Alman FAZ Gazetesi’nin Türkiye ve Ortadoğu temsilcisi Dr. Rainer Hermann ile Almanca’dan İngilizce’ye çevrilen ‘Where is Turkey Headed?’ isimli kitabını ve Türkiye’yi konuştuk. Hermann, 30 Mart seçim gecesi Başbakan Erdoğan’ın balkon konuşmasını dehşet içinde dinlediğini söylüyor.Frankfurter Allgemeine Gazetesi’nin Türkiye ve Ortadoğu temsilcisi, ekonomist ve İslam bilimcisi Dr. Rainer Hermann’ın Türkiye’deki Kültür mücadelesini ele alan kitabı, ‘Where is Turkey Headed?’ ismiyle Almanca’dan İngilizce’ye çevrildi. Türkçe’ye de çevrilen kitabın İngilizce baskısı, Türkçesine göre daha genişletilmiş ve Türkiye’ nin son yıllarda gündemini hayli meşgul eden olaylara da yer veriyor. Rainer Hermann’ın özellikle 17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet operasyonu iddialarına yönelik yorumları dikkat çekiyor. Kitabında Türkiye’nin son on yılına eğilen Hermann’la Türkiye’nin güncel sorunlarını, şimdilerde nereye doğru gittiğini, 30 Mart yerel seçimlerini ve seçimler sonrası Türkiye’ye dair izlenimlerini konuştuk.Yıllardır Türkiye’yi gözlemliyorsunuz. Baktığınızda Türkiye nereye gidiyor?Türkiye daima yan yolda. Son 10 yılda demokrasi için bazı adımlar atıldı. Ama şimdi Türkiye’nin lideri, otoriter bir sistem için adımlar atmayı tercih ediyor. Avrupa’nın AB’sindense Putin’in Avrasya’sına daha yakın görünüyor. Bu elbette yolun sonu değil. Türkiye sürprizlerle dolu bir ülke. Eğer güçlü bir kuvvetler ayrılığı geliştirilmezse ve bu kurumlar er ya da geç güçlendirilmezse, hak edilen sivil özgürlükler sağlanmazsa, daha karanlık deneyimlere sahip bir Türkiye ile karşılaşmak beni şaşırtmayacak. Başbakan’ın ‘ustalık dönemim’ dediği bir dönemde bu problemlerin olmasını neye bağlıyorsunuz?Erdoğan birinci döneminde, 90’ların sonundaki Türkiye’yi demokratikleşme noktasına getirmesi beklenmeyen bir reformcuydu. Siyasi haklarını genişletti, Türkiye’nin orta ölçekli bir ülke olmaktan çıkıp, yükselmesini sağladı. Dış politikalarıyla ülkeyi bölgenin yumuşak gücü yaptı. İkinci dönemi başladığında iki nedenle radikal bir şekilde değişti. Birincisi, boş çek olarak verilen 2011 seçimindeki başarıyı yanlış anladı, halkın duygularını hesaba katmadan kendi planlarıyla hareket etti. İkincisi, Arapların hak arayışı isyanlarındaki olayları doğru okuyamadı. Bütün yumurtaları yani Müslüman Kardeşler’i bir sepete koydu ve kaybetti. Bu kötü kader değil, kötü bir politikaydı.Halkın duygu ve taleplerini hesaba katmadı derken…Mesela, yeni sivil anayasa meselesi Türkiye’deki trajik olaylardan biri. 2007’de Prof. Dr. Ergun Özbudun, halkın tartışmayacağı bir taslak hazırladı. Yeni sivil bir anayasa, Türkiye’yi daha demokratik ve liberal yapacak önemli bir aşama olacaktı. Bununla birlikte, 2007’deki şartlar da yardımcı olmadı: Kürt sorununun vahim bir hal alması ve ordunun e-muhtırası yeni bir anayasayı oybirliğiyle imkânsız kıldı. Anayasal bir metin olsaydı, Türkiye 2011’den beri otoriter yola girmezdi.Kürt ve Alevilerin haklarına dair izlenen politikayı nasıl buluyorsunuz?Hükümet, Kürt sorununu bitirmek için bazı adımlar attı fakat tamamen askeri bir yöntemle ilgilendi. Bu