Afrika devasa bir kıta olmasına rağmen adı geçince aklımıza gelen imaj herhalde benzerdir: Bir deri bir kemik kalmış çocuklar, susuz topraklar ve bulaşıcı hastalıklar. Kimse Yok mu Derneği'nden Burundi ve Kenya'da yetimhane ziyareti teklifi gelince, hem bu imajın etkisi hem de zorunluluk nedeniyle ilk iş olarak sarıhumma aşısı yaptırmak gerekti.Çoğunluğu Dünyader üyesi işkadınlarından oluşan ama içinde gazeteci, doktor ve sanatçı olan bir grupla yaptığımız Burundi ve Kenya gezisi, kafalarımızdaki Afrika algısını değiştirirken bizde tezat duygular oluşturdu.Gelişmişlikte Afrika'nın en geri ülkelerinden biri olan Burundi, Karadeniz'i kıskandıracak yeşili, parlak güneşi ve henüz teknoloji girmediği için organik kalmayı başaran meyveleriyle kazındı kafamıza (hepimiz ananasların harika olduğuna kanaat getirdik, ama gündem nedeniyle insan bunu dile getirmeye bile korkuyor). Eğer özellikle Müslüman yetim çocukların içler acısı hali vicdanlarımızı yaralamasaydı, Burundi'den teknolojiden uzak günlerin geçirilebileceği ve turizm potansiyeli yüksek bir tatil ülkesi olarak bile bahsedebilirdim. Ne var ki, on yıllar süren iç savaş ülkede yetim patlamasına yol açmış. Burundi'de okul açma çalışmalarını sürdüren ve ülkeye yerleşen ilk Türk olan eğitim gönüllüsü Mustafa Bey, sokaklarda yaşamaya mahkûm kız çocuklarının çokluğundan iç burukluğuyla bahsetti.Burundi insanı çok sıcakkanlı. İnsanların yokluğa rağmen yüzlerinden gülümsemenin eksik olmaması, teknoloji ve imkânlar geliştikçe tatminsizlik artıyor mu acaba sorusunu akıllara getiriyor. Sırtında çocuk taşımayan kadın yok gibi. Afrika'da kadın deyince akla bu geliyor olmalı ki, Kenya'daki kadın tuvaletlerinin kapısındaki simge buydu mesela.Burundi'de cumhurbaşkanı eşiyle görüşmek için resmen dağları tepeleri aşarak üç saatlik yol gittik. Tek bir trafik ışığı görmediğimiz ülkede şoförler bizim minibüslerden bile daha çok kornaya basıyor dersem bir fikir edinmiş olursunuz herhalde. Yolda bisikletinin arkasında yük taşıyan köylüye çarpan şoförümüz, arabadan inme ihtiyacı bile hissetmedi, eliyle pardon der gibi bir işaret yaptı ve yol kenarına kaçarak canını kurtaran adamın yere yığılan yükünün yanından yola devam etti.Belli bir noktadan sonra asfalt bitti ve verimlilik fışkıran, muz ağaçlarıyla dolu kızıl topraklar arasındaki çamurlu patikada yol almaya başladık. Cumhurbaşkanı eşi Denise Hanım, memleketinde yaptırdığı yetimhaneyi gururla anlatırken benim gözüme, ülkenin geri kalmışlığı konusunda fikir veren ve sadece filmlerden tanıdığım bir kömür ütüsü takıldı. Hâlâ pek çok yerde elektrik yokmuş. Dönüşte bize karanlık yollar eşlik etti bu nedenle.