'Devlet kamp açmış oraya gitsinler' ya da 'bizim zaten yeterince fakirimiz var' gibi söylemler sokakta yaşayan Suriyelilere yönelik başlayan öfkenin tezahürleri. Mülteci-Der Koordinatörü Pırıl Erçoban'a göre Suriye rejimine karşı politikayı ya da genel olarak hükümeti eleştirenler bunu mülteciler üzerinden yaptılar. Erçoban, "Oysa ki mülteciler bu savaşın nedeni değil, mağdurları" diyor.Evine ekmek götürmek isteyen seyyar satıcılar için karşıya geçmekten çok daha fazlası olan üst geçitlerden birinde iki gencin kendi aralarında hararetle sürdürdüğü muhabbete kulak misafiri oluyoruz. Hakkında konuştukları kişiler, o anda bulundukları geçit de dahil olmak üzere duraklarda, parklarda, buldukları her yeşil alanda gündüzü ve maalesef geceyi de geçirmek zorunda kalan Suriyeli sığınmacılar. "Bunlar vatan haini oğlum" diyor biri, kim bilir hangi ‘büyüğü'nden duyup, doğruluğunu bir an bile sorgulamadığı cümleyi ‘kes yapıştır' yaparak. Diğeri de aynı emin duruşla cevap veriyor: “Tabii oğlum, ülkende savaş var, sen kaçıyorsun. Bizim atalarımız aptal mıydı da kaçmadı, savaştı?” Savaşı çocuk oyuncağı sanan bu gençlerin muhtemelen örnek aldığı o ‘büyükleri'nden biri de aynı üst geçitte sürekli Suriyeli mülteci görmekten bunalmış olacak ki herkesin duyacağı şekilde şunları söylüyor: “Her yerde karşıma çıkıyorsunuz. Tayyip'e gidin, o yardım etsin size.” Ülkelerindeki iç savaştan kaçarak Türkiye'ye sığınan bu insanlar, kimi zaman iktidara duyulan öfke, kimi zaman da ülkedeki kötü gidişattan ‘mültecileri ve göçmenleri' sorumlu tutan klasik ırkçı anlayışın kurbanı olarak hedef konumundalar. Bu insanlara yönelik zaman zaman öfkeye de dönüşen duyarsızlığa bahane olarak üretilen en güçlü argüman ise mültecilerin 'dileniyor' oluşu ve artık iyiden iyiye klişeleşen şu cümle: "Devlet onlara kamp açmış kardeşim, gitsinler oraya." Bu cümle, iktidar destekçilerini de karşıtlarını da ortak paydada buluşturuyor üstelik. Destekleyenlerin 'devlet onlara yardım ediyor ama adamlar kampı beğenmiyor' minvalinde kurduğu cümle karşıtların dilinde ise 'devlet madem izin verdi gelmelerine baksınlar o halde'ye dönüşüyor. Neticede herkes duyarsızlığına karşı vicdanını temize çıkaracak bir yerinden tutabiliyor bu cümlenin. Ancak Suriye'den bir buçuk yıl önce gelip nispeten düzenini kurabilen Halepli Ahmet'e göre durum hiç de sandığımız gibi değil. Ahmet'le Şirinevler'de otobüs durağının hemen arkasındaki yeşil alanda maaile kalan Suriyelilerin yanında karşılaşıyoruz. Hurdacılıktan kazandığı günlük 20-30 lira ile ailesini kıt kanaat geçindiren Ahmet, kendisi de yardıma muhtaçken hemşehrilerinin hal hatırını sormaya geliyor her gün, belki bir yardımım olur düşüncesiyle. Abbas Halil ve ailesi henüz çok yeniler İstanbul'da. Kısa bir süre Antep'teki kamplarda kalmışlar ardından İstanbul'a gelmişler. Neden kamplarda kalmak istemediklerine gelince, "Orada kalınmaz. Araplar var." diyor. Türkmenlerle Arapların aynı kamplarda kalıyor oluşu, sorunların en büyüğü anlaşılan. "Devlet ayrı kamp açsa kalır mıydınız?" sorusu karşısında o kadar umutsuzlar ki "Öyle bir şey olmaz." diye cevap veriyorlar. "Kötü davranan