Bir dönem ideoloji olup olmadığı tartışılan Kemalizm; MGK, YÖK ve MEB’in yanı sıra siyaset kurumunu da etkisi altına almış durumda. Türkiye’nin bugünkü siyasi ortamını değerlendiren aydınlar, ulusalcı, laikçi, Kürt Kemalizm derken, şimdilerde muhafazakar-demokrat, İslâmcı bir AK Kemalizm’in siyaset sahnesine çıktığını söylüyor.Türk siyasi tarihi yaşanan her darbeyle, verniklenip cilalanan Milli Güvenlik Kurulu’ndan YÖK’e, MEB’den orduya kadar uzanan Kemalist rejimin izleriyle dolu. Zamanla devlet organlarına hâkim olmaya başlayan ve resmileşen Kemalizm, okullar, camiler, halk evleri, mecburi askerlik hizmeti derken eğitim kanalları vasıtasıyla halka da aşılanır, devletin bütün organları bu akımın kodlarıyla yönetilirken, siyaset kurumu da payına düşeni alır. 12 Eylül darbesiyle demokratik ve çoğulcu siyaset yasaklanır. Zira siyasal partiler ve seçim yasası incelendiğinde Kemalist zihniyetin en çok siyaset kurumunda yaşadığı görülür. Buradan yola çıkarak, bir dönem ideoloji olup olmadığı tartışılan Kemalizm’in, Türkiye’nin bütün renklerini etkisi altına aldığını söylemek mümkün. Ulusalcı, laikçi, Kürt Kemalizm’i derken içinde bulunduğumuz dönemde de İslamcı ya da muhafazakâr Kemalizm’in boy gösterdiği yorumu ise son dönemde yaşananlara farklı bir noktadan bakmayı sağlıyor. Zira muhafazakâr, demokrat, İslamcı diye bildiğimiz kişi veya grupların şimdilerde Kemalistleşme yolunda hızla ilerlediği görülüyor. Türkiye’nin resmi ideolojisi Kemalizm’in AK Parti iktidarını da etkisi altına aldığı yorumları meseleyi incelemeye sevk ediyor. Dün din dışı bir laiklik anlayışına yaslanan, toplumu şekillendirmeye çalışan jakoben Kemalizm’in, bugün dindar aktörlerle aynı işlevini icra ettiği iddiası da düşündürüyor.Demokrasi reformundan jakoben zihniyeteİktidara geldiği günden bu yana 11 yıl içinde birçok demokratikleşme reformları yapan, askeri vesayete karşı duran, Ergenekon ve Balyoz yapılanmalarıyla mücadele başlatan, ileri demokrasiye ülkeyi biraz daha yaklaştıran şüphesiz AK Parti. Ancak iktidar bir yandan demokrasi açılımlarıyla vesayeti, darbeleri tarihe gömerken, öte taraftan cemaatleri bitirme planına ortak olma, fişleme, özel teşebbüsleri engelleme ve yargıya müdahale edip savcı ve polislerin görev yerini değiştirmesiyle endişelendiriyor.Endişenin sebebi, bir anlamda tarihin tekerrür ediyor olması. 1923-1927 yılları arasında, Mustafa Kemal Atatürk, bütün alternatif kadro ve siyasal projeleri tasfiye ederek Kemalizm söyleminin benimsenmesine zemin hazırlar. Tasfiye sürecinde, Takrir-i Sükûn Kanunu ile olağanüstü yetkileri üzerinde toplar. Gazi Paşa’ya bağlı İstiklal Mahkemesi başkan ve üyelerinin kararlarına müdahale edilir. 1927’ye gelindiğinde de, kendisine muhalefet edebilecek hiçbir siyasi kadro kalmaz. Bu durum, AK parti iktidarının yargı ve emniyete müdahalesinin yanı sıra bilumum kanunlarda ani değişiklik yapmasıyla benzerlik taşıyor. Temelde zıt görünen Atatürkçü ve İslâmcı iki çizginin nasıl aynı noktada durabileceği sorusu ise zihinleri kurcalıyor. Hal böyle olunca, ‘Demokrasi özlemi sınırları aşan millet, değişmeyen bir devlet zihniyetiyle imtihan mı oluyor?’ sorusu cevabını bekliyor. Kemalizm kodlarını yansıtan bir diğer konu ise Başbakan’ın dile getirdiği ‘partili cumhurbaşkanlığı’ sistemi. 1930 ve 1940’lar Türkiye’sinde uygulanan bu sistemin temelinde kuvvetler birliği ilkesi vardı. Sistemin adı da resmen ‘şef sistemi’ olarak geçiyordu. Geçmişteki partili cumhurbaşkanlığı tecrübelerine bakınca, bugünün Türkiye’si için tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir sistem olduğu yorumları yapılıyor. Ama başbakanın bu sözünden, hem başkanlık hem de parti liderliği yapmak istediği anlaşılıyor. Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk gibi. Böylesi bir rejime sahip, bir tane bile demokratik ülke yokken, başbakanın Rusya tipi başkanlık sistemi isteği düşündürüyor. Bu sistemde Başkan’ın üzerine yüklenen maksimum yetki sayesinde sistem içerisindeki denge ve denetim mekanizması genellikle Başkan’ın lehine çalıştırılıyor. Hal böyleyken, başkanlık sistemi isteğiyle otoriter, kurtarıcı, yanılmaz özelliklere sahip bir ‘ulu şef’ sanrısı oluşmasına kapı aralanıyor.Başbakan etrafında oluşturulan mitos12 Eylül referandumundan sonra elinde Türkiye’nin önünü tıkayan yapıları değiştirme imkânı olduğu halde, AK Parti’nin neden ağırdan aldığı büyük bir muamma olarak önümüzde. Vatandaş buna cevap ararken, Kemalist söylemin giderek AK Parti içinde yer aldığına şahitlik ediyor. Havuz medyası aracılığıyla her gün ‘Tek’çi anlayışı destekleyen yeni bir söylem zikrediliyor. “Tayyip’i üzmek, Allah’ı üzmektir. Recep Tayyip Erdoğan, bizim için ikinci bir peygamberimiz gibidir. Başbakan’ımızın doğduğu şehirler de mübarektir. Başbakan’ımız adeta ikinci bir Mustafa Kemal Atatürk gibi reformlar yapmaktadır. Erdoğan, Türkiye’nin ezeli ve ebedi başkanıdır. Adam izindeyiz” gibi parti liderine kutsiyet atfeden ifadelerle Başbakan’ın şahsı etrafında bir mitos oluşturuyor. Neredeyse Cumhuriyet’in kurucu neslinin, aynı ölçüsüz övgüleri o dönemde Atatürk için “Kâbe Arab’ın olsun, Çankaya bize yeter” ya da “Sen Rabb’ın yarısısın, yerin üstünde fakat Türklüğün Tanrısısın” diye dizeler yazması gibi.Gezi Parkı olaylarıyla başlayan, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddiası operasyonuyla daha tırmanan baskı hali bitmek bilmiyor. Bir ülkede nereye ne inşa edileceğinden, kaç çocuk yapılacağından, medyanın nasıl haberler yazacağından tutun da polis, savcı ve hâkim ataması gibi konularda ‘tek’ belirleyici olmak demokratik bir rejimin gerekleriyle uyuşmuyor. Bu noktada AK Parti iktidarına dair yapılan ‘İslâmcı Kemalist’ yorumlarını konunun uzmanlarına sorduk. “AK Parti, geldiği nokta itibarıyla Kemalist kodları işaret eden davranış sergiliyor mu? Hem Kemalist hem de muhafazakâr-İslamcı olunabilir mi? AKP’nin ve Başbakan’ın kutsanmasının siyasi ve sosyolojik ne gibi etkileri olur?” gibi merak edilen soruları aydınlar değerlendirdi.Gazeteci-yazar Hayko Bağdat AK Parti’nin birden Kemalist refleksler