yaklaşımı yönetmek hiçbir yerde mümkün değildi ve çok pahalıydı. Sonra, bölgenin temel sorunlarıyla, Müslüman Kürt kardeşlerini dikkate alıp, ilgilenmeye çalıştı. Ama bu yöntem de ilerlemedi. Çünkü Kürt tarafı, devlet tarafı kadar İslam kardeşliği heyecanı içinde değildi. Bununla beraber, hükümet realpolitika temelinde bu konuyla ilgileniyordu. Üçüncü aşama geç gelen siyasi yaklaşım oldu. Alevilere gelince, 16. yüzyıla Yavuz Sultan Selim dönemine dair, AK Parti ve Aleviler içinde, Sünni ve İslamcı kanat arasında çok derin bir güvensizlik var. Eğer ben bir Alevi olsaydım, üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim Köprüsü ismi verilmesine üzülürdüm. Hassasiyetlere daha çok saygı gösterilmeli.Gezi Parkı olaylarını nasıl yorumluyorsunuz?Ülkenin siyasi lideri, Türk toplumundaki değişikliklerden habersiz. Bu yüzyılda, insanların hayatlarına artık karışamazsınız. İnsanlar ne yapacağını ya da yapmayacağını Başbakan’ın belirlemesinden bıkmış. Türkiye’de ilk kez askeri darbe ve ekonomik krizler olmadan, akıllı telefon ve sosyal medya ile büyüyen bir nesil var. Bu nesil, modern dünyada kendine yer edinme talebi olan, Türk tarihinin en etkili jenerasyonu. Bu nesil alışveriş merkezi kültürüne karşı isyan ediyor, gelişmişliği beton metreküpleriyle ölçen bir parti olan AK Parti’nin onlara veremeyeceği yeni değerler arıyor.Türkiye’de eleştirel gazeteci olmak tehlikeli bir iş17 Aralık operasyonundan sonra, birçok savcı ve polis görevden alındı, farklı yerlere sürüldü. Başbakan bütün olan biteni ‘paralel yapı, Haşhaşi, virüs, in’ söylemleriyle aklamaya çalışıyor. Süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?AK Parti ve Gülen Hareketi yıllardır birbirini hoş bir şekilde tamamladı. Ancak, yurtdışında çoğumuzun farkında olmadığı, birkaç yıldır bir bölünme vardı. AK Parti iki-üç yıl öncesinden Fethullah Gülen Hareketi’ni seven ve destekleyen vekilleri, siyasileri, hakim ve savcıları görevden almaya başlamıştı. Daha sonra AK Parti Hükümeti, Gülen Hareketi’nden olan büyük yatırımcıları, işadamlarının giderlerini kontrol altına aldı. Oysa demokrasi, Gülen için sadece trene binip, bir yere gitmek olsaydı, siyasette rol oynayabilirdi. Ben bu hareketin daha liberal ve açık fikirli olduğunu, bütün kıtalar üzerinde aktif olarak küreselleştiğini düşünüyorum.Peki, demokratik ülkelerde yolsuzluk ve rüşvet olaylarına karşı tavır nasıl?Hiç kimse suçu ispatlanana kadar suçlu değildir. Demokratik ülkelerde yargı bağımsızdır. Yolsuzluk ve rüşveti araştıran mahkeme heyetinin yerini hızlıca değiştirdikten sonra, Türkiye’de hala yargının bağımsız olduğuna inanmak için bir sebep yok. Her sağlıklı toplumun kötü davranışlarını açığa çıkaracak özgür medyaya ihtiyacı var. ‘Türk medyası özgür’ diyorlar ama buna dair şüphelerim var. Ayrıca yolsuzluğa dahil olan ve böylesine güçlü bir zan altında olan politikacılar genelde istifa eder.Nedir bu şüpheleriniz?