönüştüğünü naklediyor. Fransız tarihçi Gustave Schlumberger, buradaki müşahetadında, kayalara oyulmuş geniş yer altı odalarından ve demir parmaklıklarla örülü hücrelerden bahsediyor. Şimdi zihnimizdeki zaman makinesine binip biraz da yakın zamana buyur edelim. Adalar Müzesi, İngiliz soylusunun adayı ziyaretini şu cümlelerle rivayet etmiş. “Baron Henry Lytton Bulwer, bastonuna dayanarak Yassıada’da kısa bir tur attı, sonra denize hâkim yüksek bir kayanın kenarına ilişip el değmemiş manzaraya bakarken kararını verdi. Ömrünün kalan kısmını bu adada geçirmeliydi... Henry Bulwer, 1837 yılında henüz genç bir diplomatken elçilik kâtibi olarak geldiği İstanbul’u ve adaları çok sevmişti. Britanya büyükelçisi olarak yeniden döndüğü İstanbul’da, 1858 yılının bir yaz günü ilk kez ayak bastığı Yassıada’ya ve doğasına hayran kaldı. Şimdi 57 yaşında, sağlık sorunlarıyla uğraşıp emekliliğini beklerken bu adada yaşayabilmek ona ilaç gibi gelecek, ömrüne ömür katacaktı.”Yassıada’nın 20. yüzyıl başlarında çekilmiş fotoğrafları. Kaynak: Eski Türkiye fotoğraflarıAda’nın imarı için kollarını sıvayan Sir Bulwer, Schlumberger’in bahsettiği Aziz Ignatius Manastırı kalıntıları üzerine Anglosakson tarzındaki şatosunu inşa ettirdi. Fakat güzel manzaranın cazibesine kapılmış İngiliz soylusunun hevesi çok uzun sürmez. Limon ağaçları ektiği ve bir de üzüm bağı kurduğu adada dilediğince yaşamak nasip olmayacak, ağırlaşan hastalığı ve buraya gidip gelmenin zorluğu nedeniyle bu mülk sahipsiz kalacaktı. Sir Henry Lytton Earle Bulwer, İngiltere’deki aile şatosu Knobworth House’un bir benzerini yaptırdığı adayı 1865 yılında görev süresinin bitmesiyle satılığa çıkardı. Britanya gazetelerine verilen ilanla apar topar satılan Yassıada’nın yeni sahibi Hidiv İsmail Paşa olmuştu. İstanbul’un Rumlarından Yorgo L. Zarifi’nin (1880-1953) hatıraları adanın geçmişiyle alakalı dikkat uyandıracak malumat sunuyor. Zarifi’ye göre, İngiltere’nin büyükelçilik görevini yürüten Sir Bulver-Lytton, Yassıada’ya iki adet şato yaptırmış, kuyular açtırıp, iskele kurdurmuştur. “Binaların dış görünüşü kale gibidir. Plati’ye vardığında Ortaçağ kaşanelerini gördüğünü zannedersin… Bir başka düşüncesiz ve müsrif kişi Mısırlı İsmail Paşa sadece ve sadece Lord Bulwer-Lytton’ı iflastan kurtarmak için Plati’yi satın alır.” der, ‘Hatıralarım Kaybolan Bir Dünya İstanbul 1800-1920’ kitabında. 1894 yılında İstanbul’daki büyük depremde Yassıada’daki şato da zarar görmüş. Ada, 1895 yılında Hidiv İsmail Paşa’nın dar-ı bekaya irtihalinden sonra yarım yüzyıl kadar bakımsız ve metruk kalmış.
↧