sergilemediği kanaatinde. Bağdat, AK Parti’nin tıpkı kendisinden önceki iktidarlar gibi, uzun süredir Kemalizm kodları taşıdığını, devlet enstrümanlarını kullandığını düşünüyor. Uzun süre ‘Kemalo-İslamism’ başlıklı makaleler yazan Doç. Dr. İhsan Yılmaz, “Kemalizm’e benzer yeni bir sivil din doğuyor.” diyor. Yılmaz, artık etrafta, binalarda, billboardlarda ve bazı kamu binalarında Atatürk resminden daha çok Erdoğan resmi olduğunu belirtiyor. Yazar Prof. Dr. Mehmet Altan da, AKP’nin Kemalizm’den demokrasiye geçmediği, mevcut vesayet yapısının dümenine geçtiği kanaatinde. AK Parti’nin Kemalistleştiği iddiasını, konjonktürel bir polemiğin tezahürü olarak gören SDE İç Politika ve Demokratikleşme Koordinatörü Dr. Murat Yılmaz ise “AK Parti’nin Kemalist olması, ontolojisi itibarıyla mümkün değildir.” diyor.AKP, yolsuzluk suçlaması tahribatını azaltmak için Atatürkçülüğe yanaşıyorÖmer Laçiner (Gazeteci-yazar): 1949’da seçimi kaybetme ihtimaline karşı CHP’nin ‘İslâmcı-muhafazakâr ‘addedilen Şemsettin Günaltay’ı başbakanlığa getirmesi ile şimdilerde AKP’nin yolsuzluk suçlamasının yapacağı ciddi tahribatı azaltmak ve örtmek için Atatürkçülüğe yaranmaya ve yanaşmaya çalışması aynı şey. Atatürkçülük ve İslamcı-muhafazakârlık, koşullar ve tarihsel bağlam içinde öyleymiş gibi gözükse de, ortak temel/kabuller nedeniyle asla ‘gerçek zıtlar’ değiller, olamazlar. Örneğin gayrimüslimleri ‘şüpheli’, ‘yabancı’ addetmek, başta Kürtler olmak üzere Türk olmayan Müslüman etnisitelere karşı ikircikli bakış bu ortak kabullerden biri. Ermeni katliamı ortak tabudur. Türkiye toplumunun ‘sıradan insanları’nın zihnen yetkinleşebileceklerine inanmamak veya onların siyaseten aktif olmalarını ‘sakıncalı’ sayıp, demokrasiyi şekilselliğin ötesine taşımamak, bunun yerine ‘lider kültü’nü pompalamak da o ön ve ortak kabuller arasındadır. Bu bakımdan bugün Recep Tayyip Erdoğan’a ‘Allah’ın vasıflarını üzerinde toplamış kişi’ diyen ve sırtı sıvazlanan AKP’li mebus, 1930’larda Mustafa Kemal için ‘Fani olmasaydı o da tanrıydı’ mısrasını döşenen CHP’li şairin yeşilimsi bir kopyasından başka bir şey olmuyor.Ontolojisi itibarıyla AK Parti’nin Kemalist olması mümkün değilDr. Murat Yılmaz (Siyaset bilimci): Kemalizm’in dönemlere ve güç dengelerine göre değişen birçok versiyonu vardır. Bunların ortak paydası bürokrasinin hâkimiyetidir. Bu bakımdan AK Parti’nin Kemalist olması ontolojisi itibarıyla mümkün değildir. Nitekim bugünkü tartışmalarda AK Parti ile mücadele eden yapının, sıklet merkezinin yargı ve emniyet bürokrasisi olması kayda değerdir. Bürokratik rejimin tasfiyesinde rol üstlenen bu yapının ve bazı aydınların, karşı oldukları 27 Mayısçı tezleri AK Parti’ye karşı savunması manidardır. Problem, bürokratik vesayetin tasfiyesinden sonra kurulacak yeni Türkiye ve yeni rejimdeki güçler dengesinin nasıl kurulacağıdır. Her büyük değişim döneminde, değişim süresi uzadıkça korku ve endişelerin artması muhtemeldir. AK Parti’nin otoriterleştiği ve liderinin kutsallaştırıldığı iddiaları, AK Parti