Ak Parti MKYK üyesi Prof Dr. Yasin Aktay’ın Bayburt’ta katıldığı bir panelde “Türk diye bir ırk yok” şeklindeki sözlerinin ardından hafta boyunca daha çok politikacıların seslerini duyduğumuz “Türk ırkı var mıdır yok mudur?” sorusu etrafında bir tartışma yaşandı. Kimsenin aklına soruyu “Irk var mıdır?” diye düzenlemek gelmediği gibi, konunun asıl muhatabının antrologlar olduğu da hatırlanmadı.Gerçekten merak ettiğim konuyu öğrenmek üzere İstanbul Üniversitesi Fiziki Antropoloji Anabilim dalını aradım. Karşıma Prof. Dr. İzzet Duyar çıktı. Duyar’ın insan oksolojisi, adli antropoloji, antropometri, ergonomi, sosyal gerontoloji gibi geniş bir çalışma alanında kitap ve makaleleri vardı. Ayrıca Bilim ve Sanat Yayınları tarafından çıkarılan Antropoloji Sözlüğü’nde ırk ve ırkçılık maddelerini kaleme almıştı.Prof. Duyar, doğada ırk diye tanımlanabilecek keskin ayrımlar yerine dalgalı bir devamlılığın bulunduğunu, belli verilere göre yapılan ırk kategorilerinin birbirlerini desteklemediğini belirterek, çağdaş antropolojinin vardığı sonucu şöyle açıkladı: Irk yoktur. Irk dediğimiz şey bireyin kendisidir. Hepimiz biriciğiz.Hocam size gelmeden önce biraz okumalar yaptım. Türkiye’de ilk Antropoloji Enstitüsü 1925’te kurulmuş, kafatasları ölçümleri yapılıp ırkımız araştırılmış. Meğer biz brekisafal yani yuvarlak kafalıymışız. Irkımız Alpin’miş. 1945’lere kadar da devam edilmiş bu işlere. İsterseniz buradan başlayalım.Tıp Fakültesi bünyesinde bir antropoloji bölümünün kuruluşu tamamen o dönemin kurucu kadroları ve muktedir kişilerin imzası ve katkılarıyla gerçekleştirilmiş. Bu işleri büyük ölçüde kotaran isimlerden biri Şevket Aziz Kansu, aynı zamanda Türk Tarih Kurumu başkanlığı ve Ankara Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapıyor. Kansu’nun Antropoloji Enstitüsü Tarihçesi diye bir kitabı var. 1939’da yazmış. Orada açıkça belirtiyor. Antropolojinin kurulma amacı Türk ırkının Asya sarılarına ait bir ırk olmayıp, Avrupa beyazlarına ait bir ırk olduğunu kanıtlamak. Ve bu ırkın da geri bir ırk olmadığını, üstün ve yaratıcı bir ırk olduğunu ortaya koymak diyor mealen.Daha baştan karar verilmiş yani. Bilim böyle mi yapılır?Bilimi nasıl yaptığınıza bağlı. Toplumdaki tüm iktidar yapılarının aslında bir bilgi üretme ve bilgiyi önceden yönlendirme kapasitelerinin olduğunu biliyoruz. Bu şimdi de böyle, o dönemde de böyleydi.Yani, bizim batılı olduğumuz tezini kanıtlamak için “Önce ırkımızı batılılaştıralım.” diyorlar, öyle mi? Evet, biz ordanız zaten, bunu gösterelim diyorlar. O dönemde ırk tartışılmaz bir gerçeklik. 60 bine yaklaşan canlı insanın boylarının kafa ölçülerinin alındığı çeşitli araştırmalar yapıldı. Afet İnan onu kitaplaştırdı daha sonra. Ari ırka ait Türk imajı, Güneş Dil teorisinde, Türk Tarih tezinde yeni bir kimlik arayışında kullanılmaya çalışıldı. Türklerin ırk olarak Avrupalı beyazlardan, onların bir kolu olan Alpin ırkından olduğu tezi çeşitli kitaplara yansıdı. Hatta yakın döneme kadar tarih kitaplarında Türklerin brekisefal yapıda bilmem şu boyda, şu fiziksel özellikleri olduğu