Quantcast
Channel: ZAMAN-PAZAR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Ahmet Kaya ile aynı sahnedekiler nerede?

$
0
0
Ahmet Kaya'nın sürgün yıllarının belgeselini çeken Hayri Argav'ın hikâyesi de ünlü sanatçıyı aratmıyor. "Kaya'nın medya tarafından linç edildiği Berlin konserinde sahnede tanınmış başka sanatçılar da vardı." diyen Argav, sessiz kalanların korktuklarını söylüyor.Ahmet Kaya’nın sürgün yıllarını anlatan “Yağmurlu Ülkenin Sürgünü” belgeseliyle gündeme gelen Hayri Argav, Kaya’nın linç edilmesine sebep olan Berlin konseri için ilginç detaylardan söz ediyor. 1993 yılında yapılan konserin görüntülerini ortaya çıkaran Argav, “Ahmet Kaya ile birlikte o gece sahneye çıkan sanatçılar, Kaya’nın linç edilmesine seyirci kaldı. Bunun hesabını nasıl verirler bilemem.” diyor. Argav da 20 yıldır Almanya’da sürgündeydi. Türkiye’ye geçtiğimiz günlerde döndü. 12 Eylül döneminde yargılanmış ve Kayseri Cezaevi’nde işkence görmüştü. Argav’la hem kendi hikâyesini hem de Ahmet Kaya belgeselini konuştuk.12 Eylül askerî darbesinden sonra yargılanmış ve bu süreçte işkence görmüşsünüz…Altı ay gibi uzun bir süreyi gözlerim kapalı olarak ‘sorgu’ denen bir işkence merkezinde geçirdim. Birçok şeye tanık oldum. Henüz daha 3 günlük iken annesiyle birlikte hastaneden alınarak getirilen bebeğin ölmesi bunlardan biridir. Altı ay sonra üzerinde sigaralar söndürülmüş bir beden, parçalanmış ayaklar ve hareket etmeyen iki kolla yarı çıplak bir halde, bir koğuş kapısından içeri atıldım. İşkenceler, bu koğuşun alt katında yapılıyordu. Kadın, hatta çocuk çığlıklarını duyuyorduk. İşkencenin en zor olanı, başkalarının çığlıklarını dinlemektir. Gördüğümüz işkenceleri mahkemelere kabul ettiremedik.Size işkence yapanları biliyor musunuz?12 kişilik bir işkence timi görev yapıyordu. Listelerini, benimle birlikte işkence gören ülkücülerden almıştım. İşkenceyi yönetenler, Seyfettin diye bir binbaşı, o zaman ikisi de başkomiser olan Reşat Altay ve Abdurrahman Toygar idi. Listeyi II. Ordu Sıkıyönetim Mahkemesi’ne sundum, davacı olduğumu söyledim. Mahkeme, “Bizim işimiz değil” dedi. Cezaevine götürüldüğümde ise tekrardan sorguya alındım. Ve ölümle tehdit edildim. Ama verdiğim liste, sıkıyönetim mahkemesindeki dosyalara girdi.Cezaevinden çıktıktan sonra ne yaptınız? Bir gazetede çalışmaya başladım. Bu arada 12 Eylül’ü anlatan Güneş Doğmadan Asılmak romanını yazdım. Arkasından darbenin idamlarını araştırmaya başladım. Bu çalışmayı yaparken birçok kez gözaltına alındım ve ölümle tehdit edildim. Faili meçhuller dönemiydi. Kitap (O Şafağın Atlıları / 12 Eylül İdamları) çıktıktan hemen sonra toplatıldı. Bana yeniden cezaevi yolu göründü. Cezaevi yaşamını biliyordum, sürgün yaşamım böyle başladı.Dönemeyebileceğinizi düşündünüz mü?İnsanın ülkesini, halkını terk etmek zorunda kalması kadar acı bir şey tanımadım. Korkaklıkla suçluyor kendini. Bir gün dönmek umuduyla başlıyor bu acı yolculuk. Eşimi ve henüz 2 yaşında olan kızımı geride bırakarak sürgün yolunu tuttum.Sürgün yaşamanızın hukuki sebebi neydi?