‘Adalar’da yaşayıp İstanbul’da çalışmak’, hafta içi her gün en az 3,5 saati yolda geçirmeyi göze almak demek. Ama öyle tıklım tıkış, insanların birbirini ezdiği türden bir yolculuk değil bu. Hemen herkesin birbirini tanıdığı, çaylar eşliğinde muhabbetlerin koyulaştığı bir yolculuk. Her gün 18.40’ta kalkan Kabataş-Adalar vapuruna bindik. Hayat daha güzel göründü gözümüze.Daha iskelenin bekleme salonuna girer girmez selamlaşmalar başlıyor. Kimi hafif bir tebessümle, kimi el sallayarak, kimi de doğrudan ‘Ooo Ahmetçiğim, nerelerdeydin?’ diye söze girerek yapıyor bunu. Simaen de olsa hemen herkes tanıyor birbirini. Ayaküstü muhabbet, en tatlı yerinde vapurun gelişiyle kesiliyor. Mühim değil, daha uzun bir yol var önlerinde nasılsa. İskele veriliyor ve İstanbul ulaşımındaki keşmekeşin aksine sakin sakin acele etmeden biniliyor gemiye. Burası 18.40 Kabataş-Adalar vapuru. İçeride her şey rutininde işliyor. Kimin nereye gideceği belli. Uyuyacaklar ya da kafasını dinleyecekler aşağıya, günün yorgunluğunu, stresini dostlarla iki lafın belini kırarak atacak olanlar yukarı tarafa yöneliyor.‘Günde ortalama dört saati yolda geçirmek’ gibi zorlu bir deneyimi ortaklaşa gerçekleştirmenin gizli bir dayanışması hakim vapurda. Bu yüzden herkes birbirini anlıyor ve alt katta uyumak isteyenlere ‘ilişilmiyor’. Aşağıdaki bu sakin havanın aksine yukarıda çaylar geliyor, boşlar alınıyor. Çay kaşığı sesi, gazete hışırtısını bastırıyor. Gazetede okunan bir haber üzerine yorum yapılıyor. Malum seçimler yakın, konu siyaset: “Sizinkiler şunu demiş, bizimkiler çok çalıştı.” Birbirinden taban tabana zıt fikirler dile getiriliyor ama katiyyen kavga yok. Nedenini doğma büyüme Burgazadalı olan 44 yaşındaki Ozan Murat Yıldırım anlatıyor: “Ablacım bizi deniz birleştiriyor. Denizin üstünde bir avuç insanız, herkes birbirine muhtaç. Mesela ben Alevi’yim, öbürü Laz, bu yanımdaki Yahudi. Ama nerelisin diye sor, hepsi ‘Adalıyım’ der.”‘Vapurda tanışıp evlenenler var’‘Adalar’da yaşayıp İstanbul’da çalışanları ‘pes ettirmeyip her gün dört saat yollara düşüren’ sebepleri merak ediyor, soruyorum. Yıldırım, şimdilerde olmasa da uzun yıllar bu hatta bahsedilen türde yolculuk yapmış. “Şimdi de güzel ama eskiden bambaşkaydı. Buralarda millet börek pasta getirirdi, kâğıt oynarlardı. Aile gibiydik.” diyor. Yıldırım’a göre eskiden vapurdakilerin yüzde 90’ı birbirini tanırmış. Şimdilerde akıllı telefonlar yüzünden bu oran yüzde 50’ye düşmüş. Hatta dediğine göre vapurda tanışıp evlenenler bile varmış zamanında. Dedik ya neredeyse herkes birbirini tanıyor diye. Yıldırım “Tam senin aradığın gibi biri var.” deyip telefon açıyor bir arkadaşına ve yaklaşık iki dakika sonra ‘laz’ diye lakap taktıkları Erdinç Özten geliyor. 36 yaşındaki Özten de doğma büyüme Burgazadalı ve yaklaşık 7 yıldır hafta içi her gün Adalar’dan Mecidiyeköy’e işe gidiyor. Yolu toplamda 3 saatten fazla sürüyormuş. Onların deyişiyle ‘İstanbul’a taşınmayı düşünüp düşünmediklerini soruyorum. “Adalar’da yaşamaya alışmış birinin İstanbul’da olması çok zor.” diye cevap veriyor. Adalar’daki zorlukları ise ‘sağlık, ulaşım ve eğitim’ olarak sıralıyor. Bir de yılda üç-beş kez lodostan dolayı sefer yapılmadığını öğreniyoruz. Olur da bir gün taşınmak zorunda kalsa tercih edeceği yer Kadıköy ya da Bostancı olurmuş. Sonraları aynı soruyu başka yolculara da soruyoruz. Aldığımız cevaplar, Üsküdar, Bostancı, Beşiktaş, Florya oluyor. Yani biraz olsun Adalar’ı hatırlatan ya da bizzat Adalar’a yakın olan semtler.‘Her sabah taşınmayı düşünüyor, her akşam vazgeçiyorum’Sonra birden akıllarına Engin Abi diye bahsettikleri biri geliyor ve ‘“O, bu işleri çok güzel anlatır.” diyerek, oturdukları yerden üç-dört koltuk ötede gazetesini okuyan beyefendiye sesleniyorlar. Engin Dayı, oturuşu kalkışı ve nezaketiyle tam bir ‘Adalar sakini’. 52 yaşındaki Dayı, 25 senedir haftanın 5 günü Heybeliada’dan İstanbul’a gelmek için bu vapuru kullanıyor. Seyrantepe’deki bir ithalat-ihracat şirketinin gümrük müdürüymüş kendisi. “Hiç taşınmayı düşünmediniz mi?” sorusuna ilginç bir cevap veriyor: “Her sabah aklıma geliyor, her akşam vazgeçiyorum.” Eee akşam vapuru demek, Adalar’a yani eve dönüş demek, biraz da. Bu arada yolun uzun olmakla birlikte çok keyifli olduğunu sık sık söylemeden de edemiyor Engin Bey. Ona göre, vapur yolculuğu ‘Mecidiyeköy’den Sirkeci’ye tıklım tıkış gidilen otobüs yolculuğundan çok daha az yoruyor insanı. Yaz aylarını hariç tutuyor tabii. Çünkü yazın Ada vapuru, yazlıkçılar ve piknikçiler için coşkunun zirveye çıktığı yerler olurken sakinleri için ‘oturacak yer bulamamak’ anlamına geliyormuş.Engin Dayı’ya sabahları gelen ‘taşınma düşüncesi’, hiçbir zaman gerçek fikri olmamış: “Adalardan ayrılmayı gerçek anlamda hiç düşünmedim. Hanımın ailesinin Acıbadem’de evi var. ‘Gel otur’ diyorlar. Hiç ciddiye almıyorum.” Bütün güzelliklerine rağmen sıkıntılar da yok değil. Diğerleri gibi o da Adalar’daki en büyük sorunun eğitim olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Okul konusunda alternatif yok. Çocuklar lisede bile İstanbul’a gitmeye başlıyor. Bu da yeni sıkıntılar demek.”‘Vapurdakileri dışarıda görsek tanıyoruz’Engin Bey’in hoş sohbetini kısa kesmek zorunda kalıp, ‘yukarıdakiler’in ‘koğuş’ diye tabir ettiği alt kata geçmek için müsaade istiyorum. Sabahki kadar olmasa da uyuyanların sayısı çok. Kalanı da ya kitap okuyor ya da akıllı telefonlarıyla haşır neşir olmuş vaziyette. Yol arkadaşı olduklarını tahmin ettiğimiz Sunay Dolunay ve Hatice Duman’ın yanına oturuyorum. Kendimi kısaca tanıttıktan sonra şaka yollu “Eskiden insanlar börekler pastalar getirirlermiş, yok mu sizde?” diye laf atıyorum ortaya. “Valla doğrudur. Yukarıda hâlâ vardır belki. Gittiyseniz görmüşsünüzdür, yukarıda bir sürü arkadaş grubu var.” diyor Hatice Duman. Aslında onlar da dört kişilik bir grupmuş. “Diğer iki arkadaş bugün yok, bir sonraki vapura binerler herhalde.” diyor doğma büyüme Adalı olan Sunay Dolunay. Kendisi bankacı ve Eminönü’nde çalışıyor. 8 senedir bilfiil bu yolu kullanmış. Ama öncesi de var. Başlıyor saymaya: “Liseyi Bostancı’da, üniversiteyi Bahçelievler’de, yüksek lisansı da Göztepe’de yaptım. Ha bir de dershaneye geliyordum Kadıköy’e.” Bir ayağı hep ‘karşıda’ymış yani. Bu arada onlar ‘yukarıdakiler’in aksine ‘karşı’ diyor ‘İstanbul’a. Aynı soruyu onlara da soruyorum, yani hiç taşınmayı düşünüp düşünmediklerini. Dolunay’ın cevabı, “Karşıyı her gördüğümde ‘Biz Adalar’da oturmaya devam edelim’ diyorum.” oluyor.Karşı’da Adalı birini görsem aileden birini görmüş gibi oluyorumHatice Duman, özellikle de çocukları için hiç düşünmemiş Adalar’dan ayrılmayı. Hoş, çocuklar bazen istiyorlarmış “Adalar’da hiç alışveriş merkezi yok.” diyerek. 41 yaşında ve iki çocuk annesi olan Duman, Kasımpaşa’daki işyerine gitmek için 19 yıldır bu yolu kullanıyor. Heybeliada’ya 5 yaşındayken gelmiş ve “Karşı’da Adalı birine rastladığım zaman sanki aileden birini görmüş gibi oluyorum.” diyecek kadar bağlı buranın sakinlerine: “Tuhaf bir güven hissediyor insan. Konuşmasanız, merhabanız olmasa bile Adalı olduğu için tanıyormuş hissine kapılıyorsunuz. Mesela cebimde para olmasa bile gidip ondan isteyebilirim gibi geliyor.”Vapuru kaçırınca ‘deniz taksi’ye 100 lira ödemiş“Vapuru hiç kaçırdınız mı peki?” diye soruyorum. ‘Çoook’ diyor Sunay Hanım elini sallayarak. Çoğu zaman ‘karşıdaki’ arkadaşlarında ya da akrabalarında kalıyorlarmış o gibi durumlarda ama bir keresinde ‘deniz taksi’ye 100 lira vermek zorunda kalmış Adalar’a geçmek için. Birkaç kişi bir araya gelip taksi tutanlar da çok oluyormuş. En çok konser, sinema vs. sonrası oluyormuş vapur kaçırmalar. Yeri gelmişken iş çıkışı hemen eve gitmek zorunda kalmaları bu durumun birazcık can sıkıcı tarafı. Kabataş’ta başlayıp Büyükada’da sona eren yaklaşık bir buçuk saatlik yolculuğun sonuna yaklaştığımızı fark ediyoruz. Uyuyanlar yavaş yavaş yerlerinden kımıldamaya başlıyor. Kendiliğinden uyanamayanlar için de sıkıntı yok. Nasıl olsa “Heybeliada yolcusu kalmasın.” diye bağıran birileri çıkar mutlaka. Çünkü burası Ada Vapuru ve burada herkes birbirini tanır!
↧