Özellikle medyayı güçlü bir araç olarak gören işadamları, halkı ilgilendiren konulara, tartışmalara şekil vermek için medya sahibi olmak istiyor. Bu yönüyle Türkiye, medya ile daima problemliydi. Oysa medya, kazançlı devlet ihalelerinden iyi bir kâr elde etmek için hükümetin baskılarına boyun eğen bir araç olmamalı. Türkiye’de eleştirel gazeteci olmak tehlikeli bir iş, çünkü işinizi kolayca kaybedebilirsiniz.Yaşanan bütün bu sorunlar Türkiye’nin geleceğini nasıl etkiler?Eğer Türkiye otoriterliğe doğru adımlar atarsa, Putin’in Rusya’sı ve Erdoğan’ın Türkiye’sinin ilginç bir arkadaşlığı olabilir. Kesinlikle bunun olmamasını umuyorum. Erdoğan’ın ülkenin tarihini, izzetini yeniden inşa etmek için ülkeyi yanlış yönlendirmesi, ülkenin ekonomisine zarar verdiği gerekçesiyle plansız hareket etmesi gibi durumlar söz konusu.Ancak realpolitik uygulamalarıyla şaşırtabilir. Türkiye Avrupa’ya Rusya’dan daha uzak.AKP Hükümeti yozlaşmış ama hâlâ etkiliTürkiye yıllardır AB’ye girmeye çalışıyor. Ama Başbakan en son Şanghay Beşlisi’ne girilebileceğini söyledi. Başbakan’ın bu düşüncesini nasıl yorumluyorsunuz?Erdoğan realpolitika izliyor. AB tarafından reddedildiğini hissediyor, bu yüzden hemen aklına geleni yapmaya yöneliyor. Eğer Erdoğan, Şanghay Beşlisi konusunda gerçekten ciddiyse, bu Türkiye için kötü olur. Orta ölçekli bir ülkeden daha büyük bir ülke olma şansını azaltır. Önceki yıllara bakılırsa, düşük bir seviyeden yükselmek, zirveyi yakalamak kolay. Ama Türkiye’nin zirveyi yakalaması için büyük hamle yapacağı argümanlara ihtiyacı var; güçlü kurumlar, faal güçler ayrılığı, sivil özgürlükler, yeni anayasa gibi. Bunların olmadığı toplumlar dinamik değildir.Türkiye’nin Ortadoğu politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?Bölgede oyun belirleyici olma şansını kaçırdı. Türkiye’nin bölgedeki etkisi hızlı bir şekilde sıfıra yakınlaşacak kadar düştü. Ankara hâlâ Kuzey Irak’ta etkili ve Katar ile özel bağlantılara sahip. Türkiye’nin bölgede güçlü bir rol olma dönemi bitti. Bu değişebilir de. Ülkenin şansı, hızlı bir şekilde daha iyi yönde değişebiliyor olması. Ama geçmiş yıllar gösteriyor ki, hızlı bir şekilde kötüye doğru da gidebilir. Umarım önümüzdeki yıllar Türkiye için daha iyi olur.30 Mart seçim sonuçları sonrası Türk siyaseti nasıl bir yere evrilir?AK Parti’nin zaferi almasına şaşırmadım. Seçimlerden yüzde 40 ile 42 arasında bir oy oranıyla çıkacağını düşünmüştüm. Açıkçası Türkler Başbakan’ın elinde kendini iyi hissediyor. Erdoğan’la karşılaştırıldığında bütün siyasi rakipler küçük görünüyor. Erdoğan ve partisine eş tutacak bir rakip parti bulunmuyor. Türkiye’de denge ve kontrol sistemi yok oluyor. Türkiye’nin politika sistemi bize çok şey söylüyor. Öyle ki Erdoğan’ın skandalları ve otoriter tarzından faydalanan bir parti yok. Türkler daha çok, 10 yıl öncesinden daha iyi bir yaşama sahip olmalarını sağlayan Erdoğan’la yönetilmeyi hesaba alıyor. AKP hükümeti yozlaşmış ama hâlâ etkili. Erdoğan’ın balkon konuşmasını dehşet içinde dinledim. Gücünü popüler seçimden alıyor ve istediğinden daha fazlasını yapacağını ve istediği gibi davranabileceğini düşünüyor. Ve bütün bunlar demokratik bir sürece, bağımsız ve güçlü kurumların inşa edilmesine yardım etmiyor. Bu yüzden, Erdoğan’ın gücünün, Türkiye’nin güçsüzlüğü olduğunu düşünüyorum.
↧