Önce bir kitabım toplatıldı. Üç yıl geçmeden “Batı’nın Yeni Doğu Seferi / NATO–Doğu-Türkiye–Kürtler” kitabım toplatıldı. Böylece hakkımda istenen cezalar da katlandı. Toplam 7 yıl 7 ay ceza demekti bu.Yıllar sonra döndüğünüzde neler düşündünüz?Sürgün yılları her şeyden önce özlem yıllarıdır. Aileniz, arkadaşlarınız, köyünüz, yaşadığınız sokaklar, hatta içinden geçtiğiniz şehirler çıkmıyor aklınızdan. Sürgünlük, bizim ülkemiz aydınlarının kaderi. Avrupa, sürgün merkezi gibi… Geçtiğimiz aralık ayında “Avrupa Sürgünler Platformu” adıyla bir oluşum kurduk, bütün sürgünlerin Türkiye’ye dönüşü için çalışıyor. Bu insanlık ayıbını umarım aşarız.En acı tarafı neydi sürgün yaşamanızın?Sevdiklerinizi yitirmeniz. Ablamı yitirdiğimde umutsuzluğu ve çaresizliği daha derin yaşadım. Kardeşim ölmüştü ama ben onun ölümünü uzaktan izleyebiliyordum. Annemin amansız hastalığını da bu koşullarda uzaktan izledim. Akciğer kanseriydi.Anneniz için mi döndünüz?Hasta olan anneme gidiyordum. Ama İstanbul kaç saat çeker, üç mü, beş mi, bilmiyorum. Zaman uzuyor uzadıkça. İstanbul’a indiğimde onu bir cemevinin morgunda buldum. Bir battaniyeye sarılmıştı. Yorgun yüreği birkaç saat daha bekleyememişti. Tarifsiz bir acı...Darbecilere ayrıcalık yapılıyor12 Eylül davası başladı. Bu, size neler hissettiriyor? “Hukukta bireye ayrıcalık yoktur” denirken, darbecilere ayrıcalık tanınıyor. Bu da yargılamanın göstermelik olduğu algısını doğuruyor. Ergenekon davasında takınılan tutum, 12 Eylül darbecilerine gelince yumuşuyor. Oysa bunların suçu sabit… Bir ülkenin anayasasını yıkmaya kalkışmamışlar; yıkmışlar. Sadece işkence ve cinayet suçu işlememişler, ülkeye zarar vermişler. “Türkiye artık askeri darbelerden kurtuldu” kanısında değilim. Türkiye’de iktidarlar hâlâ güçler dengesi üzerinde duruyor.Eski Türkiye ile yeni Türkiye arasında ne gibi farklar var?Kentleri korkuttu beni. Kentler sanki taşmıştı… Yüksek katlı konutlar bütün bir kenti gözetler olmuş. Avrupa’da bu tür yüksek binalarda yoksullar oturtulur genellikle. Burada etrafı tel örgülerle çevrili olan bu yerlerde oturmak için bir servet yatırıyor insanlar... Diğer yandan, eskiden sokaklarda, faili meçhuller, kan ve gözyaşı vardı. İnsanlar tek kimlik üzerinden ağlamaya, tek kimlik üzerinden konuşmaya zorlanıyordu. Süren kirli bir savaş vardı. Şimdiyse barışın sesi duyuluyor. Faili meçhuller durmuş. Empati gelişmiş, insanlar birbirlerini daha anlar olmuş. Bu yeterli değil, ama sokağa bu ılıman havanın egemen olması, barış umutlarını daha çok güçlendirdi. Sizce barışın sesi amacına ulaşacak mı?Demokratik açılımın başarıya ulaşmasında hâlâ ciddi engeller var. Türkiye çok zaman kaybetti. Bir kere Kürt sorunu 1990’lardaki boyutta değil. O yıllarda Kürt sorunu Türkiye’nin bir iç sorunuydu. Saddam’ın etkisinin devrilmesiyle bölgesel, 2000’den itibaren de uluslararası bir sorun durumuna yükseldi. Bölgeye dönük plan yapan hiçbir merkez güç, Kürtleri dikkate almadan edemez. Giderek tıkanma belirtileri görülüyor. Bunun ilk işaretleri Paris’te işlenen cinayetlerle verildi. Buradan “teslim mi olalım” sonucu çıkmasın. Bu süreçten çıkmak için bütünlükçü, demokratik bir iradenin ortaya konulması bir zorunluluktur.Bununla neyi kastediyorsunuz?Barış sürecinde bütün güçlerin elini taşın altına koyması gerekiyor. Önyargıları ve güvensizlikleri ortadan kaldırmak için parlamento içi ve dışı bütün siyasal eğilimlerin, sivil toplum örgütlerinin yer aldığı