oluyor mu?" sorusuna çocuklar "evet" diye cevap veriyor. Azarlayanlar, ters davrananlar, para isteyince kızıp bağıranlar oluyormuş. Ama genel olarak halkın yardım etmesinden memnunlar. ‘Dileneceklerine çalışsınlar' algısından haberdarlar fakat bunun düşünüldüğü kadar kolay olmadığını da gayet iyi biliyorlar. Çalışmak için önce ev bulmaları gerektiğini söyleyen Ahmet, “Hepsinin eşleri, çocukları var. Başında birini bırakmadan çalışmaya gitmek istemiyorlar. Başlarını sokacak bir ev bulsalar hurdacılık da olsa yaparlar. Ama önce ev. Ayrıca iş bulmak da o kadar kolay değil.” diyor. Bazılarının dilenmeye mecbur kaldığını anlatan Ahmet, “Karnın aç olduğunda ne olur? Titrersin. İlla bir şeyler bulup yemen lazım. Dilenmeyince parayı nerden bulacaksın? İnan kimse mecbur olmasa bu şekilde sefillik çekmek istemez.” şeklinde konuşuyor. 'Mülteciler savaşın nedeni değil mağduru' Suriyeli sığınmacılara yönelik artan olumsuz düşüncelerin sebebini Mültecilerle Dayanışma Derneği (Mülteci-Der) Koordinatörü Pırıl Erçoban'a soruyoruz. Erçoban'ın anlattıkları, algıdaki değişimin bilgisizlikten ve empati yoksunluğundan kaynaklandığını ortaya koyar nitelikte. Yaklaşık üç yıldan beri Suriye'den kaçan insanların kitlesel akını sonucunda artık “mülteci” kelimesinin günlük yaşamımıza girdiğini söyleyen Erçoban, “Ama bazen bu insanların neden yurtlarını, evlerini, işlerini, sevdiklerini geride bırakıp kaçmak zorunda kaldıklarının, içinde bulundukları şartlarının hâlâ tam olarak anlaşılamadığını düşünüyorum.” diyor. Mültecilere yönelik olumlu muamele kadar olumsuz muamele ile ilgili duyumlar aldıklarını anlatan Erçoban, "Gerçekten bir lokma ekmeğini bu insanlarla paylaşmaya çalışan insanlar var. Ancak öte yandan çevrenizdeki insanların söyledikleri, çarşıda, pazarda duyduğunuz, okuduğunuz bazı yorumlar dehşete düşürebiliyor insanı. Mültecilerin çoğu zaman her şeylerini geride bırakıp, bazen sadece üzerindeki giysilerle ülkemize sığınanlara fırsatçı bir yaklaşımla ev bile denemeyecek yerleri 300-400 TL'ye kiralayan, fahiş fiyatlar isteyenler var. Resmi işlemler için gittikleri yerlerde, sokakta karşılaştıkları muamele, sert ve öfkeli bakışlar, sözler, 'Biz kendi fakirimizi doyurduk da bunlar mı eksik kaldı?', 'Hastaneler Suriyelilerle doldu' gibi yorumlar aslında durumu anlamamak ve insan hakları kavramından uzak olmak anlamına geliyor. Savaşın ilk yıllarında sığınmacılarla daha fazla empati kurulduğunu söyleyen Erçoban, "Sayı arttıkça ve süre uzadıkça bu olumlu duygular yitirilmeye başlandı. Sanki insanlar keyfi olarak burada kalıyor. Hatta 'Savaş varsa gidip savaşsın.', 'Biz mi gelin dedik' gibi yorumlar var." diyor. 'Devlet Suriyelilere maaş veriyor' iddiası şehir efsanesi Dilenme konusuna gelince, Erçoban bütün olumsuz yaşam koşullarına rağmen dilenenlerin sayısının genele bakınca çok sınırlı olduğunu düşünüyor ve ekliyor: "Eğer bu gerçekten doğruysa da dönüp kendimize bakmalı ve ülkemize sığınan insanların neden dilenmek zorunda kaldıklarını düşünmemiz lazım." diyor. Kamp dışında yaşayanlara yönelik devletin sunduğu anlamlı bir yardım mekanizması olmadığı gibi insani yardım kuruluşlarının yardımları da yeterli olmuyor. 