Pirincin tarladan sofraya gelişinin ne denli meşakkatli bir süreç olduğunu bilseniz anne zoruna gerek kalmadan tek tanesini bile ziyan etmezdiniz. Gelin İpsala’ya pirinç tarlalarına gidelim ve çocukken kızdığımız annemize teşekkür edelim.Bereket ve bolluğun simgesidir pirinç. Birçok kültürde kutsal bir önem atfedilmesi bundandır. Anavatını Uzakdoğu toplumlarındaki örneklerinden geçtim ülkemizde vatanın hangi minik evladı “Tabağında bir pirinç tanesi kalmayacak!” ya da “Ne koşullarda üretildiğini bilsen bir tane bırakmazdın?” diyen bir annenin rahle-i tedrisinden geçmemiştir ki? Çocukken bu cümleleri yüzlerce kez duymuş bir ‘pilavsevmez’ olarak geçtiğimiz hafta Sezon Pirinç’in davetiyle Edirne’deydim. Çizmelerimizi giyip çeltik tarlalarını ziyaret edip pirinç ekimine dair ne varsa öğrendik. Öncelikle civarda bulunan sulama binalarından çeltik tavalarına su basılıyor. (Tarlalarının setlerle birbirinden ayrılmış içi su dolu bölmelerine “tava” deniliyor.) Çeltik tohumları normal şartlarda tavalara saçılıyor. Bir iki gün sonra kurutma aşamasına geçiliyor ve tavaların içindeki su boşaltılıyor ki çeltik tohumu toprağa tutunabilsin. Tohumlar yaklaşık 4 gün içinde filizleniyor. Hasada 15 gün kalaya kadar belli miktarda ince ince su veriliyor ki çeltikler tamamen kurumasın. Yeşerme gerçekleştikten sonra ilaçlama evresine geçiliyor. İşçiler açısından işin en çileli kısmı da bu. Zira işçiler çizmeleri çamura saplandığından ve bu şekilde çalışamadıklarından çıplak ayakla ilaçlı suya giriyor. Tahmin edeceğiniz üzere bu ilaçlar ciltlerinde yara oluşumuna neden oluyor. Ergene Havzası’na fabrikalardan karışan atık sular da cabası. (Bu sular çeltik tarlalarında da kullanılıyormuş. Eskiden uçakla yapılan ilaçlamanın kendileri için daha iyi olduğunu belirtiyorlar. Uçakla ilaçlama yöntemine ekosisteme zarar verdiği gerekçesiyle son verilmiş. Ancak işçiler bu şekilde de sürekli hastanenin yolunu tuttuklarını ve bu sorunun uzun vadeye yayılan ölümlere yol açacağını dile getiriyor. İşçi hak ve güvenliğinin yalnızca toplu ölümlerle gündeme geldiğini şu günlerde yetkililere duyurmuş olalım.) İlaçlamadan 10 gün sonra gübreleme işlemi başlıyor. Hasat ise 120 -140 gün sonra yapılıyor. Toplanan çeltik kurutulduktan sonra fabrikalara satılıyor. Bebekle ilgilenir gibi...Çimlenmeden hasada kadar geçen sürede işçiler boş durmuyor. Her gün bir bebekle ilgilenir gibi tarlalarıyla ilgileniyorlar. Tüm aşamalardan yalnızca birini, çim saçmayı müşahede etmiş yorgun bir şehirli olarak ayrılıyorum tarladan. Daha Sezon Pirinç’in 10 km uzaklıktaki fabrikasına gidecek, bu tarlalardan alınmış çeltiği araçtan indirmeden numune alarak analize gönderecek, üretime uygundur sonucu gelirse kantarlarda tartacak, çeltiği dolum ünitelerine alacak, fabrikanın içine sevk edecek, içindeki çöp, toz vs. gibi maddelerden ayrıştıracak, ardından farklı bir ünitede tekrar yabancı maddelerden arındıracak, kabuğunu soyacak ve 3 kez parlatıp içinden kırık pirinçleri ayrıştıracak, rengi, biçimi farklı olanları ayıklayıp, yağlayacak en son paketleyip depolayacağız. Hoh! Neyse ki tüm aşamalar otomasyon sistemiyle yürütülüyor. Makineler harıl harıl çalışıyor. Saatte 15 ton çeltik kırılıyormuş burada. Günün yorgunluğu bol köpüklü kahveyle atılır derler ama biz o gün fabrika sahibi Mehmet Erdoğan tarafından yaptırılan 4 çeşit pirinçle (Osmancık, basmati, siyah ve kırmızı) 4 farklı pilavla attık yorgunluğumuzu. Favorim ise kırmızı ve siyah pirinçle yapılanlar oldu. Siyah görüntü olarak kimilerine itici gelebilir ancak tadına diyecek söz yok. (Hafiften buğdayı anımsatıyor Çin’de eskiden çok değerli görüldüğünden yalnızca hükümdarlar yiyebiliyormuş.) Kırmızı pirinç kıtır kıtır, kepek oranı daha fazla. Bu yüzden beyaza göre daha sağlıklı. Türkiye’de henüz 3-5 senedir satışı yapılmasına rağmen Türkiye’nin diğer ucu Ağrı’dan bile talep görmüş. Meraklılarına ek bir bilgi ikisi de bire üç oranında su kaldırıyor. Masaya oturduğumda pirincin tarladan sofraya geliş öyküsünü bizzat yerinde müşahede etmiş biri olarak ilk defa tabağımdaki her bir pirinç tanesinin arkasındaki binbir emek ve alın teri hissederek yedim pilavımı. Üstelik bu sefer “ne şartlarda üretildiğini bilsen...” diyen bir anne zorlamasına gerek kalmadan.
↧