Sinemamızdaki korku ve gerilim filmlerinin sayısı bir hayli az. Hepi topu 35-40 tane. Bunların büyük çoğunluğu son 10 yılda çekildi.Depremle kıyamet koparan yönetmen de var, adada zombi düğünü düzenleyen, genlerle oynayıp soyumuzu uçuruma sürükleyen de. Hikâyeler değişse de, başrol oyuncuları değişmiyor. 17 filmin başrolünde ise cinler var, 5 film de gösterime girmek için gün sayıyor. Peki, cinlerin başrolünde olduğu filmlerden seyirci gerçekten korkuyor mu? Malumunuz Hollywood sinemasının senaryosundan kullandığı temalara belli klişeleri var. Korku ve gerilim türündeki klişeler dillere destan: Kuş uçmaz kervan geçmez yerdeki evlere karakterler mutlu mesut yerleşir, karanlık çökünce işin rengi değişir. Ücra bir yer gören mutlaka karanlığa kafasını sokar, sonra bağırarak topuklar. Kim ki şaka yapmayın çocuklar derse ilk önce o ölür. Arabanın marşı basmaz, evin kapıları kilitlenir, telefon çekmez, buğulu aynada yazılar belirir, tablolar hareketlenir. Ses efektlerine, seyirciyi ters köşe yapan kurmaca oyunlara girmeye gerek yok. Filmlerin ortak özellikleri metafizik üzerine inşa edilmeleri. Ayetlerle başlıyor Bizdeki yapımlar birkaç gömlek aşağıda da olsa işleyiş biçimleri farklı değil. Mekânlar yurtdışında olduğu gibi ıssız bir orman, lanetli bir köy, terk edilmiş bir dağ evi… Mutlu mesut başlayan hikâyeler, kan ve gözyaşıyla bitiyor. Düşük bütçelerden dolayı daha basit korkutma yöntemlerine başvuruluyor: Kimi zaman kan yerine ketçap kullanılıyor, kapı gıcırtısıyla, çatırdayan vazoyla gerilim oluşturuluyor. Cinlerin başrolde olduğu filmlerde tablo farklılaşıyor. Yaşanmış, kulaktan kulağa dolaşan olaylar hikâyelerin merkezinde. Sırtını ayetlere, surelere yaslayan (ki çoğu filmin başında veyahut sonunda dillendirilir) senaryoların kiminde internet ağıyla evimize giren Dabbe’yle yüzleşmeye, kiminde cinlerin musallat olduğu insanların dramına, lanetlenmiş köylerde yaşananlara yer veriliyor. Afişte, filmin başlangıcında kocaman puntolarla ‘gerçek bir hikâyeden alınmıştır’ cümlesi kullanılırken, büyüden mustarip aileye mutlaka imanı kuvvetli bir imam yardımda bulunuyor, teyzeler kurşun döküyor, dualar mırıldanıyor. Ancak acı son, değişmiyor. Metafiziğin bahçesinden uzaklaşılmıyor. Dabbe serisinin bazı filmleri, Musallat gibi beğeni toplayan bazı yapımlar olduğu gibi çoğu vasatı aşmayan bir liste karşımıza çıkıyor. Korku filmlerinin oyuncu kadrosuna baktığımız zaman popüler oyuncuları görmeyiz. En önemli nedeni korku filmine yatırım yapan yapımcı olmaması. Yönetmenler mütevazı bütçeleriyle oluşturdukları projelerde göz önünde olan oyuncuları büyüleyecek bir dünya kuramıyorlar haliyle. Kendini ispatlamak isteyen, düşük ücret talep eden, tanınmamış, nazlarının geçebilecekleri oyuncularla yol arkadaşlığı etmek daha cazip geliyor. Korku filmlerinde ‘bugün’ görünür oyuncu yok değil. Mesela Orhan Oğuz’un yönettiği Büyü’de (2004) Ece Uslu, Özgü Namal, Okan Yalabık; Alper Mestçi’nin ilk filmi Musallat’ta Burak Özçivit oynuyor. Dediğimiz