“Çocuklar da gelecekti, ama tarladan yeni döndüler.” diyen cumhurbaşkanı eşini, Türkiye'de okumuş ve tercümanlık yapan Joseph yanlış mı tercüme etti dedim bir an, ama devlet başkanının çocukları gerçekten çiftlikte çalışıyormuş. Denise Hanım, bize yetimlere meslek kursu verdiklerini anlatırken, bizde tarihe karışmış ayaklı dikiş makinelerini görmek de ülkenin halini anlatmaya yetiyordu.Kenya'ya, yani en azından telefonlarımızın çekeceği bir otele geçmek için can atarken Kenya havayolunun hatası nedeniyle birkaçımızın Bujumbura'da geçirdiğimiz zaman bir gün uzadı. Tam daha kötü ne olabilir ki derken bize farklı bir yer göstermek isteyen ve oğlu Erzurum'da okuyan mihmandarımız Süleyman'ın aklına uyunca kendimizi Kongo sınırında bir gümrük ofisinde mahsur kalmış halde bulduk. Sadece minicik bir dereyle ayrılan Burundi-Kongo sınırında fotoğraf çekmemize sinirlenen Kongolu bir gümrük görevlisi, bizi sebepsiz bekletirken asıl maksadının rüşvet almak olduğunu geç anladık. Gelişmemiş tüm ülkelerde olduğu gibi halimiz ‘devlet' yetkililerinin keyfine kaldığı için bir süre endişe etmedik değil. Burundi tarafına tekrar geçtiğimizde kendimizi eve dönmüş gibi bile hissettik.Oralarda insanların dertleriyle dertlenen eğitim gönüllüsü Mustafa Bey'i tek başına bırakmış gibi hissettiğimiz için Burundi'den buruk ayrıldık. Kenya'da da benzerlerine rastladığımız ve dünyanın her tarafına tereddütsüz giden bu insanlar, bu işleri kimseden takdir görmek için yapmıyor, ama çabalarına saygı duymamak mümkün değil.Burundi'den sonra Kenya'nın başkenti Nairobi, her anlamda vaha gibi geldi. Gerek Türklerin sayısı ve ülkeye yerleşmişliği gerekse gelişmişlik, bize kendimizi evimizde gibi hissettirdi. Yeşili ve güneşi insanın içini açan Nairobi'de de elbette yokluk çok. Kibera adı verilen ve gecekondunun rezidans gibi kalacağı barakadan bozma evlerle dolu, lağım ve çöp kokusuna katlanmanın zor olduğu bölge bize insanlığımızı sorgulattı. Afrika'ya dair fikir sahibi olabilmek için kokuları da aktarabilmek lazım diye düşünmeden edemedim.Kibera'daki ‘medrese'de Müslüman yetimlere bakan öğretmenler Kimse Yok mu aracılığıyla kendilerine yardım gönderen Türklere dua ederken bebekken bir kapıya bırakılan ve bakışlarında sanki sitem gördüğüm minik Sümeyye'nin kalpleri sızlatmaması mümkün değildi.Sefalet ve yokluğun boyutlarının inanılmaz olduğu Kibera'dan sonra sömürgecilerin kurduğu zengin beyaz mahallelerine geçmek karmaşık duygular yaşattı hepimize. Yokluk içinde ikinci sınıflığını adeta kabullenmiş yerli halkı görmezseniz, Nairobi'nin yemyeşil bahçeli, kimsenin acelesinin olmadığı, hayatın stressiz ve yavaş aktığı kısımlarında huzur bile duyabilirsiniz. Kenya'da son saatlerimizi geçirdiğimiz ve Out of Africa filminin çekildiği Karen Blixen evinin bahçesi böyle bir mekândı mesela.Burundi'de misyoner yetimhaneleri gördük, ama Kenya Hıristiyan okulları açısından da çok zengin. Fransa'dan İtalya'ya okul kurmayan ülke yok gibi. Şehir çok kültürlü yapıya alışık. Kenya'nın pek çok yerinde okul açan, işadamları derneği olan, ülkenin her yerine yardım gönderen Türkler de bu ülkenin bir parçası olmuş adeta. Belki Türkiye'nin artık saçmalık boyutuna varan gündeminden olacak, Kenya'yı özlediği için Türkiye tatilini kısa kesen Türklere hak vermedim değil.Hem benzer hem çok farklı iki Afrika ülkesi, bir Afrika var Afrika'dan içeri dedirtirken insanda bu kıtayla ilgili önyargıları hem pekiştiriyor hem kırıyor…
↧