şeklinde bir takım bilgiler yer aldı.Gözler badem, burun yapısı leptorrhine yani dar ve düz...Evet, evet. Irk fikri batının hakimiyetinde olan, onların çalışmalarının sonucunda ortaya çıkmış ve daha sonra etkileşimle diğer toplumlara geçmiş. Aslında ırk ve ırkçılık olayı toplumsal eşitsizliklerden beslenen, o eşitsizliklere yer yer bir kılıf bulma çabası. Özellikle 18- 19. yüzyıllarda şöyle düşünülüyor: “Eşitsizlik var. Bu eşitsizliği korumak lazım. Bunu da ırka dayandırabiliriz. Birileri fiziksel olarak, bedensel olarak, mental olarak geriyse zaten onlara geri davranmamız en doğal hakkımızdır.”Demek faşizm buradan beslendi.Beslendiği kaynaklardan bir tanesi bu. Irkçılık düşüncesi eşitsizlikçi olan bütün toplumlarda var. Beyaz adamın, Avrupalı insanın dünyaya yayılması ve orada farklı insanları görünce ilk etiketlendirme ırk üzerinden olduğu için bu yayılıyor. Tabii batı eğitiminin uzandığı yerlerde bu daha etkili oluyor.Irk kelimesinin ilk kullanımı ne zaman? 15, 16’ıncı yüzyıllar. Araştırmacılar “race” kelimesinin kökeninin Arapça olduğunu söylüyorlar. Kimi zaman soy, kimi zaman sülale, kimi zaman millet anlamında kullanılıyor. Bazen de tüm insanlık ırkı denerek bir türü tanımlıyor. insan gruplarını fiziksel özelliklerine göre tanımlamak anlamında ilk kullanan İmmanuel Kant. O dönemde fiziksel karakterlerle mental ve psikolojik karakterlerin etkileşimde olduğu düşüncesi var. Kant’tan sonra, kapitalizmin ilerleyen aşamalarında ırk konusu, daha çok biyolojik alana kaydırıldı.Peki, 30’lu, 40’lı yıllarda ırk konusuna eleştirel bakanlar yok muydu?Aslında insan gruplarını ayıran ırksal bir kategori olmadığını, o dönemde de ifade eden araştırıcılar çıkmıştı Batıda. Fakat pek sesleri duyulmadı. Onları İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yani nazizmin yenilmesinden sonra duymaya başladık. Çünkü naziler ari ırkın üstünlüğünün fiziksel olarak başladığını, o fiziksel yapıda da çok iyi bir mental kapasite olduğunu, güçlü ve sağlam bir insan grubunun uygarlığa daha büyük katkı yapacağına inanıyorlardı.Ve katliamlarına bu şekilde kılıf buldular. Peki itiraz edenler tam olarak ne diyordu?Irk diye bir şeyin olmadığını söylediler. Irk dediğimiz olay, sizin nereden baktığınıza bağlı olarak değişen, altında sağlam zemini olmayan bir durumu ifade ediyor. Mesela Amerikalı araştırmacı Ashley Mantagu bunlardan biridir.Irklarla ilgili o kadar çok sınıflandırma yapılmış ki. Üçlü, beşli, dokuzlu, otuz ikili ırk tasnifleri var. Kimi coğrafi bölgelere göre, kimi ten rengine göre, kimi saçlara göre, kimi boylara, kimi gözlere göre...Bunların her biri keyfi kategoriler. Ben size söyleyeyim, bir araştırmacı doksan dokuz ırk olduğunu söyleyecek kadar bu işi abartıyor. Bazısı diyor ki, efendim deriye, kafaya değil kan grubuna bakalım. İnsanlar arasında gördükleri farklılıkları ırk dediğiniz bir kategoriye alıyorlar.Hayata bütüncül bakamıyorlar yani, parçalara ayırıyorlar anlamak için. Evet. Bu, modernist bilim yapma pratiğinin bir sonucu. Günümüz araştırmaları şunu söylüyor: Irk denen doğal bir kategori yoktur.Mesela kim söylüyor, bir isim verebilir misiniz?Buyrun. “Antropoloji: İnsan çeşitliliğine bir bakış”. Yazarı Conrad Philip Koddak. Amerikalı bir antrapolog. Dünya çapında kitapları, ders kitapları olan bir insan. “Biyolojik bir ırk kategorisi yojtur. Irk kelimesi bile yanlıştır. Bunun sözlüklerden çıkartılması gerekir” diyor.Peki, ama neden?