bir ‘barış hükümeti’nin kurulması, barışı hem içte hem de dışta sağlama alır. Süreç bu güçten yoksundur. Bu nedenle bir çıkmaza girme riski çok yüksektir. Peki, Başbakan Erdoğan’ın Kürt sorununun çözümü için elini taşın altına koyması ile ilgili ne düşünüyorsunuz?Kürt sorununun masa başında taraflar arasında bir çözüm amacıyla konuşulabilir duruma gelmesini çok önemli buluyorum. Bütün ırkçı saldırı ve söylemlere karşı, Sayın Başbakan’ın ve dolayısıyla da AK Parti hükümetinin bu çizgide ısrar etmeleri büyük bir adımdır. Ama bunun arkası mutlaka gelmeli. Tehlike şurada: Hükümet bu sorunu çözmek için çok önemli adımlar atmış, ama diğer yandan devletin geleneksel tutumundan da kendisini sıyırmış değil. Anadilde eğitim, seçim barajının indirilmesi gibi konularda takındığı tutum, sürecin işlemesini engelliyor. Kürt sorununun çözümü cesaret ister. Hükümetin söylediklerinin gerisinde kalması, ona karşı ‘tutarsız’lık algısı geliştiriyor. Umarım bu süreç aşılır. Çünkü barış ve demokrasinin galip gelmesi AK Parti’ye de çok şey kazandırır.Sürecin örgütlenmesi konusunda PKK’nın ciddi hataları olduKürt sorununda BDP’nin (ya da Kürtlerin) hiç mi kabahati yok?Barış sürecinde belirlenen yöntem hatası sadece hükümetin değil, aynı zamanda PKK’nın dolayısıyla da BDP’nin de hatasıdır. Hükümet “Akil Adamlar”, PKK ise “Konferanslar” yöntemiyle herkes kendi cephesinden süreci kitleselleştirme yöntemini benimsedi. Bu süreçte PKK’nın da bölgesel güçler ve uluslararası merkez güçler gerçeğini tam olarak gördüğü söylenemez.Gezi Parkı olaylarının çözüm sürecine denk gelmesi bir tesadüf mü?Gezi Parkı olaylarının ortaya çıkış biçimi ilginç... Herkes Türkiye’de Kürt-Türk barışına dikkatini yöneltmişken Gezi olayları patladı. Ortaya çıkış biçimi ve zamanlama olarak bir bakıma barış sürecine alternatifmiş gibi bir algı yarattı insanlarda. Kemalist bir söylem ve kullanılan semboller bunu yansıttı. Ki bence öyleydi de. Kürt hareketinin ilk günler olayı izler konumda kalmasının nedeni bu olsa gerek. Kürt siyaseti son dönemlerde hareketi çözüm süreci için verilen mücadele ile bütünleştirme savaşı verdi ise de bunda başarılı olduğu söylenemez.‘Ahmet Kaya ile sahneye çıkanlar sessiz kalmanın hesabını nasıl verecek?’Berlin konserinde Ahmet Kaya’dan başka sahne alan sanatçı var mıydı?29 Ocak 1993’te Dersimli işadamları Berlin’de bir konser düzenliyor. Konserde Ahmet Kaya yalnız değildi. Orada başka sanatçılar, ‘aydınlar’ da bulunuyor. Ama bunlar içinde bir tek Ahmet Kaya kurban seçildi. O konserde bulunanlar, çıkıp Ahmet Kaya’ya destek olmadılar, sustular. Onun leş kargaları tarafından gagalanmasına seyirci kalmayı tercih ettiler. Bunun hesabını nasıl verirler bilemem. Kendi vicdanlarına kalmış bir şey.Kimdi o sanatçılar? Neden konuşmamış olabilirler?Kim olduklarını ben söyleyemem. Kendileri açıklasınlar. Korktular bence. Bunu başka türlü izah etmek olanaklı değil.Ahmet Kaya’nın sürgün dönemi nasılmış?Çok acı çekmiş. Yalnızlık, her sürgün gibi onun da yakasını bırakmamış. Özlem ve kavuşamamak canını, ruhunu acıtmış. Acıtmaya da devam ediyor. Çünkü o bir sürgün hâlâ.

Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Yildiz yükseltme


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue