"İlk kütüphanem bir kuru üzüm sandığıydı” cümlesini yıllarca tekrarlayıp durmaktan zevk duydum; sonraki zaman içinde o kuru üzüm sandığı, şekil ve muhteva olarak değişti, büyüdü.Zaman zaman tasfiye etmek ihtiyacı hâsıl oldu. Her taşınmada, “Bunu niçin yıllarca saklayıp durmuşum” diye hayret ettiğim kitap, dergi vesaire türünden yayını elden çıkardım, ama hacimde azalma olmadı başka kitaplar aldı gidenlerin yerini. Bu gel-git içinde niyetim hep petekten balı süzmek gibi sadece el altında bulundurulması gereken hayatî ve önemli şeyleri tutmaktı. Bu faaliyet -Elhamdülillah- hâlâ devam ediyor. Şimdi, sıla-i rahîm fikriyle geldiğim memleketimde, kırk seneden beri biriktirdiğim kitaplarımın arasında, kütüphanemdeyim. Hepsini elden geçirmeye, sağına-soluna bakmaya, her kitapta bıraktığım şahsî izleri aramaya cesaretim yok. Anlıyorum ki kitaplarım biraz da şahsi tarihimdir. Şehrin en kalabalık en ayaküstü mevkiindeki eski tekel binası yıkılmış, yerine yeni bir şehir kütüphanesi yapılıyor. Okur-yazarlar arasında “lâzım mı değil mi?” tartışması başlamış. Bu tartışma, içinde yaşadığımız yeni haberleşme daha doğrusu bilişim teknolojilerinin dayattığı farklı bir fikirden kaynaklanıyor. Mâlum, artık kitaplar dijital teknoloji ile kolayca kopyalanabiliyor. Gençlik zamanlarımızın sihirli icadı fotokopi çaptan düştü düşecek. Pek çok ihtisas kütüphanesinde arzu ettiğiniz kitabın kopyasına pek küçük bir ücret mukabilinde sahip olabiliyorsunuz. Dijital kopya çok daha pratik. Sekiz-on liralık bir taşınabilir belleğe, okkalı cinsinden yüze yakın kitabın PDF formatındaki nüshası sığıyor. Özellikle nadir bulunan ve iyi korunması gereken elyazması türünden eserlerin dijital kopyası, kütüphaneciler için muhteşem bir imkân haline geldi. Vaktiyle batı kütüphanelerinden birindeki yazma eserin mikrofilmini temin etmek, sonra onu fotoğraf kâğıdına bastırıp büyüteçle okumaya çalışmak çilesi ebediyyen sona erdi. Otuzlu yıllarda büyük tarihçilerimizden Mükrimin Halil Yinanç’ın galiba Paris’teki kütüphanelerde istifade etmek istediği bir nadir yazmayı kopyalamak için çok şaşırtıcı ve olağanüstü hafıza isteyen bir usûl izlediğini duymuştum: Kütüphane içine kâğıt kalem sokmanın yasaklandığı bir kütüphanede rahmetli, galiba her sayfayı hafızasına alıp ezberledikten sonra dışarı çıkıp defterine yazarmış. Bu hadise kitap dostları arasında bir efsane gibi anlatılır ve hakikattir. Mükrimin Hoca bugünlere yetişebilseydi kaynakla okuyucu arasındaki mesafenin nasıl kısaldığını -hatta biraz da değersizleştiğini- görüp şaşırırdı. Dünün dünyasında bilgiye erişmek bir mazhariyet, bir öncelik ve marifetti; bugün bilgiye erişim için dünün dünyasına göre çok daha az zaman, para ve emek harcanıyor. Bugünün meselesi, ezelî ve ebedî meseledir: Bilgiyi işlemek, ona istikamet ve çerçeve koyarak anlamak ve kullanılır hale getirmek! Hâl böyle olunca kamu adına büyük kütüphaneler kurmak için büyük binalar yapmak, sonra yıllarca para ve dikkat sarf ederek içini kitapla doldurmak tartışma götürür bir şey haline geldi. Öyle tahmin ediyorum ki, kamuya ait kütüphanelerin büyük bir çoğunluğu, okuyucuların bilgi ihtiyacını karşılamaktan çok öğrencilerin ders hazırlaması için sâkin bir ortam olarak hizmet veriyor; dolayısıyla şehir kütüphanelerinin, üniversitelerin, bakanlıklara veya sair kamu kuruluşlarına ait kütüphanelerin içine mümkün olan en fazla sayıda gerekli kitabı koyup onu muhafaza etmenin mânidar bir faaliyet olup olmadığı sorgulanabilir çünkü bu tür kütüphanelerin önemli bir kısmı daha şimdiden internet üzerinden