Yeraltında yaşanan hayatı konu edinmiş maden filmleri, Soma’daki dramı anlamak için bize biraz yardımcı olabilir. Fakat bunun için 100 yıllık sinemamızda bir elin parmağını geçmeyen yapımlarla yetinmek zorundayız.Yazı beklerken kış geldi. Hem de büyük bir fırtına, kar, tipiyle… Kavun taşıyan kamyonlar tabut taşıdı. Maden faciasında toprak altında kalan üç yüze yakın beden, kibrit çöpü teker teker sayılarak başka bir toprağın altına bırakıldı, dualarla, hıçkırıklarla... Geriye sarı baretler kaldı, eskimiş çizmeler, tulumlar… Gözü yaşlı anne, babalar, eşler, çocuklar, hüzünlü öyküler… Unutur muyuz? Uludere’de bombalanan 34, Reyhanlı’da parçalanan 50’den fazla bedeni unutur gibi unutur muyuz? Madenci yakınlarını tokatlayan-tekmeleyen bürokratları, zerre miktar kusurunun olmadığını söyleyen maden sahibini, patlamanın olduğu gece değişmeyen dizi reytinglerini düşünüp yutkunmalı, ‘işin doğasında ölüm var’ deyip günlük koşuşturmacalarımıza devam mı etmeliyiz? İnsan galiba böyle zamanlarda pek sağlıklı düşünemiyor. Bu büyük facia önümüzdeki yıllarda sinemaya aktarılacaktır. 100 yaşına basan sinemamızda maden filmlerinin sayısının bir elin parmağını geçmediğini düşününce insan biraz umutsuzluğa kapılıyor. Bekleyip görelim, bu sırada maden filmlerine bir göz gezdirelim.Maden: Yeraltında bir devrimciYeşilçam’da maden işçilerinin sorunlarına en fazla yer veren film Maden (1978). Yavuz Özkan’ın senaryosunu yazdığı ve yönettiği film, maden ocağındaki bir devrimcinin hikâyesini anlatıyor: “Başkarakterimiz İlyas, kötü çalışma şartlarından şikâyet eden, herkesi birlik olmaya, sendikal haklarını almaya davet eden girişken biridir. Maden ocağının sahibi ise şehre lunapark getirmeye çalışan, işçi haklarını önemsemeyen tanıdık bir simadır. İşçiler ile işverenler kafa kafaya geldiği sırada göçük gerçekleşir, hayaller toprağa gömülür.” Yük gibi gerçek mekânda gerçek işçilerle çekilen filmin başrolünde iki jön var: Cüneyt Arkın ile Tarık Akan. Cuma günü maden ocağının sahibinin neredeyse madencileri suçlu ilan ettiği basın toplantısında yaşanan kargaşanın birebir aynısı var filmde. Madenciler haklarını işverenlerden ister, karşılığını alamaz, hatta ‘bozguncu’ ilan edilir. İlyas, o günden bugüne, Soma’daki madenin vicdanına bir replik fırlatır: “Burada cinayet işleniyor. Ocaklarda yeterli tedbir alınsa ölenlerin yüzde 90’ı kurtulurdu.” Haksız mı? Maden, işçilerin hayatını anlatan en önemli filmlerden biri olduğu gibi başrol oyuncuları için de bir o kadar değerli. Özellikle Tarık Akan için... Akan, filmi Ankara’ya Sansür Kurulu’na götürürken Yılmaz Güney’e bırakır. Bu diyalog zamanla gelişir, Sürü ve Yol’da yol arkadaşlığına dönüşür.Şehirdeki Yabancı-Yaşam Kavgası: Herkesin kavgası başkaHalit Refiğ’in madene indiği iki film var: Şehirdeki Yabancı (1962) ile Yaşam Kavgası (1978). Şehirdeki Yabancı’da İngiltere’den Zonguldak’a dönüş yapan bir maden mühendisinin yaşadıkları anlatılıyor. Şehre yerleşen mühendis ilk iş olarak ocağı kontrol eder, maden direklerinin çürük olduğunu tespit edip yetkililere bildirir. Pek de yabancı olmadığımız ‘siyasetçi, işadamı, gazeteci’ ittifakı kendisiyle dalga geçer, söylediklerini önemsemez. Sonradan göçük gerçekleşir, bilindik olaylar tekerrür eder. Vedat Türkali’nin senaryosunu yazdığı filmde rol alan oyuncular: Göksel Arsoy, Nilüfer Aydan, Reha Yurdakul, Ali Şen, Erol Taş…Yaşam Kavgası’nda ise kamera tutulan bir maden işçisinin ailesi: “Reşit (Can Gürzap) zor şartlarda çalışan, eşini seven bir işçidir. Zamanla aralarına mesafe girer, gönlü hafif meşrep komşusuna kayar. Aşk yaşayan ikiliyi eşi Emine Hanım (Fatma Girik) suçüstü yakalar, olan olur. Emine evi terk eder, Reşit kızı ve babasıyla yalnız başına kalır.” Aileye odaklanan filmin başlangıcı ve sonu maden ocağında geçiyor. Başında madende patlama oluyor, onlarca işçi ölüyor; küçük sıyrıklarla kurtulan Reşit, işi bırakıyor. Sonunda parasız kalıyor, Soma’da ‘kredi borcunu ödemek için madene döneceğim’ deyip boğazımızı sıkı bir düğüm atan madenci gibi kömür ocağında işe başlıyor hem de kaçak olarak… Allah’tan Başbakan’ın ‘olur böyle’ dediği şeyler orada olmaz. Hikâye mutlu biter ama şu güncelliğini yitirmeyen şu ayrıntı içimize oturur: Madenci evine ekmek derdindeyken