İngiltere’de yaşayan ve söylediği rebetiko şarkılarla ses getiren Çiğdem Aslan, Mortissa adını verdiği albümünü Türkiye’de de yayınladı. Sanatçı, başarısında yurtdışındaki dünya müziğine olan ilginin de etkili olduğunu söylüyor.Türkiye’deki müzikseverler henüz çok tanımasa da Çiğdem Aslan, son dönemde yurtdışında adından övgüyle söz ettiren bir sanatçı. Onun için Guardian gazetesinde “Eski bir müzik tarzını alıp bu çağa böyle taze ve ilgi çekici şekilde uyarlayan bir sanatçı kırk yılda bir çıkar. Britanya’da yılın en iyi keşiflerinden biri.” yorumu yapıldı. Türkçe ve Yunanca söylediği 1920’lerin ve 30’ların rebetiko şarkılarından oluşan Mortissa albümü, Amerika’da dinlenmesi gereken beş yabancı albümden biri olarak gösterildi. Aslen Sivaslıyım, doğma büyüme İstanbullu olan sanatçıyla geçtiğimiz günlerde İstanbul’da verdiği konser öncesinde buluşup müziği ve albümünü konuştuk.Müzikle nasıl tanıştınız?Bunu tam olarak bilmiyorum; çünkü müziğin içinde doğdum. Bilindiği gibi müzik, Alevi kültürünün bir parçasıdır. Dolayısıyla onun içinde doğdum ama yarı profesyonel olarak ilgilenmeye üniversite yıllarında başladım. Öğrenci kültür merkezinin müzik kulübünde Türkiye’nin etnik müziklerini yansıtan bir projemiz vardı. Rebetiko ve Seferad şarkıları söylemeye o zaman başladım.Pebetikoya ilginiz nasıl başladı?Rebetiko, ülkemizde zaman zaman unutulup yüz çevrilen, zaman zaman da geri dönülen bir müzik tarzı aslında. Üniversitedeki bir projeyle başladı. Aslında biraz tesadüfî oldu diyebilirim. O projede Rumca, Seferadca, Kürtçe ve Alevi deyişleri söyledim. Daha sonra Londra’ya gittiğimde rebetiko müziği orada popüler olduğu için devam ettim.Londra’ya neden gitmiştiniz?Amacım müzik okumak değildi. Üniversitede İngiliz dili ve edebiyatı okudum. Ablalarım orada yaşıyor, belki master yaparım diye gitmiştim. Sonrasında oradaki müzik ortamlarına girdim ve bir daha da çıkamadım. Her şey benim için güzel ilerledi. Bir kapı başka bir kapıyı açtı. Doğru yerde, doğru zamanda olunca işler çok çabuk gelişti.Londra’da bu müzik türüne ilgi nasıl?Dünya müziğine ilgi çok fazla. Pek çok üniversitede etnomüzikoloji bölümleri var. Bu bölümlerde eğitim veren ya da okuyan kişiler bu müzikleri icra da ediyor. İlginin olduğu yerde üretim ve paylaşım da çok oluyor. Birçok kültürden müzik icra eden müzisyenlerle bir araya gelmek çok kolay. Küçük kafelerden büyük salonlara kadar bu gelenek yapılıyor. Siz de ister istemez buna katılıp birçok insanla tanışıyorsunuz.Albüme gelecek olursak... Albümün repertuarını neye göre belirlediniz?Şarkıların birçoğu 1930’larda yapılmış. Mübadele döneminde Türkiye’den yurtdışına gitmiş bestecilerin buradan oraya götürdüklerine ışık tutmak istedim. Çünkü orada 1930’larda üretilmiş her şey biraz da Anadolu’yu taşıyor. Onlara saygı anlamında bir şey yapmak istedim. Albüm hem Türkiye’de hem de Londra’da öğrendiğim şarkılardan oluşuyor.Peki, bu şarkıların hikâyeleri mi, ses rengi mi cezp etti sizi?Hikâyelerinden önce müziğin kendisi yani tınılar çekti. Tabii ki hikâyelerden de bağımsız değilim. İçinde doğduğum müzik tarzından pek de uzak değil aslında. Türkiye’de yaşayan insanların dinlediği ve bildiği müziklere de uzak değil. Ortak yönleri çok fazla bizim müziğimizle.Albümünüz özellikle İngiltere’de büyük ses getirdi. Birçok ödül aldınız. Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?Albümdeki şarkılar hem otantik hem batı kulağına yakın bir şekilde düzenlendi. Dolayısıyla onlara çok yabancı gelmedi. 11 yıldır Londra’da yaşıyorum. Son sekiz yıldır istikrarlı bir şekilde bu müziği icra ediyorum. İyi müzisyenlerle çalıştım. Haliyle hatırı sayılır bir dinleyici kitlesi oluştu. Sesimizi farklı yerlere taşıdık. Albüm çıkınca da dikkat çekti ve beğenildi. Başarısı biraz da oradaki dünya müziğine ilgiyle bağlantılı.Yıllardır birçok müzisyen yurtdışına açılmaya çalışıyor. Ancak genelde etnik müzik yapanlar sesini duyurabiliyor…Biz nasıl bizden farklı olan yabancı müziğe ilgi gösteriyorsak, onlar da kendilerine farklı gelen müziklere ilgi gösteriyor, merak ediyor. Öncelikle oraya taşıdığınız müzik her şeyden önce merak uyandırmalı.Sizi ön plana çıkaran biraz da yorumunuz. Bilinen şarkıları sanki yeniymiş gibi hissettiriyor.Bu şarkıları çoğu zaman hikâyelerini bilmeden dinliyorum ama dinlediğim müzik bana bir hikâye anlatıyor zaten. O melodiden duyabiliyorum. Orada dil, din, ırk gibi bütün bariyerler kalkıyor aslında. Müzikle empati kurmaya çalışıyorum. Biraz kendimden, kendi hikâyemden ne katabilirim diye düşünüyorum elbette.Sadece rebetiko söylemiyorumŞarkıların hikâyelerinden sizi en çok hangisi etkiledi?Hiçbirini ayırt edemem. Her şarkı farklı zamanlarda girdi hayatıma. Ferece ilk rebetiko konserinde söylediğim bir şarkı. Harem’de kalmak istemeyen bir kadının hikâyesi. Bu benim empati kurabileceğim bir hikâye. Onu hissederek söylemeye çalışıyorum. Bir tiyatro oyunu gibi, kendimi o role sokuyorum.Popüler müziğin egemen olduğu Türkiye’de bu albümü yayınlamak risk değil mi?Bizim için bu albümü Türkiye’de yayınlamak daha zor. Çünkü buranın ürününü getirip tekrar buraya sunuyoruz. Tepkileri merak ediyorum. İki defa düşünerek hareket ediyoruz. Şu ana kadar çok güzel tepkiler aldık.Çiğdem Aslan sadece rebetiko mu söyleyecek peki?Hayır. Altı yıldır üyesi olduğum Balkan ve Klezmen müziği yapan bir grubum var. Oldukça başarılılar. Onlarla üçüncü albümü çıkardık. Bir de Tahir Palalı ile zaman zaman bir araya gelip Anadolu’dan türküler ve deyişler yaptığımız bir projemiz var. Çeşitli yerlerde konserler veriyoruz.Önümüzdeki süreçte neler yapmayı düşünüyorsunuz?Geleceğe dair çok büyük hayallerim yok. Sesimin yettiği yere kadar şarkı söylemeye devam edeceğim. Repertuarımı sürekli yenileyerek yürümek istiyorum.
↧