üyelik işlemiyle elektronik yayın hizmeti veriyor. Bu uygulamanın daha gelişip yaygınlaşacağı muhakkak. Ee, kütüphanelerin geleceği ne olacak? Selüloz tabanlı kağıttan kitap tutkunlarının üzülmesine gerek yok. Kütüphaneler hep olacak ama diyelim ki uzak bir kasabada kitaba ihtiyacı olan okuyucular için klasik bir kütüphane binası ve kitap edinme ihtiyacının karşılığı kalmadı. Maksad bilgiye erişmek ise, kapasitesi yüksek bir sabit diske bağlı muhtelif ekranlar iş görecektir. Kitaba verilen paranın çok daha azını sarf etmek suretiyle her kitabın dijital nüshasına erişmek, eski tarz kütüphane kurmaktan çok daha ucuza gelecek ve pratik bir kıymet taşıyacak. Üstelik demirbaş kitapların çalınma, yırtılma, yıpranma tasası da yok. Dijital kitabın güzelliği şurada: Birkaç saniyede kopyalayabiliyorsunuz ve asıl nüshadan hiçbir şey eksilmiyor, halbuki fotokopi, yüksek ısı ve ışıkla elde edildiği için asıl nüshayı yıpratıyordu. Bilgisayar teknolojisi kitap dünyasına hışım gibi indi, Gutenberg dönemiyle aynı esasta işleyen kitap baskı teknolojisini sarstı ve geriletti. Her evde değilse bile artık her mahallede bilgisayara bağlı bir yazıcı, küçük çapta matbaa anlamına geliyor. Bu arada yazıcıların ucuzlaması ve eskiye göre çok kaliteli baskı yapabilmesi imkânını da hatırlamadan geçmeyelim. Her bilgisayar bir bilgi deposu şimdi; tabii isteyene. Her yazıcı cihaz bir matbaa. Her tarayıcı -ki fiyatları düne göre çok ucuzladı- bir kopyalama makinesi ve her taşınabilir hard disk bir kütüphane. Bilgi demokratikleşti fakat bilgiyi işleme hâlâ sıra dışı bir marifet. “Artık böyle kolaylıklar var, eski tarz kütüphaneler, kütüphane binaları demode oldu” diyebilmek için hâlâ çok erken. Özellikle her şehirde çok iyi tasarlanmış, zengin ve iyi işletilen kütüphane binaları elbette olmalı ve inşallah olur (Kamu kütüphanelerimizin mimarlığı da ayrı hicrândır!). Bildiğimiz kitap şekli, ta ortaçağlardan beri genetik kayıtlarımıza geçmiş büyük bir kültür formudur. Ayrıca genç kuşakları kitapla, kütüphanelerin sessiz ve büyülü iklimiyle tanıştırmak hâlâ vazgeçemeyeceğimiz bir müessese. Ne var ki, büyük, görkemli ve göz alıcı merkezi kütüphanelerden sonra her semtte, her kurum bünyesinde kütüphane kurmak niyetinde olanların bilişim teknolojisinde neler olup bittiğinden haberdar olmaları, en azından bu hususta bir kere daha düşünmeleri lâzım. Aynı şeyi şahsi kütüphaneler için de söylemek mümkün mü; şu anda yılların şahsi izini taşıyan kütüphanemde kitaplarımın arasında dururken karışık duygular içindeyim. “Bu kitapları bana ver, bütün kitaplarının dijital kopyalarını sana küçücük bir hard disk içinde verelim” diyen birisi çıksa cevabım herhalde olumsuz bir şey olurdu; ne de olsa eski kuşağa, selüloz nesline mensup biriyim ve kâğıtla ilgimi kesmem o kadar kolay kabullenilecek bir durum değil. Kaldı ki kitap denilen şeyi fiziki yapısıyla, cildi, kapak tasarımı, sayfa düzeni, baskısı ve kenarına köşesine çiziktirdiğim şahsi notlarla severim. Bir kitabın elektronik kopyası ile aslını yan yana koyup, “hangisini istersen al” deseler, elim hemen babadan kalma selüloz tabanlı bildiğimiz kitaba gider. Genel kütüphaneler konusunda son söz: Dijital veya babadan kalma olsun, bir kütüphanenin faydası ve güzelliği, okuyucularıyla renklenen bir mânâdır. Biz kütüphanelere biraz da, “Bulunsun, belki lazım olur” fikriyle bakmıyor muyuz; haydi itiraf edelim. Biraz bayat bir klişe ama zaman değişiyor; 50 sene sonra kütüphanelerin nasıl bir şekil ve muhteva kazanacağını görmek doğrusu pek şaşırtıcı olurdu. Yaşayan görür.
↧