Muhsin Kızılkaya, Kürt edebiyatının yaygınlaşması ve resmiyet kazanması için en çok uğraşan isimlerden biri. Son dönemlerde yaptığı açıklamalarla iktidara yakın durmakla eleştirilen Kızılkaya ile buluştuk. “Kürt aydını en talihsiz insandır.” diyor ve tavrını açıklıyor: “Kürtler 30 yıl savaşıp evlatlarını kaybedip bir karış toprak alamadı, şimdi sükûnet zamanı.”Kürt siyasetinin daha görünür olduğu bir yerdeyiz. Gelinen noktayı nasıl değerlendirirsiniz?PKK, kuruluşundan beri legal siyasete çok prim vermedi. İlk kurulduğunda temel amaçları zinhar legaliteye çıkmamak, bütün faaliyetlerini illegal sürdürmekti. Legal siyaseti bataklık olarak görüyorlardı. 80’lerde mücadeleye başladıklarında da bu kararlarına sadık kaldılar. Dışarıdaki insanların içeride ne olduğuna dair bir fikri olmazdı. 90’ların başına doğru Kürt hareketinin partilerini kurduğu dönemde bile legal siyasete mesafeli baktılar. DEP’in kurucu üyeleri, Kürt siyasetinden gelen isimler değildi. 90’ların ortalarından itibaren yavaş yavaş bir hareketlenme başladı, PKK sonrası döneme kendini adapte etmek için legal siyaset son yıllarda kendini hissettirdi. Çok planlanarak yapılmış bir süreç değildi, şartların iteklemesiyle başladı. 90’ların ortalarından itibaren örgüt o kadar genişledi ki, illegalite karşılayamaz hale geldi. Ana politika haline getirmedikleri için bugün bile bunun yalpalamalarını yaşıyorlar. Gizli birimleri daha baskın halde. Milletvekilleri seçiminde de kendi adamlarından çok daha sonradan partiye eklemlenmiş PKK geleneğinden gelmeyen adamlar ön plana çıktı. Bir vitrin oluşturuldu.HDP çatısı altında birleşme, yine bu geleneğin dışarıdan gelen unsurları tasfiyesi mi?PKK, bir Kürt hareketi. Öcalan’ın Deniz Gezmiş’lerin, Mahir Çayan’ların mirasıyla birleşip alternatif bir sol yaratmak derdi var ama bu, bu niyetlerle olacak şey midir? Deste yeniden karılırken Yusuf Akçura’nın yüzyılın başında ortaya attığı üç ayaklı siyaset durumu çok fazla değişmedi. İslamcılık ve Türkçülük aynı. İslamcılık iktidara geçti, Türkçülerin içine de CHP ve MHP’yi koymak mümkün. Büyük bir kısmı burnunu tutarak CHP’ye oy verdi. Osmanlıcılık akımı Kürtçülük olarak ortaya çıktı. Kürtçülük hareketi daha çok sosyalistlerin öncülük ettiği bir hareket. Bundan sonra siyaset, İslamcılık ve Türkçülük arasında yürüyecek. Burada Kürt hareketi, nerede yer alacağıyla ilgili ciddi sıkıntı yaşıyor. İçinde çok sayıda seküler de var, İslamcı da. Bunların biraz daha netleşmesi vaktimizi alacak.Kürt siyaseti Kürtler ve din, Kürtler ve dil gibi paydalarını hesaba katmakta gecikti mi?Evet, elbette. Uluslaşma süreci kesintiye uğradı. Ulusallaşma fikri de artık eskidi. Onun yerine Öcalan’ın demokratik modernlik tezi geldi. Bunun bir alternatif olup olmadığını anlayamıyoruz çünkü henüz denenmedi. Bireyleşmenin öne çıktığı modern zamanlarda bu tür yapıları kalıcı hale getirmenin biricik yolu çok güçlü bir diktatörlükten geçiyor. KCK sözleşmesine bakıldığında da bu diktatörlüğün izleri görülüyor. Suriye Kürdistan’ında bu model deneniyor. Birkaç yıl içinde hayata geçerse, ‘Abdullah Öcalan bir model önerdi ve bu tuttu diyeceğiz’ ama birkaç yıl içinde o insanlar akınlar halinde kaçarlarsa anlayacağız ki, tez çöktü. Dolayısıyla Türkiye’de bunun uygulama sahası yok. Rojava’da var.Bir yanda barış süreci devam ederken bir yanda devletin ve PKK’nın değişmediğine dair bir algı sürüyor. İki taraf birbirine nasıl güvenecek?