Çünkü doğada ayrım yok. Doğada dalgalar halinde devamlılık var. Deri rengimize bakalım. En koyudan en açığa doğru bir farklılık var. Sizin boyunuzla benim boyum farklı. Sizin ten renginizle kardeşinizinizki bile farklı. Bu biyolojik çeşitliliği keskin bir şekilde ayıramayız. Irki sınıflandırma şu demek: Kendi bilgilerimize göre kocaman bir kumaşı keyfi olarak kesiyoruz. Biri geliyor kumaşı buradan kesiyor, öteki şuradan.Yani bu çeşitliliği kendi dünya görüşümüze, siyasal çıkarlarımıza göre bölüyoruz.Evet. Onun için kimisi üçe ayırıyor, kimisi dokuza, kimisi otuz ikiye, kimisi doksan dokuza. Ama ilginç olan şu. Deri rengini değil de bu sefer kafatası şeklini ele alacak olursak bununla öbürü uyuşmuyor. Birbirleriyle örtüşmüyor.Yani bu sınıflamalar birbirini desteklemiyor mu? Desteklemiyor. Sizin bir sınıflamada A grubuna koyduğunuz şey, öbür sınıflamada B grubuna veya C grubuna giriyor. Belli bir figür, belli bir yapı eğitimle ya da kültürlenme yoluyla insanlara aktarılıyor. Ve insanlardan hep o kalıp içerisinde düşünmesi isteniyor. Mesela bu ırk tanımını halen tıp hekimleri kullanıyor. Çünkü öyle öğretilmiş ve o mantıkla düşünüyor. Açın bir ansiklopediyi, açın bir tarih kitabını. İnsanlar şu ırklara ayrılıyor. Her ırktan şu kadar insan var diyor. Hiç sorgulamıyor. Irk var mıdır? Çünkü onu yazan da bu entelektüel seviyeye ulaşmamış. Avrupalının gözünde beyaz insan ile siyah insan, derisine göre ayrıldı diyelim. Ama kafa yapısına baktığınızda kuzey Avrupalılar genellikle dolikosefaldir, yani uzunkafalıdır. Ama siyahi insanlar da uzun kafalıdır. Eğer kafa yapısına dayalı bir sınıflama yapacak olursak o zaman zencilerle beyazları aynı ırk içerisinde almamız lazım.Bunu gören araştırıcılar, o zaman ne düşünüyor? O zaman onu bırakalım, kan grubuna bakalım diyorlar. Bu böyle devam ediyor. O zaman şunu bırakalım, buna bakalım! Böyle bir bakış açısıyla insanın fiziksel ve biyolojik özelliklerinin, hatta mental ve psikolojik özellikleri böyle ıncığına, cıncığına kadar araştırılıyor. Şu ırkta böyle, bu ırkta böyle diyerek bunların daha ileri düzeyde kategorileştirmesini yapıyor. Hatta bir araştırıcı gidiyor, beyinlerin kıvrımlarından bile yola çıkarak birtakım tezler öne sürüyor.İnanılır gibi değil. Neymiş beyazlarda daha fazla kıvrım varmış. Beyindeki kıvrımlar daha ileri düzeyde, daha analitik düşünmeyi sağladığı için işte o beyazların üstünlüğünün bir göstergesiymiş. Bakın, deriden çıktık, nereye kadar geldik. Yine bu köle ticareti döneminden kalan bir mantıkla zencilerin daha farklı koktukları, daha farklı terledikleri gibi konulara kadar iş gidiyor. Oysa dediğim gibi, doğada kesinti yok. Kısa boydan uzun boya doğru, koyu tenden açık tene doğru bir devamlılık olduğunu görüyoruz.Bazıları da melez gruplara göre yapıyorlar bu ayrımı.Ama sonuçta melez ırk diye ayrı bir kategori kuruyorlar. İşte diyorlar ki, beyaz adam tamam. Açık tenli, sarışın. Zenciden ayrı. Buna itiraz var mı, yok. Aradan zaman geçince birileri diyor ki, Akdeniz bölgesine bakalım. Akdeniz bölgesi ne açık renkli, ne de koyu renkli. Ama kahverengi. O zaman diyorlar ki, ha demek ki biz buna Akdeniz ırkı diyelim. Arkasından Akdenizlilerle, yani kahverengilerle beyazları karşılaştırıyorlar. Bir bakıyorlar arada boy olarak İskandinavlar gibi olmayan, Almanlar gibi olmayan, ama ten rengi kahverengi ile beyaz arasında, açık kahverengi diyelim tonda insan grupları var.Nerede yaşıyor bunlar?Orta Avrupa’da, Alp bölgesinde. O zaman diyorlar ki ha bunlar da Alpin ırkı olsun. O İskandinavların kendi tipik özellikleri dediği açık renk, toplumu inceliyorlar, herkes de açık renk değil, koyu renk de var. Gerçekten İskandinavlar içerisinde zenci kadar olmasa da koyu renkli, kahverengi tonlarda insanlar var. Bunlar o zaman beyaz değil mi? İkinci bir özelliğe bakalım dediğimizde, İskandinavlar dolikosefal, uzun kafa yapısına sahiptir. Ama bu da değişebilir. O toplumda uzun kafa yapısına sahip olmayanlar da var. Onları da ayıralım, göze bakalım. Göz renkleri genelde açık mavimsi, yeşilimsi. Fakat bakıyorlar, bazıları da kahverengi gözlü. Ama sarışınlar. Bunu da ayırdılar. Böyle dört beş özellik, ilerlediğimizde elde bir şey kalmıyor. Ve oradan bireye giriyoruz. Aslında böyle düşünecek olursak her birey bir ırk.Bu çok heyecanlı bir sonuç. Hepimiz biriciğiz. Tek başımıza bütün bir insanlığı taşıyacak zenginliğimiz var. Öyle. Her bir ırkı tanımlamada kullanılan kriterleri arayacak olsak bir toplulukta kimse kalmıyor geriye. Kan grubu uymayanları ayırın, ten rengi uymayanları ayırın, kafa yapısı uymayanları ayırın, gözleri, burunları uymayanları ayırın. Ortaya bir tek birey kalıyor. Herkes kendine özgü bir farklılık gösteriyor.Genetik bilimi de aynı sonuca mı varıyor?Aynen bunu söylüyor. İnsan popülasyonlarını Amerika’dan başlayıp Japonya’ya kadar değerlendirdiğimizde özelliklerin böyle dalgalanmalar gösterdiğini, yumuşak geçişler yaptığını görüyor. Tamam bir yerde birisi fazla, bir yerde daha az. Bir yerde A kan grubu daha fazla. Bir yere bakıyorsunuz B kan grubu fazla. Bazı kan gruplarının bazı hastalıklara daha açık, bazılarına daha dirençli olduğunu görüyoruz. Diyelim ki Hindistan’da, sıcak bölge. Sıcaktan kaynaklanan çeşitli hastalıklara karşı diyelim ki B kan grubu daha dirençliyse orada B kan grubu artış gösteriyor. Öbür tarafta soğuktan kaynaklanan bazı hastalıklar daha yaygınsa o zaman orada da A kan grubu artış gösteriyor. Dolayısıyla bunun açıklaması ırkla değil, insanların çevre ile ilişkileri, hastalıklarla ilişkileri sonucunda oluşmuş bir farklılık. Ve bunlar keskin değildir hiçbir zaman.Bu genom projeleri... Her seferinde yeni bir gizi çözülüyor insan bedeninin. Oralardan bir çıkarımınız var mı?Var. Genom projesinin ortaya çıkardığı gerçek, insanlar arasında çok çok küçük bir farklılık var. Binde üç seviyelerinde. İnsanlarda ırk dediğimiz o büyük bariz farklılıklar varsa gerçekten, insan genomu yüzde 99, 99 oranında birbirine benziyor. Yani ‘ırk’ olarak en uzak iki insanı alın, neredeyse birbirinin tıpkısının aynısıdır.