Kanuni’nin kalbi bir kuşatmada durdu. Hayır, kuşatılan değil, kuşatandı kalbi. Yoksa 72 yaşında ne işi vardı Zigetvar’da. Vezirlerinin değil, kalbinin sesini dinlediği için oradaydı.Kalp ne çok şeyi barındırıyor. Yalnız aşkın değil, hakikat bilgisinin ve ilhamın da kürsüsü. Yalnız küfrün değil, nifakın ve zulmün de barınağı. Yalnız Musa’nın değil, Firavun’un ve Haman’ın da sarayı. Yunus’un lügatiyle “Ha demeden hayran” olabilen o hassas vasıta, zıt kutuplar arasında ancak ölümle sona erecek ring seferleri yapar ve “Bir dem gelir İsa gibi ölmüşleri diri kılar / Bir dem girer kibr evine Fir’avn ile Haman olur.” Sonu ölümle biten yolculuk dediğime bakmayın, ihtişam bitmez. Çünkü ölmez diriyi konuk etmiştir içinde. Kalp gömülmüşse, öldüğünden değil, yeni kalpler fışkırsın diyedir yerden. İlahi bir tohumdur kalp ve ilahi olan her şey gibi kuşatılamaz.Kanuni’nin kalbi bir kuşatmada durdu. Hayır, kuşatılan değil, kuşatandı kalbi. Yoksa 72 yaşında ne işi vardı Zigetvar’da. Vezirlerinin değil, kalbinin sesini dinlediği için oradaydı. Kalbinin atışlarını duymak isteyen Sultan’ın mısralarını okuyabilir: “İmtisal-i cahidu-fi’llah oluptur niyyetim, / Din-i İslâm’ın mücerret gayretidür gayretim.” Ah Muhibbî! Nasıl bir mahlas seçtin! Bir yandan dünyayı titret, diğer yandan “Âşık” de kendine. “Âşık” olunmadan “Kanuni” olunamayacağını mı öğretti sana hocaların? Bahçendeki ağaçları saran karıncalardan kurtulmak için Ebussuud Efendi’den, “Dırahta ger ziyân etse karınca / Zararı var mıdır ânı kırınca,” mısralarınla fetva istedin de, şiirle mi cevap verdi hocan: “Yarın Hakk’ın divanına varınca/ Süleyman’dan hakkın alır karınca.”Karınca hakkını Süleyman’dan alır da, Şehzade Mustafa almaz mıydı! Fitnenin “yakın”ı “uzak” haline getiren sağır ve dilsiz elleri, uzandığında şehzadene, haberdar olsaydın yüzlerce yıl sonra yazılacak mısralardan, gözyaşlarıyla gürlemez miydin: “Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz!” Kalp nasıl da dönüyor! Nasıl da kayıp gidiyor bir balık gibi yabancı sulara. Nahcivan Seferi dönüşünde seni bir “Kaside” ile karşılayan genç şairi keşfinden duyduğun neşeyi, “Ömrümün üç yerinden çok hazzetmişimdir; bunlardan biri de Bakî gibi bir şairi bulup, çıkarıp iltifat etmekliğimdir!” diye ilan etmiştin de, kalbin dönüvermişti bir gün, Baki’nin hakkında ileri geri konuştuğunu duyup. Bursa’ya sürgün fermanını şiirle vererek, nüktedan olduğunu da göstermiştin cevrederken dostuna:“Bâki-yi bedNefy-i ebedBursa’ya red”Fakat tahmin etmemiştin şairlerin ölümle aralarının iyi olduğunu. Durur mu Baki, cevap verdi fermana:“Öldünse ey Bâkî!Değildir mülki cihânSüleyman’a bâkîBuna çark-ı felek derlerNe sen bâkî, ne ben bâkî”Bir nilüfer gibi açmıştı yüzünde gülümseme. Kalp yeniden dönmüş, affedilmişti şair. Öyle ya, kim başkaldırabilir, “Değildir mülk-i cihan Süleyman’a bâki” fermanına. Son seferindi Zigetvar. 1566 Eylül’ünde bir Macar kalesinin önünde çekiyordun tesbihini. Her tanesi bir memleket, bir şehir, bir açık deniz, bir kale, bir adaydı: Şam, Belgrad, Rodos, Petrovardin, Mohaç, Budin, Estergon, Güns, Koron, Bağdat, Halep, Cezayir, İtalya, Tunus, Tebriz, Şira, Patmos, Naksos, Boğdan, Suceava, Besarabya, Preveze, Kastelnova, Mora, Dalmaçya, Venedik, Aden, San’a, Siklós, Székesfehérvár, Szeged, Marsilya, Nice, Gürcistan, Gozo, Trablus, Korsika, Reggio Calabria, Sofya, Slankamen, Beçe, Lipve, Temeşvar, Vesprem, Solnok, Maskat, Arap Yarımadası, Basra Körfezi, Katar, Bahreyn, Nahçıvan, Revan, Karabağ, Cerbe, Sakızadası, Malta… Sıra Zigetvar’a gelmişti. Zafer bir ömür olduğu gibi yanındaydı Süleyman!Yaralandın ya da hastalandın ne çıkar, zaferden bir gün önce yanına aldı Hakk seni. “Saltanat dedikleri, ancak cihân gavgâsıdır/ Olmaya baht ü sa’âdet, dünyada vahdet gibi” diyen Muhibbî kavuştu sevdiğine. Ölümün 48 gün orduya duyurulmadı maneviyatları bozulmasın diye. Bedenin İstanbul’a getirilirken, kalbin bir altın kaba konarak Zigetvar’a gömüldü. Hocan Ebussuud Efendi arkasında muhteşem bir kalabalıkla yolcu etti seni Süleymaniye Camii’nden. Vasiyette bulunmuşsun ondan aldığın fetvalarla gömülmeyi. Bilsen ne kadar ağladı cenazende hocan!Kalbinin koordinatları tespit edilmiş yüzyıllar sonra; ne zordur bir kalbin koordinatlarını bilmek. Atmaya devam etmiş olmalı ki koordinatları belirlenebilmiş. Bulunması an meselesiymiş. Bulunsun elbette. Macaristan’da büyük bir türbe inşa edilecekmiş onun için. Evet, bir türbe yapılmalı ona. Bir kalbin türbesi olması ne güzel! Gömülecek tek şey insan kalbidir. Fışkıracak tek şey odur çünkü. Kâh cami, medrese, hastane, imarethane, su kemeri, köprü, dergâh; kâh, Bâkî, Fuzulî, Hayâlî, Ahmet Paşa, Necati Bey, Zâtî, Pir Sultan Abdal ve Bağdatlı Ruhî; kâh, Mimar Sinan, Ahmet Karahisâri, Matrakçı Nasuh, Şehnameci Arifî, Nakkaş Nigarî olarak. Kalp gömülmüşse, öldüğünden değil...
↧