Sinema dünyasının duayen isimlerinden Atilla Dorsay ile son kitabı Emek Yoksa Ben de Yokum’u konuştuk. Aynı zamanda mimar olan Dorsay’a bir dokunduk, bin ah işittik.Yüksek binalarla çevrili İstanbul siluetini gördüğünüzde ne hissediyorsunuz?Yüksek binalar tek başına beni ürküten bir şey değil. Dünyanın bir gerçeği. Ben Güzel Sanatlar Akademisi mezunu bir mimarım. Hiç yapılmasın, hep eski tarz binalar yapalım diyecek halim yok ama gökdeleni nereye, nasıl, hangi koşullarda yaptığın önemli. Örneğin Hong Kong’da gözlemlediğim her gökdelenin çevresinde geniş boş ve yeşil alan bırakıldığı. Bizde tam tersi, yanı başında komşu gökdelenler fışkırıyor. Gökdelenin ne olduğunu anlamayan bir zihniyet var. Maslak’taki gökdelenlerden oluşan bir silüet var, birbirlerine yakın olmalarına rağmen beni rahatsız etmiyor. Yeni bölge, ne yapalım, orası da öyle olsun. Ama aynı gökdeleni Sultanahmet’in silüetine oturtulacak şekilde yapmak bir kültür ve tarih cinayeti. Osmanlı’nın kendisine kutsal ve politik merkez seçtiği tarihi yarımadada, üç katın üstünde bina yapmak yine o da ayrı bir cinayet. Bu yöreleri korumamız lazım. Fatih Belediyesi’nin inanılmaz hoşgörüsüyle yapılan oteller, antik yerleşim yerlerinin üzerinde yükseldi. Bütün bunlar yanlış, olmaması gerekiyor.İstanbul sevdalıları bugünkü şehirde huzursuz, mutsuz olduklarını söylüyor. Sizde durum nasıl?Sürekli olup bitenden yakınan, geçmişi arayan birisi olmak istemiyorum. Yıllarca Sabah’taki köşemde AK Parti’nin şehircilik, korumacılık politikaları üzerine eleştiriler yazdım, zaman zaman yapılan iyi şeylere de yer verdim. Belli bir restorasyon çabası var, tarihi koruma bilinci her şeye rağmen gelişti. Türk milleti tarihine birden daha fazla ilgi duymaya başladı, tarihçiler ünlü statüsünde görülüyor. Ancak bunun yanısıra Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir rant hırsı, kavgası öylesine tırmandı ki, adeta İstanbul bölüştürüldü, paylaştırıldı. Bugün İstanbul’u yöneten temel duygu nedir dersen, ranttır. Rant kavgasıdır. Üstelik bunu yapan, adının önünde muhafazakar olan bir iktidar. Muhafazakar olan bize ait kıymetleri, dille, inançla ve kültürle ilgili değerleri korumak zorundadır. Bugün namazında niyazında olan, ancak eski ahşap bir evin, bir yalının, bir caminin, bir çeşmenin önünde yüreğinde küçük bir titreme duymayan insan, kusura bakmayın ama makbul bir insan olmadığı gibi makbul bir Müslüman da değildir. Çünkü bütün bu eserler, Türklüğün olduğu kadar İslam’ın da geçmişini yansıtıyor. Bu çok açık.Üçüncü köprüye ve havaalanına bakışınız nasıl?Belki üçüncü köprü veya havaalanı gerekli. Ama iktidar bu konudaki inandırıcılığını kaybetti. Eğer bir iktidar yatırımı tümüyle ranta dönük yapıyorsa, ülkenin menfaatine işler gördüğü duygusunu kitle nezdinde kaybetmişse, olumlu bir şey yapsa bile halkı inandıramaz. AK Parti inandırıcılığını kaybettiği için yeni havaalanına da, köprüye de karşıyım. Çünkü hiçbir şeye bilimsel yaklaşılmadı.Peki ya çılgın proje Kanal İstanbul?Kanal İstanbul’a ciddi olarak bakmak, olumlu saymak mümkün değil. Dünya kadar bilim adamı bunun getireceği zararlı ve tahribatı anlattı. Hiçbiri tartışılmadı. Başbakan’ın iki dudağının arasından çıkan çılgın bir proje. İstanbul’un çılgın değil, akıllı projelere ihtiyacı var.Emek, Alkazar, Taksim Sahnesi, Lale Sineması kapandı, kapatıldı...Bütün değerler ranta teslim ediliyor. Şunu düşünmüyorlar: Mesela Beyoğlu kentsel dönüşüme uğruyor. Çok da karşı çıkmadım. Bir kere arkasında bizim patron vardı. (Gülüyor) Bu işin şakası tabii. Tarlabaşı çok hırpalanmış, ihmal görmüş bir bölgeydi. Binaların çoğu dokunsan yıkılacak gibiydi. Kentsel dönüşüme ben de inanıyordum. Ama bunu yaparken İstiklal caddesi ve civarındaki binalar, Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan kültür mekanları olduğu gibi korunmalıydı. O yapılmıyor.Tarlabaşı’nı yıkıp yeniden yapıyorsun, tamam. Beyoğlu’nu yıkıp yeniden yapamazsın. Sineması, tiyatrosu, Türk mutfağını temsil eden inanılmaz lokantalarıyla, aydınların toplandığı pastanelerle… Arif’in Çiçek Barı, Eski Bayhan Pastanesi, Papirüs, Kaktüs, Hacı Salih-Hacı Baba Lokantası… Bunlar Cumhuriyet’le yaşıt, kimileri daha bile eski. Bunların korunması gerekirdi. “Efendim, adam