20 Haziran’da resmen başlayan transferler, birkaç gün sonra noktalanıyor. Yani bir bakıma işin en şenlikli haftasına giriyoruz. Gerçi sadece kulüplerimiz için değil medyanın da transfer çalışması hiçbir zaman bitmez, devre arasında kimlerin alınacağına ilişkin haberler gündeme girer. Takıma yarar sağlayan başarılı transferlerin yanı sıra düpedüz felaket anlamına gelen işler de yapılır transferde. Bunlardan bir demet sunalım.Futbolda bir transfer dönemi daha noktalanıyor. 20 Haziran’da resmen başlamış olan transfer dönemi 6 Eylül Cuma günü saat 17.00’de noktalanacak. Dolayısıyla transferin en şenlikli günlerine girmek üzereyiz. Takımlar eksiklerini giderebilmek için son atılımlarını bu hafta içinde gerçekleştirecek.Transferin değişik yönleri vardır. Bunların içinde en çok dikkati çeken, gazetelerde bununla ilgili haberlerin bolluğudur. Kulüp değiştiren yani gerçekten transfer olan oyuncu sayısı 100 ise alınıp satılacağı belirtilen en az 1000’dir. Bunun nedeni de çok açıktır; transfer haberleri büyük ilgi görmekte yani çok para etmektedir. Çok daha ilginci, bu tür haberlerin doğru olmadığı bilinse bile taraftara keyif vermektedir. (Değişik bir tür uyuşturucu!)Bu yüzden hiçbir biçimde gerçekleşmesi mümkün olmayan ya da kulüplerin adını bile bilmedikleri bazı oyuncuların transfer listelerinde olduğu yolundaki iddialar medyada çok sık yer alır. Aslında bunun yol gösterici bir yanı da vardır; yani böyle bir futbolcu var, gidin alın. En azından ilgilenin, biz de haber yapalım, gibisinden. Üstelik siz de transfer için çalışıyormuş gibi görünürsünüz, falan filan...Transferin elbette ki doğru ve gerekli yanı en başta gelir. Takımlar eksik gördükleri yerlerini tamamlar, daha büyük hedeflere ulaşabilmek için gerekli saydıkları oyuncuları alır. Bu arada beklenen verimi alamadıkları oyuncuları da satarak bu açıdan da gerekeni yapmış olurlar.Gelgelelim transferlerin önemli bir bölümünün futbol aklıyla yapılmadığı da bir gerçektir. Bu noktada değişik durumlar yaşanır. Bunların başında da futboldaki çarpık düzenimiz gelir. İşi bilmeyen yöneticiler, ehil olmayan menajerler, transfer hastası teknik adamlar ile medya ve taraftarın baskısı önemli rol oynar.O sezon şampiyonluğu kaybeden takımın yönetimi dikkatleri başka yöne çekebilmek için mutlaka önemli transferlere yönelir ve bunun için de kesenin ağzı açılır. Hele şampiyon takımdan futbolcu almak, iki kat kaymaklı ekmek kadayıfı gibidir. O olmazsa şampiyonun istediği oyuncuyu almak bu işi bir ölçüde görür (Bakınız, Alper Potuk vak’ası). O sezon parlamakta olan bir oyuncuya birden çok büyük kulübün talip olması, satıcı için büyük şanstır. Bu kapsamdaki en çarpıcı olay Ayhan Akman’ın Beşiktaş’a gelişi sırasında yaşanmıştır. Dönemin Gaziantepspor yönetimi “3,5 milyon dolar istesek ayıp olur mu?” diye düşünürken bu transfer 8,5 milyon dolara gerçekleşmiştir. (Sayın Doğan’ı tanıyanınız varsa size büyük bir keyifle bir kez daha anlatacaktır.)Bazı kulüpler arasında bu konuda ‘değişik bir yakınlık’ olduğu söylentileri zaman zaman ortaya çıkar. İsmail Köybaşı için ödenen 6,5 milyon euroluk bonservis bedeli ve bunun öncesinde Tabata’ya 8 milyon euro gibi memleket çapındaki rekorlar