gibi bugün görünür olan oyuncular; dünün, kendini kanıtlamaya çalışan oyuncuları... Öykü Çelik, Engin Altan Düzyatan, Tuğçe Kazaz’ın rol aldığı Cin Geçidi’nde (Özgür Selvi-2008) oyuncuların paralarını alamadığını, filmin gösterime sokulmadığını düşünürsek tablo biraz daha şekilleniyor. Setlerden ayrılmıyorlar Cinlerin başrolde olduğu filmleri konuşurken sunuluş biçimlerine ayrı bir parantez açmak gerek. Seyirciyle buluşma aşamasında cinlerin sete geldiği, tuhaf şeyler yaşandığı vb. demeçler veriliyor basına. Geleneği başlatan film, Büyü. Sanat ve iş dünyasından ünlü simalarının davetli olduğu filmin İstanbul’daki galasında yangın çıkmış, beyazperde kül olmuştu. Haliyle olay, büyüye bağlanmıştı. Sonrasında efsaneler setten sete dolaştı. Hasan Karacadağ, Dabbe-Bir Cin Vakası’nın setinde kamera kayıtlarına cinlerin girdiğini söyledi. Ancak ne görüntülere filminde yer verdi, ne de sonradan birilerine gösterdi. Geçtiğimiz hafta gösterime giren Azem: Cin Karası’nın yine gerçek bir hikâyeden yola çıkılarak çekildiği söyleniyor. Olayın yaşandığı yerde çekimler yapıldığı için enteresan olaylar baş göstermiş, mekân hocalar tarafından okunup üflenmiş. Yine bildik PR yöntemi... Popüler oyunculara yer vermemesine, mütevazı bütçelerinden dolayı teknik yönden güçlü olmamasına, klişelerden vazgeçmemesine rağmen cinlerin başrolünde olduğu filmler gişede hatırı sayılır bir seyirciye ulaşıyor. Görüyoruz ki, korkmayı seven 300-400 bine yakın seyirci var. Büyük bir kitle… Ucuz tanıtım oyunlarıyla vakit kaybetmektense hikâyeler derinleştirilse, tecrübeli oyuncular bu alana çekilse, teknik altyapıya yatırım yapılsa, en önemlisi yabancı yapımların gölgesinden ayrılıp daha cesur anlatım yolları denense herhalde bu sayı kat kat artar. Galiba biraz korkusuz olmak lazım.Hollywood’un cinleri keşfi Cinleri sinemada en çok anlatan isim Hasan Karacadağ. Dabbe’den El Cin’e 6 film çekti, 3 tanesi de yolda. Korku ve gerilim türünün son dönemdeki hareketliliğinde Karacadağ’ın büyük payı var. 2006’da çektiği Dabbe’nin 540 bine yakın seyirciye ulaşması sektörün gözünü bu alana çevirmesine vesile oldu. Alper Mestçi ile Arkın Aktaç bu rüzgârla korku tüneline girdiler. Hayatı metafizik üzerinden okuyan yabancılar için İslam dini referanslı cinler bir hayli ilginç geliyor. Mayıs ayında gösterime giren Cin’i (çekimler Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapıldı, geleneğe uyulup cin kelimesi kullanılmadı) Hollywood’un saygın yönetmenlerinden Tobe Hooper’ın çekmesi bu alanı keşfetmek için atılan ilk adım. Görülen o ki cin ve sinema mevzuu daha çok gündemimize gelecek. Cinlerin, çocukluktan bu yana isminin zikredilmemesinin bile uygun görülmediğini, zihnimizin arka ve karanlık odalarında yaşadıklarını ismini zikrederken bile ürperdiğimizi düşünürsek sinemada başrolde yer almaları çok mantıklı geliyor. Cinler alemini bu kadar irdelemek doğru mudur, orada söz ilahiyatçıların. Not: Acaba ‘cin’ yerine biz de ‘üç harfliler’ mi deseydik?
↧