'Devlet Suriyelilere ayda 800-1000 TL para ödüyormuş.' şeklinde bir şehir efsanesinin varlığından bahseden dernek yetkilisi, "Böyle bir şey söz konusu değil; herhangi bir maaş yok, hatta yardım" diyor. Erçoban, Türkiye'nin devlet olarak savaştan kaçanlara sınırları açık tutacağını söylemesi ve bir süre öncesine kadar bunu uygulamasını son derece olumlu bir durum olarak görüyor. Ancak, devletin bunun kısa süreli bir durum olacağı öngörüsünün yanlış çıkması ile gelişmeleri çok da iyi yönetemediği görüşünde. Örneğin özellikle sınır illerde hastanelerin fiziki ve insan kaynakları kapasitesi artan ihtiyacı karşılayacak biçimde artmadı ve bundan yerel halk da olumsuz etkilendi. Ayrıca, Suriye rejimine karşı politikayı ya da genel olarak hükümeti eleştirenler maalesef eleştirilerini mülteciler üzerinden yapabildiler, oysa memnuniyetsizliğin, eleştirinin hedefi mülteciler olmamalı, olamaz; bu savaşın nedeni değil onlar, mağdurları. Kampta fiziki şartlar iyi fakat başka birçok sorun var Suriyeli mültecilerin kamplar yerine sokakta kalmasının, Erçoban'a göre çeşitli sebepleri var. Aldıkları duyuma göre kamplardaki şartların son derece olumlu bulunduğunu söyleyen Erçoban, "Ancak ne kadar olumlu şartlara sahip olursa olsun 2 sene 3 sene kamp şartlarında yaşamak, onlarca kişiyle tuvaleti, banyoyu paylaşmak, özel hayatın mahremiyeti olmadan küçük bir çadırda veya konteynerde yaşamak çok da çekici bir durum değil." diyor.Üstelik kampların kapasitesi de şu anda doluymuş. Erçoban'ın verdiği bilgilere göre 220 bin kişi kamplarda yaşıyor ve yenileri açıldığı halde dışarıda yaşayan 700-800 bin kişiyi alacak kamp kapasitesi mevcut değil. İnsanların kamplara karşı mesafeli olmasının, buralarda daha çok belli etnik, mezhepsel veya siyasi grupların yoğunlukta olması gibi sebepleri de olabileceğini belirtiyor Erçoban. Böylece o gruplardan olmayanların, örneğin ne Suriye muhalefeti ne de rejimi destekleyen ama ülkeden kaçmak zorunda kalanlar kampa gitmek istemiyor. Çünkü kendilerini güvende hissetmiyor. Mülteci-Der koordinatörüne göre bir başka sebep de çocuklarının özellikle kız çocuklarının, o kalabalık ve mahremiyetin olmadığı ortamda risklerle karşılaşacağı korkusu. Erçoban'a son olarak internet ya da TV başında gördüklerimiz karşısında doruğa çıkan merhamet duygumuzun, sokakta olayın gerçek kahramanları ile karşılaştığımızda nasıl oluyor da duyarsızlaşmaya ve hatta bazen öfkeye dönüşebildiğini soruyoruz. Cevabı çok düşündürücü: "TV'de, internette gördüklerimiz bizden uzakta oluyor, sanal dünyada olanları da sanal sanıyoruz, film gibi, belgesel gibi izliyoruz; başka zamanlara, başka mekanlara ait, belki de gerçek dışı olaylar olarak görüyoruz ve anlık merhamet duygusu sarıyor bizi, başka habere geçince o da geçiyor galiba… Her şeyden önce yaşam hakkının, özgürlük hakkının, insanca, insan onuruna yakışır bir yaşamanın sadece bizim değil, sadece bizden olanın değil, sadece vatandaşın değil herkesin ama herkesin hakkı olduğunu bilmemiz gerekiyor. Kim çocuğunun, sevdiklerinin bombaların, saldırıların, ölümün, açlığın olduğu yerde kalmasını ister?"
↧