gözünde dolar işaretiyle gezenler yaşadıkları gecekonduları yıkıp yerine rezidans yapmak için mücadele etmektedir. Madencilerin dramlarını anlatan ana haber bültenlerinin reklam arasında ‘ekonomik rezidans, toplu konut tanıtımları’ izliyoruz, farkında mıyız? Herkesin kavgası başka.Germinal: Tohum yeraltında yeşerirMadencileri en iyi anlatan filmlerin başında Tohum Yeşerince geliyor, Emile Zola’nın ölümsüz eseri Germinal’in perdeye yansıyan gölgesi… Hikâyeyi hatırlar herkes: “Etienne Lantier, işsiz, genç bir adamdır. Maden yatakları sayesinde geçimini sağlayan bir Fransız kasabasına yerleşir, Maheu ile tanıştıktan sonra hayatı değişir.Madende iş bulur, ailenin genç kızıyla umutsuz bir aşk yaşar. Genç kahramanımızın asıl derdi, işçileri hakları hakkında bilgilendirmek, sendika kurup haklarını almalarını sağlamaktır. Ancak süreç başka şeyler getirir.” 1884 yılında on binlerce işçinin katıldığı gerçek bir grevden yola çıkılarak oluşturulan film, maden işçilerinin hayatına dair çok şey anlatıyor: Yaşam standartlarını, nasıl şartlarda çalıştığını, göçük altında kaldıklarında yaşadıklarını… Proletarya ile burjuva arasındaki çatışmalar üzerinden ilerliyor, gerçek hayatta olduğu gibi kasvetli ve karanlık bir ortam oluşturuyor. Claude Berri’nin yönettiği filmin başrolünde Gérard Depardieu, Miou-Miou, Renaud Séchan var. Zola’nın ölümünden sonra yüzlerce madencinin cenazesine katılıp ‘Germinal!..’ diye bağırması bize hikayenin işçilerin derdini ne kadar gerçekçi, etkileyici anlattığını gösteriyor. Çin’den Finlandiya’ya böyle daha birçok film sayabiliriz: Kör Boşluk (Mang Jing-2003), Ekim Düşü (October Sky- 1996), İnce Buz Kara Kömür (Bai Rin Ya Huo-2014)…Yük’ümüz çok ağırÇok uzağa gitmeye gerek yok. Bereketli Topraklar Üzerinde, Hakkâri’de Bir Mevsim gibi Türkiye Sinemasında hatırı sayılır bir yer edinen Erden Kıral, geçtiğimiz yıl Yük filmiyle indi yer altına. Cinayet sebebiyle hasmından kaçmak için madende saklanan bir adamın hikâyesine odaklandı: “Cemal, ölüm korkusu ile kaçmaktadır. Peşinde onu kovalayan adamsa dışarıdan görünen tüm cesaretine rağmen ‘öldürmekten’ korkmaktadır. Bu iki adamın ortak noktası ise Zeynep adlı bir kadındır. Geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman geçişleriyle üç arkadaşın hayatı anlatılır.” Bir üçüncü sayfa haberinden yola çıkarak yazılan, işçilerin yaşadıklarına arka planda yer veren film, iki yıl önce Zonguldak’ta yerin 700 metre altında çekildi, onlarca gerçek işçi rol aldı. Filmde seyirci iki karakterle beraber yıpranmış yelekleri, renkli çizmeleri giyiyor, sarı baretleri takıyor, paslı asansörle çaresizliğin kalbine iniyor. İki karakter geçmişiyle hesaplaşırken seyirci madencilerin kömür karası çaresizliğiyle yüzleşiyor. Yer altı atmosferini başarıyla oluşturan filmin sıkıntısı senaryoda, kurguda. Bu nedenle Nadir Sarıbacak ile Tansu Biçer’in canlandırdığı karakterlerin dönüşümü inandırıcı gelmiyor. Ancak sinemamızdaki madenci filmleri sayısının bir elin parmağını geçmediğini düşününce eksiklikleri konuşmak yerine Kıral’a teşekkür etmek gerekiyor.Kelebeğin Rüyası: Yeraltında düş görülür mü?Yılmaz Erdoğan, Kelebeğin Rüyası’nda (2013) Behçet Necatigil ve şair öğrencilerini anlatıyor. Hikâyenin başkenti maden şehri Zonguldak, bir parçası madenciler… Maden işçilerini gösteren bir sahneyle (sinemamızın en başarılı tek-uzun planlarından biri) açılan, sonra şairlerin aşklarına yönelen filmde yer yer kamera yer altına iniyor. Modernleşme çabası içindeki şehrin sancılarına, Avrupa’yı kasıp kavuran İkinci Dünya Savaşı’nın etkilerine kulak veriyor. Akılda en çok kalan sahnelerinden biri yine madenden. Hani Muzaffer Tayyip’in (Kıvanç Tatlıtuğ) sevdiği kızı (Belçim Bilgin) erkek kılığına sokup, yüzünü kömüre bulayarak madene indirdiği sahne… Gri tulumlara girmiş iki âşık sıraya girer, beklemedikleri bir denetim olunca bütün planları bozulur. İşin sinemaya bakan yönü şiirsel, gülümsetici, etkileyici… Keşke gerçekler bu kadar acıtıcı olmasaydı. İçimiz titrerken Erdoğan’ın acımıza tercüman şu şiiri düştü internet sitelerine: “Bu işin sorumlularını affetmeye hiçbir kulun gücü yetmez. Bunu ancak Yaradan yapabilir. Allah sizi affetsin. Çıkarın o pahalı çizmelerinizi. Dünya daha fazla kirlenmesin.”
↧