Toplumsal hareketlerde ya da yönetimin daha şeffaf olmasıyla ilgili taleplere karşılık politikacıların en çok başvurduğu iddia ‘dış güçlerin içerdeki kumpası’ oluyor. Uzmanlar, durumun sebebini ilköğretimden beri iç ve dış düşmanları ezberleyerek büyüyen toplumda bu tür söylemlerin karşılık bulmasına bağlıyor.Türkiye, küreselleşen dünyanın etkili oyuncuları arasına girmeye aday ülkelerden biri. On yıl içinde en yaygın diplomatik temsil ağına ulaşma hedefi var, en fazla ülkeye uçan havayolu şirketine sahip ve G-20 üyesi. Avrupa Birliği üyeliği konusunda ise yıllardır ısrarcı. Haliyle dünyaya açık bir toplum haline gelebilmenin heyecanı yaşanıyor. Arada bir patlak veren olaylar ise sınırlarımız dışındakilerle barışık olma konusunda o kadar da başarılı olmadığımızı gösteriyor. Zira insanları etiketleme, soyunu araştırma, vatan haini ilan etme ve ‘dış mihrak’ diye ötekileştirmede hâlâ pek maharetliyiz. Üstelik bunu sadece halk değil, ülkeyi yöneten politikacılar da yapıyor. Uzmanlar, kriz dönemlerinde politikacıların ilk başvurduğu ‘dış mihraklar’ söyleminin de buradan geldiği görüşünde. Çünkü küçük yaştan itibaren ‘Türkün Türk’ten başka dostu yok’ zihniyetiyle yetişen toplumda bu tür iddialar her zaman karşılık buluyor.Araştırmalar da dünyaya hızla açılma çabasındaki Türkiye’nin kendi sınırları dışındakilere en olumsuz ve endişeli gözlerle bakanlardan biri olduğunu söylüyor. Açık Toplum Vakfı’nın birkaç ay önce yayınladığı ‘Yalnız ve Endişeli Ülke Türkiye’ raporuna göre ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yok’ zihniyetiyle büyüyen toplumda nefret söylemi her fırsatta yeniden üretiliyor. Uluslararası araştırma kuruluşlarının çalışmaları ve Türkiye’deki ders kitapları taranarak hazırlanan rapora göre Türkiye, neredeyse bütün ülkeleri kendine ‘hasım’ görüyor.Raporda hayatımız boyunca peşimizi bırakmayan düşmanlarla ilk kez ilköğretim ders kitaplarında tanıştığımız anlatılıyor. Doç. Dr. Kenan Çayır, ders kitapları yoluyla incelediği eğitim dilinde öğrencilere sürekli ‘Ülke tehdit altında’ mesajı verildiğini belirtiyor. Çayır, temel eğitimdeki egemen mantığa ve kitaplara bakıldığında ruh halimizin ipuçlarını ortaya koyuyor. Buna göre hepimiz etrafımızın düşmanlarla çevrili olduğunu ve bizim dışımızda herkesin kötü niyetli ve düşük nitelikli olduğunu okulda öğrenerek hayata başlıyoruz. Milli Eğitim’e göre sınırların dışında ortaklığımızın olduğu tek kültür ise Türk cumhuriyetleri. Raporda, büyük Türk dünyası vurgusu sık sık yapılırken öğrencilere, Türklükle sınırlı bir dünya vizyonu sunulduğuna işaret ediliyor. Böylece eğitim sistemi insanlığın ortak çabalarıyla geliştirilebilecek dünya barışını sağlamaktan çok, kişilerin kendi dışındaki her yapı ve kültürden şüphe duymasına neden oluyor.Rapor, Batı’ya karşı eleştirilerin haklılık payının olabileceğine de değiniyor. Osmanlı’nın son döneminde bu coğrafyanın Batı kaynaklı ırkçı söylemlere şahit olduğunu ve bunların kınanması gerektiğini hatırlatıyor. Batı’nın geçmiş politikalarının pek çok sorunun nedeni olduğunun da belgelenip eleştirilmesi gerektiği söylenen raporda, ‘Ancak bugünkü Batı ile yüzyıl önceki Batı’nın aynı olduğu varsayımı bizi yanıltır.’ uyarısı da var. Bu zihniyetle yetişen gelecek nesillerin küreselleşen dünyanın potansiyelini göremeyeceğine işaret eden rapor, ‘Şunu hatırımızda tutmalıyız ki; ne Batı bu olumsuzluklardan ibaret ne de tüm olumsuzluklar Batı’nın politikalarından kaynaklanıyor. Yüzyıllardır Batı ile yoğun ilişki içerisinde iken bu konuyu bu kadar nüanssız tartışmak; hem geçmişi okumamızı hem de yeni ve sağlam politikalar üretmemizi engelliyor.’ uyarısını yapıyor. Üstelik araştırmalara göre Türkiye’de sadece Batı’ya değil, Brezilya ve Hindistan da dâhil olmak üzere birçok ülkeye yönelik olumsuz algı mevcut. Yani tarihten gelen bir sebebi olmasa da farklı ülkelere karşı mesafe korumada ısrarcıyız.Siyasiler işine geldikçe geçmişin acılarını hatırlatıyorBilgi Üniversitesi’nden Dr. Emre Erdoğan ise Türkiye’nin aslında bir göçmen ülkesi olduğunu hatırlatıyor: “Nüfusun büyük kısmı topraklarını terk edip gelmiş. Bu konuda ciddi acı var. Bu korkunun üzerine kurulmuş bir cumhuriyetten bahsediyoruz.” Tarihi yaşanmışlığa bakınca bunun normal bir ruh hali olduğunu söyleyen Erdoğan, “Geçmişten bahsetmemek olmaz. Ama yüzyıl geçmiş olmasına rağmen bunun her gün yeniden üretilmesi sorun.” diyor. Düşman endişesinin yeniden üretilmesine örnek olarak da okullarda anlatılan Sevr Antlaşması’nı gösteriyor. Onaylanmamasına rağmen maddelerinin tek tek ezberletildiğini söyleyen Erdoğan, “Her çocuk Sevr Antlaşması’na göre Antalya’yı kimlerin işgal ettiğini bilir. Sorun şu ki, antlaşma onaylanmadı bile. Bu, travmatik bir durum. Burada yapılan algıyı yeniden üretme çabası.” tespitini paylaşıyor. Ona göre geçmişteki zulümleri hâlâ ortada tutmak insanları korkutarak terbiye etme çabası. Bunun aynı zamanda politikacıların da kullandığını söyleyen Erdoğan, “Çünkü karşılığı var. Siz dış güçler dediğiniz zaman kimse ‘yok canım’ demiyor ki. Yani politikacılar tarafından da çok kolaylıkla sömürülebilecek bir alan oluşturuluyor.” görüşünde. Erdoğan, bütün siyasi hareketlerin canı istediği zaman geçmişin acılarını masanın üzerine koyduğunu anlatıyor. Ona göre bu yüzden ‘affedersiniz Ermeni’, ‘Biliyorsunuz Alevi’, ‘Rumlar gibi kaçıyorlar’, ‘Yahudi yandaşı’ gibi nefret söylemleri üretilebiliyor. Çünkü ortada bu nefreti eleştirecek birileri yok. Dr. Emre Erdoğan, en çok ülkeye uçan havayolu şirketine sahip olmanın dünya ile barışık olmak anlamına gelmediğini savunuyor. Çünkü Türkiye’de insanların sadece yüzde 10’unun pasaportu var. Yani ülkenin sadece yüzde 10’luk kısmı dünya ile aktif iletişim içinde. Gelişmiş ülkelerde bu rakam yüzde 70’lerde. “Burada esas