“Türklerin hiçbir ırksal özelliği yok” diyen bir yazar var. Jean Paule Roux. “Türklerin Tarihi” adlı kitabında böyle söylüyormuş. Ben okumadım ama. Irksal özellikleri yok derken neyi kastediyor? Arka planında sanki ırk var da Türklerin ayırt edici özelliği yok gibi algılıyorum. Bu düşünce de sakat. Çünkü ırk olmadığına göre herhangi bir insan toplumunu ırki açıdan incelemek ve onları belli bir kategori altında toplamak mümkün değil.Dünyanın bütün antropologları böyle mi düşünüyor?Bu bakış açısı 1950- 60 sonrasında giderek yaygınlaştı. Bu ırk kavramını, insanlık için açıklayıcı bir kategori olarak kullanabilir miyiz, buna olumlu bakıyor musunuz diye belirli aralıklarla anketler yapılıyor. Yurtdışı kongrelerinde bunlarla ben de karşılaştım. Irk vardır diyenler giderek azalıyor. Yüzde 85-90’ın üzerinde antropolog artık ırkın olmadığını düşünüyor ve bir mantalite değişikliği lazım diyorlar. Tabii herkes buna hazır değil. Bunun için özel bir okuma yapmak lazım. Epey geniş bir külliyatı var bu işin.Yine de yüzde 10-15 oranında antropolog hâlâ ırk var diyor. Evet. Bunlar eski Sovyet bloğunda ve Çin’de olan antropologlar. Amerika’da, Avrupa’da, çoğu ülkede hemen hemen yüzde yüze yakını artık bunu kullanmıyor. Bu bir antropoloji içinde böyle. Antropolojinin dışında da insanı anlama ve tanımada ırk fikrinin yararlı olmadığı sonucuna varılmış durumda.Böyle bir sözcüğün olmadığını kabul ediyorlar artık.MİLLETLE IRK KARIŞTIRILIYOR Galiba insanlar milletle ırkı karıştırıyorlar. Türk ırkı yoktur dendiği zaman Türk milleti yoktur gibi anlıyorlar. Millet kavramı çok farklı. Geçmişte milletle ırk arasında bağ kurmak isteyenler oldu tabii. Amerikan milleti var mı, var. Peki, bunlar aynı ırktan mı geliyor, yok. Ama ulus devletlerin kurulma sürecinde ister istemez daha homojen yapılar istendiği için belli farklılıkların gözardı edildi. Bu Fransız, Yunan milliyetçiliğinde olmuştur mesela. Türkiye’de de Türk kimliği öne çıkarılıp, diğerlerinin daha ikinci planda tutulması düşüncesi vardır.Ziya Gökalp ne diyor bu konuda? O dönemin temel sorunlarından biri Batı’nın ileri gitmişliğine karşı Osmanlıyı nasıl kurtarırız. Ziya Gökalp’in düşündüğü milliyetçilik ırka dayalı değil. Farklı kültürleri içerisinde barındırabilen bir anlayış.Türk milliyetçiliğinin teorisyenleri olarak kabul edilen M. Bahattin Öğer, Faruk Sümer, Erol Güngör de Türklüğün ırk değil millet olduğunu söyleyen insanlar... Yusuf Akçura’nın milliyetçilik görüşleri devlet kademesinde ve o dönemin kurucu kadrolarında daha fazla yankı buluyor. Bu biraz daha Türk ırkını öne çıkaran anlayış. Bu kabul edildiği için Türk tarih kongrelerinde 1930’larda yavaş yavaş ırk üzerindeki araştırmaların daha yoğunlaştığını görüyoruz.Hocam, bir de Reşit Galip var. Türk ırk ve medeniyet tarihine dair görüşler ileri sürüyor.Reşit Galip de Yusuf Akçura’nın ifade ettiği anlayışa yakın. Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset diye bir kitabı var. Osmanlı’nın kurtuluşu için üç siyasi bakış açısı ve kimlik anlayışı değerlendiriliyor.Türkçülük, İslamcılık, Osmanlıcılık…Evet. Yusuf Akçura aynı zamanda Rusya’dan Tatar göçmeni. Türkçülük akımı ilk olarak Rusya’daki Türk boylarında çıkıp, daha sonra Osmanlı’ya taşınıyor. Akçura da Türkçü ama Ziya Gökalp’in daha heterojen bakış açısına karşı onunki daha homojen bir milliyetçilik. Akçura’nın görüşleri, uygulanan kimlik politikalarının oluşturulmasında daha etkili olduğu için gidişat böyle oluyor. Reşit Galip de bu anlayışın gereğini yerine getiren, icra eden isimlerden birisi.Etnisite ile ırk arasında bir yakınlık var mı? Biraz önce bahsettiğim Ashley Montagu ilk olarak ırk kavramının geçersizliğini kendi yazılarında dile getirince, tamam farklı gruplar var, farklı kültürlere , farklı dillere sahip insan topluluklarına ne diyelim diye çalışıp, etnik grup sözcüğünü buluyor. Zaten ilk defa o literatüre sokuyor. Etnisite kavramı, zaman zaman biyolojik göndermeler olsa da ağırlıklı olarak kültürel yapıyı, dili ifade ediyor. Bazen de öyle bir etnik grup var ki bazı fiziksel özellikleri ile ön plana çıkabiliyor. Bu tür bir karışma da var orada.Hocam, sonuç olarak ırk kavramını doğuran şeyin Pozitivizm olduğunu söyleyebilir miyiz?Tabii. Pozitivist mantık, farklı olanı bir şekilde damgalandırıyor. Pozitivizmin geliştiği dönemde aynı zamanda kapitalizmin de gelişiyor, beyaz adam Avrupa dışına çıkıp, yeni ticaret yolları keşfediyor. Arkasından Amerika’nın keşfi, orada büyük çiftliklerin oluşması. Tütündü, şekerdi, kakaoydu. Bunlar önemli bir işgücü yaratıyor. Dolayısıyla burada çalışacak insanlar lazım. Burada işlerine yarayan en önemli şey ırk. Biz farklı ırktanız, bunlar farklı ırktan ve bunlar düşük özelliklere sahip. O zaman ırkların eşit olmadığı düşüncesini kendi toplumunda haklılaştırıp köleliği rasyonelleştiriyor.Ve tabii Kızılderilileri de katletediyorlar. Tabii. Bunların hepsinin altında ırk kavramı, sosyal, kültürel ve ekonomik sebepler var.Ama bu sebepler kalkmış değil dünyada. Evet, bu sebepler devam ettiği için ırk kavramı kullanılmaya devam edecek.Aslında bu literatürü takip eden insanlar bu benim ifade ettiğim sonuçlara geliyorlar. Ama yeterince bu konuda okuma yapmayan, verilen hazır bilgilerle yetişmiş biyologlar, tıpçılar, hastalıkları ırkla bağlantılandırıyorlar.Belli hastalıklar belli ırklarda görülür mü diyorlar? Öğrenciliğimde de hatırlıyorum. Çeşitli kitaplarda yer alırdı. Afrika siyahlarında kalp krizi görülme oranı daha düşüktür. Demek ki onların damarlarında kolestrol miktarları daha düşük. Bunlar ırki bir karakter şeklinde sunuldu. Hâlbuki daha sonra anlaşıldı ki bunun nedeni o insanların aslında bir batılı bir beyaz gibi beslenmemesinden. Ama şimdi siyahîler de bu şekilde beslenmeye, o yaşam biçimini benimsemeye başlayınca bunlarda da aynı hastalıklar görülmeye başlandı. Olguları basit, ilk elden açıklama aceleciliği belki buna neden oluyor.
↧