ve Erdoğan aleyhine her şeyin bir kampanya halinde söylendiği bir zamanda inandırıcı değildir. Türkiye’de temel mesele, AK Parti’den ziyade muhalefetin değişime ayak uyduramamasından kaynaklanmaktadır. Bugün Kemalizm özellikle eğitim alanında yeniden üretilmektedir. Türkiye’de demokratik ve sivil anlayışı savunanların bu alandaki reformlara yönelmesi isabetli olacaktır.YÖK, Diyanet gibi devlet kurumları feshedilmedi, güç pekiştirmek için kullanıldıDoç. Dr. Teyfur Erdoğdu: Kemalist yerine Türkçe konuştuğumuz için Kemalci demek daha doğru. Halkın büyük bir kısmının sevmese de hatta muhalif de olsa bu akımdan etkilendiği muhakkak. Önemli bir dönüm noktasını teşkil eden 80’li yıllarda Kemalciliğin YÖK, Milli Güvenlik Kurulu, inkılâp tarihi dersleri, yeniden tasarlanan Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet ve askeriye gibi yeni/eski vasıtalarla güçlendirildiğini görüyoruz. Kısaca iktidarın ve toplumun tüm aygıtları 80’den sonra Kemalcilik akımı ile yeni bir tasarıma tabi kılınmak istendi ve büyük oranda da başarıldı. Hem bu memleketin çocukları olarak Kemalci eğitimden geçmiş olanlar (İmam hatip mezunları da buna dâhildir) hem de on yılı aşkın süredir iktidarda bulunanlar da bu akımdan etkilendi. Bu etkinin üzerine gitmek belki bir çözüm olabilirdi, ancak on yıl içinde bu alanda yapılanlar çok zayıf kaldı. Ele geçirilen siyasi iktidardan sonra Kemalci zihniyet ile kurulmuş YÖK, Milli Güvenlik Kurulu gibi kurumları feshetmek, Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet gibi kurumları da Kemalci ‘makbul’ vatandaş yetiştirme kurumları olmaktan çıkarmak yerine, kendi gücünüzü pekiştirmek için kullanmaya başladığınızda, ters etki altında kalarak Kemalciliktrak tepkiler göstermeye başlarsınız. Bu, izlenen siyasaların ve takınılan tavırların doğal sonucudur.Kemalizm’e benzer yeni bir sivil din doğuyorDoç. Dr. İhsan Yılmaz: AKP’nin Erdoğan yönetiminde giderek Kemalo-İslâmist bir parti haline geldiğine inanıyorum. Kemalistlerin alamet-i farikalarından olan tepeden inme sosyal mühendislik metotları ve devlet imkânları ile yeni bir nesil (dindar nesil) amacında olduğunu hem Erdoğan’ın beyanatlarından hem de bazı uygulamalardan anlıyoruz. Kemalistlerin, kendilerini tanımlarken kullandıkları öteki olgusuna, Kemalo-İslamist AKP de ihtiyaç duyuyor ve kendi benimsediği kesimler dışındakileri sadece ötekileştirmekle kalmıyor onları bazen düşmanlaştırıyor bazen de şeytanlaştırıyor.‘Gavur İzmir, Aleviler (…biliyorsunuz, Sayın Kılıçdaroğlu, kendisi Alevi...), çapulcular, ayyaşlar ve Haşhaşiler’ bunların en somut örnekleri... ‘Milli irade’ kavramı kullanılarak aynen Kemalizm’de olduğu gibi bir otokrasi inşa edildiğini söylemek mümkün. Atatürk de halkın kendisini sevdiğini düşünür ve kendisini Meclis’ten üstün görürdü. İstiklal Mahkemesi reislerine kime hangi cezayı vereceklerini dikte ederdi. Erdoğan da bugünlerdeki gibi yargıyı kendine bağlamaya çalışma teşebbüsleriyle hem Meclis’teki vekillerin etkinliğini çok yüksek oranda yok ediyor hem