sihirli kelime temas.” diyen Erdoğan, şöyle devam ediyor: “Bir Fransız’ı tanımıyorsanız Fransız’dır. Tanıdığınız zaman Jack olur, Michael olur. Ailesi, işi olur. Yani çok farklı olmadığınızı görmek için insanlarla bir şekilde tanışmanız lazım.”Yabancı düşmanlığıyla Gezi’de Erasmus öğrencilerini suçladıkYale Üniversitesi’nde World Fellows Programı için çalışıp burada ders veren Hakan Altınay ise ‘herkes bize karşı’ türünde bir fikrin asgari mantık sınavını aşamadığını söylüyor. Daha da önemlisi, Türkiye gibi dünyaya bir şeyler katmak isteyen bir toplumun kapasitesinin altında varlık göstermesine neden oluyor. Ona göre bu kadar savunmacı bir yaklaşım komplo teorilerine de sebep olur ve tartışma ortamlarını tehdit eder.Altınay da ayrıştırıcı dilin politikacılar tarafından sürekli üretildiğine katılıyor. “Bu kadar cazip bir önyargıyı bulunca siyasetçiler bunu kullanabiliyor.” diyen Altınay, şöyle devam ediyor: “Ancak kendi eksiklerimizden kaynaklanan problemleri dışa tahvil etmek çok inandırıcı değil. Bu dün Gezi’ydi, bugün yolsuzluklar daha önceden de Kürt meselesiydi. O kadar fantastik iddialarla karşılaşıyoruz ki, bunlara inanmakta zorluk çekiyoruz. Gezi sürecinde Erasmus programıyla Türkiye’ye gelen öğrencileri bile derdest edip onlar organize ediyor dedik, ajan ilan ettik. Gerçekten Türkiye’nin üzerinde böyle fantastik oyunlar oynanıyorsa ben bir yurttaş olarak bunu bilmek istiyorum. Belki ben de katkı vermek isteyeceğim. Gerçekten bütün dünya birleşmiş ve Türkiye’ye kötülük yapmak istiyorsa ben seyirci kalmak istemiyorum. Ben ülkem için bir şey yapmak istiyorum ama bu iddiaların bana anlatılması kanıtlanması gerekiyor.”Vicdanı ortadan kaldırmanın yolu: Ama o ‘Sünni Türk’ değilDışlanmak istenen kişileri, toplumda kabul görmeyen etnik ya da dini kimliklerle ilişkilendirmek sık başvurulan yollardan görülüyor. Son olarak Fethullah Gülen Hocaefendi için başlatılan karalama kampanyasında ailesiyle ilgili asılsız iddialar üretildi. Mesnetsiz iddialara dayanan ötekileştirme politikasının yanı sıra gerçekten sahip olunan kimlikler de malzeme konusu yapılabiliyor. Bu konuda Berkin Elvan örneğini veren Dr. Emre Erdoğan, “Alevi çocuk olur mu sizce? Burada da Berkin ile diğer çocuklar arasında fark mı var? Bunu mu ima ediyorsunuz?” diyor. Burada yapılanın, ölümü insanlara kabul ettirme gayreti olduğunu söyleyen Erdoğan, “Ama o Alevi’ydi” denilerek insanların vicdani sorgulamadan uzaklaştırıldığını düşünüyor: “Hayatını kaybeden on beş yaşında bir çocukken hele anne-baba iseniz sizi çocuğun ölümene ikna edemezler. Fakat onun sizin çocuğunuzdan farklı bir çocuk olduğuna ikna edilirseniz, inandırabilirsiniz. Uludere’de bombalanarak ölen çocuklar için de ‘Kürt’ ya da ‘kaçakçı’ vasıfları kullanılması o dönemde eleştirilmişti. Bu bizim sürekli uğraşmamız gereken bir mekanizma. Yani her konunun bir numaralı sorunu bence bu.”
↧