lokantasını kapattı. Artık iş yapmıyor.” diyor. Belediye başkanı olarak bu adamı bir ara. Belediye ile kültürel mekân arasında bir temas sağla. Desteğinle koru mekanı.Emek yıkılmayacak dendi ama bugün yok. Kendinizi kandırılmış hissediyor musunuz?Hem de nasıl! Utanmasam o çirkin kelimeyi kullanacağım: kendimi iğfal edilmiş hissediyorum. İğfal edilmek, aldatılmak demek. Kötü manalar çıkarmayalım!... Kitapta da anlattım. Bakanından belediye başkanına, bir düzineye yakın AK Partili ağız birliği halinde ‘Emek neredeyse bizim kutsalımızdır. Oraya dokunmamız söz konusu değil’ diye sözler verdiler. Sonra Nisan 2013’te, hem de uluslararası festival devam ederken, sanki inat yaparcasına binayı yıktılar. Bunu unutmayacağım, intikam duygusunu ömür boyu sürdüreceğim. Sen kamu malını özelleştir, başkasına sat. Neymiş, yukarıda çakma bir Emek yapılacakmış. Bunlar çok ayıp şeyler. Aslında AK Parti’ye toptan reddedici ve eleştirel bir tavırla bakmadım. Kendini müminler diye adlandıran kitlenin uzun süredir uğratıldığı haksızlıklara, kendini dışlanmış hissetme duygusuna ciddi bir çare getirdiğini, birkaç zenginin eline bırakılmış gibi gözüken ekonomik hayatta Anadolu sermayesini o ekonominin içine almasını takdir ettiğimi yazdım. Her zaman hakkaniyetli davranmaya, başta da inanca ve dine saygı duymaya çalıştım. Ama partinin son 5-6 yıldaki gidişatını hiçbir şekilde tasvip etme imkânı benim için yok.Emek direnişi, Gezi olayları, rüşvet ve yolsuzluk krizi... Süreç sizce nasıl yönetildi?Erdoğan, Emek Sineması protestolarını hiç anlamadı. Gezi’yi anlamak için elinde fırsat vardı, bunu da değerlendiremedi, olaylar çığırından çıktı. Daha sonra bugün gördüğümüz büyük hukuk ve demokrasi karmaşası başladı. Koskoca bir cemaati karşılarına almaya kalktılar. Çok yanlış bir şey. Ve bugün artık belli bir noktada sıkıştılar. Zil takıp oynamıyorum. İyi oldu; puan kaybetti, başımızdan defolup giderler diye düşünmüyorum. Çünkü olan ülkeye oluyor. Ayrıca AK Parti herşeye rağmen geniş bir kitleye dayanan, gerek seçmenleri, gerek yöneticileri arasında akıllı, eğitimli, sağduyulu insanlar olan büyük bir parti. Birden bire büyük seçim yenilgileri alıp Türkiye’nin kaderini yönetmekten uzak düşürülmesi her halde söz konusu değil.Türkiye’nin bu derece ayrışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?Kutuplaşma çok beceriksizce oluşturuldu. Hiç gereği yoktu. Hele son bölünme olayı. Prensip olarak aynı inanç ve ideoloji cephesinde olanların ikiye bölünmesinin hiç anlamı yoktu. Bu kişisel, zümresel küçük bir grubun sakarlığından, beceriksizliğinden kaynaklanıyor. Çok acı bir şey. Başbakan yüzde 50’lik oyuna yaslanarak diğer yüzde 50’yi neredeyse düşman ilan etti, bölücü bir tavır takındı. Daha sonra o yüzde 50’yi de yine kendi beceriksizliğiyle adeta bıçakla böler gibi ikiye bölmeyi, savaşan iki grup haline getirmeyi başardı. Türkiye’nin bundan acilen kurtulması, barış ve birlikte yaşama ilkelerine yeniden dönmesi lazım.Kişiliğimi kaybetmemek için yüksek maaştan vazgeçtimEmek yıkıldıktan sonra gazeteciliği bıraktınız. Sonrasında keşkeniz oldu mu?Oldu. Özellikle Sabah’tan aldığım gayet iyi maaştan yoksun kaldıktan sonra, biraz mali problemler oldu (gülüşmeler). Eşim ilke sahibi olduğu için bu konuda ağzını açmadı. Ama öte yandan çok şey kazandığıma inanıyorum. Zamanı geldiğinde, denk düştüğünde, ilkelerimizin her şeye galip çıkması, hem insan hem toplum yaşamında çok önemli. O anda o ilkeyi değerlendirmeyecekseniz, ne zaman değerlendireceksiniz? Emek’in yıkılmasıyla canımdan can koparılmış gibi oldum. Yıkılırsa ayrılacağımı ilan ettim ve yıkıldığı gün de ayrıldım. Bu kadar basit. Ayrılmasam tıkır tıkır o maaşı almaya devam ederdim, ama kişiliğimden çok şey kaybetmiş olurdum.Eski gazeteniz Sabah’ın bugünkü yayın politikasını nasıl buluyorsunuz?Artık almıyorum. Beni çok üzen bir gazete oldu. Sevdiğim birkaç insan (Ahmet Örs, Yavuz Baydar, Nazlı Ilıcak) vardı, onları da attılar. Birkaç dostum hâlâ var ama kimi okuyacağım ki...Sabah’ın geldiği yer bugün çok acıklı.İstifa etmeseydiniz, gönderilenler arasında mı olurdunuz?Ya onlar beni kapıya koymuş olurdu ya da ben ayrılırdım. Onlar beni kapıya koymadan ayrılmış olmayı büyük şans sayıyorum.
↧