de ‘benim valim, benim polisim’ söylemleriyle otokratik eğilimlere sahip olduğunu gösteriyor. Kefenle Erdoğan’ı karşılayıp “Öl de, ölelim” diyen acayip tipler, görünürlük kazanmaya başladı. Erdoğan’a ‘ezeli ve ebedi lider’ diyerek, övgüde bulunanlara her gün bir yenisi ekleniyor. Erdoğan’ın partisinden ayrılanlara ‘hain’ deniliyor ve istifa eden bazı milletvekilleri “İstifa ettiysem kafir mi oldum?” şeklinde açıklamalar yapmak zorunda kalıyor. AKP’nin kutsanması sonucunda toplum iyice gerilir. Barış içinde bir arada yaşamak zorlaşır. Farklı hayat tarzları kendilerini tehdit altında hisseder. ‘Erdoğancı’ gençlik radikalize olur. AKP’yi eleştirenlere sıklıkla ‘nankör’ denilmeye başlar. Hrant Dink örneğindeki gibi şeytanlaştırılan bazı birey ve gruplara saldırılar başlayabilir. Kemalo-İslâmistlik, Erdoğancıların din anlayışı haline geldi ve onlar da bunu topluma empoze etmeye çalışıyor. Metotları Kemalizm’le tıpatıp aynı içerik ise çok benzer. Ayrıca Kemalizm’in buyurgan ve jakoben üslubuyla “Bu ülkeye İslâm gerekiyorsa onu da biz getiririz” gibi, antidemokratik tavırları da Erdoğan’da görüyoruz. Kimin ne giyip içeceğine, kaç çocuk yapacağına meydanlardan sıklıkla ayar veren bir yönetici portresi var. “Ne istediniz de vermedik?” söylemi ile devlet yerine kendi şahsını koyan ve de vatandaşına ulufe dağıtılan teba nazarı ile baktığını açık eden bir tipoloji ile karşı karşıyayız.Başbakan kurtuluş savaşı ilan etti, başkomutanlık yetkileri istiyorHayko Bağdat (Gazeteci-yazar): AKP’nin Kemalist tutumu yeni değil, ancak camiadaki insanlar bunu yeni fark etmiş, acısını yeni yaşıyor olabilir. Türkiye’de Kemalizm makbul bir vatandaş istiyorsa ve makbul vatandaşın dışında kalanlara birtakım yaptırımlar uyguluyorsa bu yeni bir şey değil, hep vardı. Bugün Fethullah Gülen Hareketi paralel devlet kurmakla itham ediliyor. Ben, devlet içinde her inanç grubunun her görevi yapabilme hakkı olduğunu düşünüyorum.Ancak Fethullah Gülen cemaati bilinçli ya da değil, devlet mekanizmalarına talip olduğu algısı verirse, açtığı okullarla ya da yetiştirdiği çocuklarla değil de devletin bugün işlediği bütün suçlarla, elini bulaştırdığı bütün pisliklerle anılır. Eğer bu savcı ve polisler Cemaat’tense Cemaat bunun altında kalır. Bu noktada Camia özeleştiri yapmalı. Bunun dışında ben Başbakan gibi bu polis ve savcıların örgüt kurup darbe yapmaya kalkıştığını düşünmüyorum. AKP eski devlet dediğimiz yapısına sahip tavırlarının dozajını artırdı. Makbul olmayan vatandaşları işaretlemek için onları gayri ahlaki ve gayri İslâmi olmakla suçladı. Kemalizm makbul olmayan vatandaş ölçülerini farklı dilde yaparken, Başbakan muhafazakârlık, İslâm ve ahlâk üzerinden yapıyor. Mesela BDP çizgisine yakın insanları, ‘Allah’sız, Leninist’ olmakla suçladı. Kılıçdaroğlu’nu ‘Alevi’ olmakla meydanlarda yuhalattı. Fethullah Gülen’i ‘yalancı peygamber’likle, grubunu gayri İslâmi olmakla suçluyor. Tabii bana göre Gülen daha Müslüman, orası ayrı. Bu ülkede ne zaman milli hassasiyetler devreye sokuldu, o zaman cinayet işlendi. Başbakan, bu milli ve dini hassasiyetleri uzun zamandır kaşıyor. Bugün devleti kutsama adına söylenen her söz, bunların siyaset yapma üslubunun tekrarı. Yeni bir şey yok. Tek yeni olan Başbakan, bir kurtuluş savaşı ilan etti. Ülke işgal altında, vatan hainleri cirit atıyor. Acil bir kurtuluş savaşı başlatmak lazım. Bunun için de Başbakan, başkomutanlık yetkileri istiyor. Zamanında M. Kemal’in ‘Vakit yok, bütün yetkileri tek kişide toplayalım’ demesi gibi. Aynısını istiyor. İnternette bilgi, belge paylaşılıyor ‘Verin bana yetki, bunların hepsini engelleyeyim’ diyor. Hâkimi, savcıyı sürüyor. 5 gün sonra bir daha, 15 gün sonra bir daha sürüyor. Sürüm sürüm süründürüyor, itaat edene kadar. Toplumu ikna edemeyeceği kesin ama kendi tabanını, kefenlileri ikna etmek için büyük bir korku salıyor. Bütün antidemokratik hareketlerine destek verilmesini bekliyor.Dün otoriter laiklik vardı şimdi otoriter siyasal İslâm varProf. Dr. Mehmet Altan: Otoriterleşen, 17 Aralık’tan sonra da totaliterleşme eğilimi gösteren bir siyasal iktidar, kaotik bir şekilde çöken mevcut 12 Eylül rejiminin muhtemelen son ‘dindar Kemalist’ yönetimi. Başbakan Erdoğan ‘Laik Kemalizm’ yerine ‘Dindar Kemalizm’ ile yönetilen bir Türkiye peşinde. Kemalist gençlikten dindar gençliğe. Rakıdan ayrana. Hep aynı kod ve formüller. Hele son “Milli ordumuza kumpas kuruldu” söylemi bu zihniyet ve anlayışın şahikası. Dün laik Kemalizm vardı bugün ‘dindar’ görünümlü bir Kemalizm. Türkiye’deki Kemalizm ve siyasal İslâmcılığın ortak yanı, zıtlıklarından daha baskın. İkisinin de ortak yanı otoriter ve totaliter oluşları. Demokrasiyi, çoğulculuğu, temel hak ve özgürlükleri yadsımaları. ‘Benzeşen bir toplum’ yaratma çabaları. AKP onun için 12 Eylül rejiminin anayasa ve temel yasalarını benimsedi. Amacı, baskı ve vesayet aynı kalsın ama kurumların içini ‘bizimkiler’ doldursun. Hâlbuki bu yanlış, toplumu çürütür.Hırsızlığı, yolsuzluğu, rüşveti de patlatır. Yandaşları, tetikçileri, dalkavuklarını bir yana bırakın, acaba halk tarafından kutsanıyor mu? Ben Türkiye halkına güveniyorum. Hem abdest alıp, dua okuyup, namaz kılıp, hem de Kur’an okuyup, hırsızlığa, yolsuzluğa, rüşvete geçit verilemez. Ayakkabı kutuları görmezden gelinemez. Hırsızlık ayıptır, günahtır, suçtur. Maalesef siyasal İslâmcılık gerçek dindarları, inanç sahiplerini ağır yaraladı. Baskı, yasak, 76 milyonu kendine benzetme çılgınlığı, eleştiri ve uyarı düşmanlığı, patolojik bir egosantrizm. Kemalizm aynı kaldı, otoriter ve totaliter mevzuat aynı kaldı, sistem ve rejim aynı kaldı. Değişen, dün otoriter laiklik vardı şimdi otoriter siyasal İslâm var. Ne ki, bu ülkeyi hızla büyük bir felakete sürüklemekte. Yargının yok edildiği, polisin mahkeme kararını dinlemediği, hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvet iddialarının üzerinin zorbalıkla örtülmeye çalışıldığı, “Alo Fatih” telefonlarıyla medyanın, internet yasası ile iletişim özgürlüğünün boğulduğu korkunç bir Türkiye. Ama bu çıldırmışlık hali uzun sürmeyecek.
↧