Öyle bir dönem ki, herkesin ezberi bozuldu. Herkes kendi bulunduğu konumdan ya feragat etti ya başka bir alana çekildi. Kürtler seküler sınıfsız bir toplum olmak üzere yola çıktı. Bu fazlasıyla dine mesafeli bir bakıştı. Ortadoğu’daki gelişmeler, Türkiye’de İslamcıların iktidara gelmesi, Kürtlerin dinleriyle kurduğu ilişkiyle yeniden bir geri dönüş yaşandı. ‘Iskaladığımız bir şey mi var?’ diye sordular. Hesaba katmadıkları şey şu, kendi tabanları seküler bir taban ama aynı zamanda dini vecibelerini de yerine getiriyorlar. Ama Kürtler içinde dindar olup seküler olmayan bir taban da var. Toplu cuma namazlarıyla o kesimi yakalayamazsınız.Mütedeyyin kesim güveni AKP’de mi buldu?Evet. Çünkü PKK’da da bir takiye hissetmeye başladı. ‘Yarın bir toplumsal düzen kurulursa bunlar inanç sistemini ortadan kaldırırlar’ diye düşündüler.AKP nasıl güven verebilir? Bir tarafta KCK soruşturmaları, bir tarafta Uludere soruşturmasının hasır altı edilmesi... Bunlar tedirginlik oluşturmuyor mu?AKP’ye meyilli olmuş taban aslında daha önce Demirel ve Ecevit’e oy veren kesimdi. Roboski meselesi bir taze yara olarak duruyor ama bütün Kürtlerin hissettiği bir yara mı açıkçası ona emin değilim. Belki zaman içinde bu hale gelir. Bir tehdit algısı, bir cana kast olarak görüyor ama hükümet yetkililerinin sözleri onları yumuşattı. İktidarı temize çıkarma durumu oldu. Bazı adımlar iyi niyet olarak okundu. Devletin bu meselelerde eski tavrından fersah fersah uzaklaştığı fikri oluştu. Çünkü TRT Şeş’i açan da bu devlettir, Kürtçeyi kamusal alana açan da devlettir, anadilde eğitimi dile getiren de devlettir.Aslında bu bahsettiğiniz siyasi pragmatizm. Bazı adımlar için bazı kayıplar göze alındı.Kuşkusuz. Kimin hangi noktalarda nasıl pragmatik davrandığını hesaba katarsanız yekpare bir şey oluşturursunuz. Devlet eski devlet ya da biraz daha gerideki devlet olmuş olsaydı zaten böyle bir barış süreci oluşmaz, böyle bir toplumsal uzlaşma da yaşanmazdı. Daha önce koruduğu tavır neyse o tavrı sürdürürdü. Niyet böyle olmasa da hayat ikisini bir daha geri dönülmez noktaya getirdi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tarihi boyunca yapmadığı şey oldu, uzlaşma yoluna girildi. Her uzlaşma barışla sonlanmayabilir ama barış yolunda atılmış bir adımdır. Türkiye devleti boyunca devlete başkaldırmış Kürtlerin devlet nezdinde bu kadar itibarlı olduğu bir dönem olmamıştı. Bu dil barışa evrilebilir de, evrilemeyebilir de. Bu ne tür bir barışla sonuçlanır onu bilmiyorum. Silah şu anda yalnızca Kürtlerin varlığını koruyan, hissettiren bir araç haline geldi.Silaha ihtiyaç kalmadı mı yani?Kısa vadede silahtan vazgeçilirse PKK unutulma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Taleplerin silahla ilgisi yok. Devlet de bence bu aracın elimine olabileceğini görüyor, hissediyor, o yüzden legal siyasetin yollarını oluşturmaya çalışıyor. PKK da silah devreden çıktıktan sonra silah kadar etkili olabilecek güçlü bir muhalefet yapısını oluşturmanın paniğini yaşıyor. 