Üç gün öncesi… Savaş Dinçel’in ölüm yıldönümü... Oğlu Barış Dinçel’le beraberiz. Kabuk tutan yarasıyla oynarken eski günleri anlatıyor.Cihangir Mebusan yokuşunda küçük bir atölye... Birinci kat. Pencereler şerit perdelerle örtülü, kahverenginin hâkimiyetini ilan ettiği odanın bir duvarı alet takımlarıyla dolu, bir duvarında küçük tablolar, rengârenk kuklalar... Tezgâhın üstünde ise onlarca dekor maketi... Barış Dinçel’le bir masanın etrafına kurulmuş sohbet ediyoruz. Takvimler 19 Aralık’ı gösteriyor, babasının ölüm yıldönümünü… Özel bir günde buluşunca konuşulan ilk konu ölüm yıldönümlerinde neler yaptığı oluyor. Kabuk tutan yarasıyla oynayarak konuşuyor: “İki-üç yıl önce Kenter Tiyatrosu’nda özel bir gece düzenlemiştik. Uçurtmanın Kuyruğu oyunu oynanmıştı. Şimdilerde tören düzenlemesek de yakın dostlarıyla oturup yemek yiyor, onu anıyoruz.”Babasıyla olan paylaşımlarına, aile yaşantılarına geçiyoruz. Kendi kişisel tarihi babasının biyografisinin bir kesiti gibi. “Anne ile babam ben üç yaşındayken ayrıldı.” diyor: “Annemle büyüdüm. Babamla arada birlikte oluyorduk. İzlediğim oyunları hâlâ hatırımda. Şan Tiyatrosu’na gidişimi, birtakım müzikalleri hatırlıyorum. O dönemki keyfin bugün olmaması beni çok üzüyor. Bugünkü tiyatrolarda bir lezzet eksikliği var.” Dinçel’in meslek tercihinde bu yaşanmışlıkların büyük etkisi olduğunu söylemek mümkün. O oyuncu değil ama yıllardır tiyatro dünyasının içinde. Türkiye’nin en iyi dekor tasarımcılarından biri… Ödenekli veya özel tiyatrolarda yaptığı dekorlarla hemen her yıl ödüllendiriliyor. Sahne önü yerine arkasında bulunmasının özel gerekçeleri var: “Oyunculuk, sahne üstünde kendinden farklı birtakım kişilikleri canlandırmaktır. Bunun biraz şizofrenik bir şey olduğunu düşünüyorum. Oyuncu olsaydım, işimde mükemmeliyetçilik aradığım için kesinlikle akıl sağlığım yerinde olmayabilirdi. Kendimi çok kaptırabilirdim. Bir iş yapıldığı zaman tamamıyla dört dörtlük yapılması taraftarıyım. Bu nedenle sahne üstünde benimle oynayan insanları kıskanmam fazlasıyla muhtemeldi. Belki oyunculuktan kaçma nedenim bu. Çünkü o eşleşmeler, birinin diğerinden daha iyi olması, başka bir oyunda başka birinin daha iyi olabileceği gerçeği, farz-ı muhtemel şeyler. Belki bunlardan ürktüm. Bir de bende daha fazla ön plana çıkan şey, bir şey yaratma isteği. Küçükken oynadığım oyunlarda, tiyatroya kaymağa başladığımda o işin ambiyansı, geçtiği yer beni daha fazla çekti. Onun için işin mutfağını seçtim.” İkinci Bahar’da, İstanbul Şahidimdir’de oynadı, keyif için.Okullu olmak fasa fisoMeraklıları bilir, Savaş Dinçel, iyi bir oyuncu olduğu kadar iyi bir çizerdi. Alaylı bir çizer… Barış Dinçel, Mimar Sinan’da dekor üzerine eğitim aldı. Kendisinden 7 yaş küçük bir kardeşi var. O da dekor kostüm üzerine çalışıyor, üniversitede eğitim veriyor. Kardeşlerin akademi seçmesinde babalarının etkisi olabilir mi diye insan düşünmüyor değil. İşin perde arkası farklı: “Lise biter bitmez kararımı vermiştim. Dekor kostüm yapmak istiyordum. İkinci imtihana girmeden Mimar Sinan’ı kazandım. Babamın akademi mezunlarından çok daha iyi deseni vardı, kafaca daha ilerideydi. Yine de akademi mezunu olmaması içinde bir ukdeydi. Babamın tiyatrocu ol diye bir yönlendirmesi olmadı ama bu tercihler onu çok sevindirmişti. Bence okullu olma gerçeği fasa fiso. Ne alaylı oyuncular biliyorum, çok yetenekli. Sahnenin insanın okulu olduğuna inanıyorum.” Dinçel’in hayatta kendisine usta kabul ettiği kişi, babası. Bunun için öldüğü gün sadece babasını kaybetmediğinden bahsediyor: “En büyük ustamı, en çok güldüğüm adamı, sahneye çıkanların en yeteneklisini, tiyatroya en iyi bakan kişiyi kaybettim.” Onun için yarası daha derin, acısı daha büyük... Söz, dostluklarına geliyor. Anne baba ayrıyken anneyle büyüyen bir çocuk nasıl diyalog kurar babasıyla. “Anne baba ne kadar dost olsalar da çocuk bir tarafı seçiyor. Bir bölünme oluyor. Yetişme çağında annemle daha çok vakit geçirdim, ergen olmaya başladıktan sonra arkadaş olmaya başladım. Tiyatroda abi, genç tiyatrocu kavramı vardır. Ona Savaş abi nasılsın diyenler gibi aynı mantıkla hayatımı idame ettirdim. Baba oğul ilişkisi dışında sıkı bir arkadaşlık, ince bir usta çırak ilişkisi oluştu.” cümleleriyle özetliyor diyaloglarını.Babam, isminden mutlu değildiSohbetin en başında sorulması gereken soruyu en sonda soruyorum. Neden babanızın adı Savaş, sizinki Barış? Gülümsüyor: “O, II. Dünya Savaşı döneminde doğan bir savaş çocuğu. O yüzden adı Savaş. Kendi isminden pek mutlu değildi, o yüzden oğluna tam tersine koydu. Onun olmak istediği isim benimkidir. Benim olmak istediğim o. Oğlum olduğunda ismini Savaş vereyim diye düşündüm ama onun gölgesinde kalır diye vazgeçtim. Gençliğimde bunu yaşadım. Vay Savaş’ın oğlu geldi diyorlardı. Şimdi o günleri mumla arıyorum.”
↧