30 yılının büyük bir kısmını sadece silahlı mücadeleye harcamış bir örgütün bocalamasıyla karşı karşıyayız.Bu madalyonun öbür yanında iktidarı savunmakla eleştirilen Kürt aydınları var. Siz de onlardan birisiniz...Kürt aydını dünyanın en talihsiz aydınıdır. Dünyanın hiçbir yerinde bir aydından beklenmeyen şey bu ülkede Kürt aydınından beklenir: Savaşmak. Bunu da aydınlara bir silahlı grup empoze eder. Bu coğrafyanın kaderinde vardır, elinde silah olan diğerini hazırola geçirir. Askerler de Türk aydınlarını ‘Boğazda viski içip Türkiye sorunlarını konuşuyor’ diye eleştirir. Aydın savaşamaz, özü itibarıyla kaypaktır. Radikal eylemlerle, silahla külahla işi olmaz. Böyle olunca bir savaş beklentisini karşılamaz. Bunu yapmayınca yaftalama da hazırdır, AKP’li dersin. Bu aydınlar PKK içine girmiş olsaydı bu kadar bağımsız davranabilecekler miydi? Hayır, yine var olamazlardı. En ufak bir muhalif sese hayat hakkı tanımayan örgütler bunlar.Aynı şeyi AKP için de söyleyebiliriz ama…AKP bir siyasi parti. Halk tarafından oyla iktidara getiriliyor. Aydınların tercihi ya PKK ya AKP olmamalı. AKP’nin doğru yaptıklarına doğru diyorum, yanlış yaptıklarına yanlış diyorum. Bir biat yok ki bunda. Kürt meselesinde attıkları adımları çok önemsiyorum. 2009’dan bu yana kendimi bu ülkenin vatandaşı sayıyorum. Ama hayat alanına müdahale, dış politikadaki bazı hamleler, Başbakan’ın söylemleri gibi problemli bulduğum yerler var.Bu sürecin evrilmesinden ve size dönmesinden korkmuyor musunuz?Kürt meselesinde atılan adımların silinip fabrika ayarlarına döneceğini düşünmüyorum. Bu devlet nedamet getirmedi, bu adımları atmak zorunda oldukları için adım attılar.Geçenlerde ‘Kürtlerin Gezi sürecine bigâne kaldığı’ eleştirilerini yanıtladınız, bigâne kaldılar mı?Bigâne kalmanın ne demek olduğunu ancak bir Kürt anlayabilir. Kendini Gezi ruhu olarak tanımlayan o ruh neyse, şanlı bir geçmişten gelip Kürtlerin kendilerine katılmadığından sitem etseydi bunu anlardım. Tam tersi bir durum var. Kürtler 30 senedir her şeylerini ortaya koyup mücadele etti, bu bahsedilen kesimlerin duyarlılığı üç-beş kişiyle sınırlı kaldı. Hangi korkunç hadise karşısında bu insanlar çıkıp, ‘Ne yapıyorsunuz?’ dedi. Barış olacaksa sükûnet ortamında olur. Gezi’ye varsayalım Kürtler de katıldı, ölüm sayısı 36, yakılan otobüs 100 olsaydı, nümayiş 40 ile yayılsaydı, şu anda bulunduğumuz yerden daha mı iyi bir yerde olacaktık? 30 yıl uğraştık, bir sürü çocuğumuz öldü, bir karış toprak alamadık. Halk hareketiyle yapılan şey karışıklık çıkarmaktan başka bir şeye yaramaz. İktidara ders vermekse maksat, o verildi.İktidar bu dersi aldı mı?Bence aldı. Geri çekildi.
↧