Beşiktaş’la Gaziantepspor arasında böyle bir yakınlık olduğu yolunda haberlerin yapılmasına yol açmıştır.Fenerbahçe’nin rahmetli Güven Sazak’ın başkanlığı döneminde Ümit Milli Takım’ın neredeyse bütün oyuncularını alması ve toplam transfer sayısının 40’lı rakamlarla ifade edilmesi de transfer şenlikleri içinde mutlaka sözü edilmesi gereken bir olaydır.Cemil Turan ve Rıdvan Dilmen, Galatasaraylı olacaktıGeçmişte transfer daha da şenlikliydi çünkü ‘kaçırma’ gibisinden durumlar yaşanırdı. Örneğin, 1973 yılında Cemil Turan İzmir’de Metin Oktay tarafından günlerce konuk edilip Galatasaray’a gelmek üzereyken Çeşme’den kaçmış, sonrasında da epeyce karışık işleri çözmek üzere devreye ağır abiler girmiş ve bu oyuncu Fenerbahçeli olmuştu. Rıdvan Dilmen için o dönemin Galatasaray yöneticisi Ergun Gürsoy 51 milyon lira peşinat ödemiş ama Ercan Aktuna bu oyuncuyu kaçırıp 1988 yazında Fenerbahçeli yapmıştı (Merak etmeyin, sözkonusu para geri verildi).Gürsoy da bunların intikamını Hasan Vezir’le aldı. Gerçi Vezir kiralık oyuncuydu ama Fenerbahçe’nin fırtına gibi estiği sezon bitmeden E.Gürsoy-Y.Karahasan ikilisi tarafından kaçırılıp Galatasaraylı yapılmıştı. Gerçi bunun pek kimseye yararı olmadı ama yine de Galatasaray ezeli rakibine büyük bir transfer golü atmıştı. Daha o yılın 4 Mayıs’ındaki Türkiye Kupası maçında 3-0 öndeki Galatasaray’a 3 gol atarak 4-3 galip gelmelerini sağlayan oyuncu artık Cim Bom’luydu.Tabii bu kapsamdaki en önemli transfer, Tanju Çolak’ın Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye geçmesiydi. Açıkçası Sarı Kırmızılı kulüp buna biraz da çanak tutmuştu çünkü Çolak’ın bugün hatırlanması gerekli olmayan birtakım vukuatları camiada tepkiyle karşılanıyordu. Yoksa 2 sezon için 3 milyara anlaşma sağlanan oyuncuya ‘Hayır, 2,5 vereceğiz’ demek anlaşılır bir durum değildi.Tabii ki asıl şenlik bunlar değil, hiç tartışmasız ‘rezalet’ olarak nitelendirilebilecek transferlerdir. Elbette ki futbol aklından yoksun, işletmecilik becerisi çok düşük ve hatta basiretli bir tüccar gibi bile davranmayı gerekli görmeyen yöneticiler bu noktada kulüplere çok büyük zararlar vermiş durumdadır. Tabii İspanya’daki uygulamanın ülkemizde olmayışı da büyük eksikliktir. Yakında Kitap Zamanı’nda tanıtımını yaptığım Gol adlı kitapta orada kulübün böyle işlerden uğradığı zararın önemli bir bölümünü yöneticilerin ceplerinden karşılamak zorunda oldukları belirtiliyordu.Uzun yıllar transferin şampiyonu Fenerbahçe olduğundan haliyle en büyük fiyaskolar da orada yaşanmıştır. Bunların en büyüğü La Liga gol kralı olarak 17 milyon euroluk bonservis bedelinin yanında yıllık 3,5 milyon euroluk maliyetiyle verimi arasında korkunç bir boşluk bulunan Güiza olmuştur. Buna karşılık Okocha ve özellikle de Baliç’in satışından önemli paralar kazanılmıştır. Alex de Souza, Roberto Carlos ve N. Anelka gibi dünya çapındaki yıldızların getirilmesi de önemli transfer başarılarıdır.Özellikle Yıldırım Demirören döneminde transfer şampiyonluğunu ele geçiren Beşiktaş’ın yakın zamandaki transfer felaketleri medyada geniş biçimde yer almıştır. Bunların yanında Siyah Beyazlı kulübün sadece birkaç ay çalıştırdığı İspanyol teknik direktör Del Bosque’ye 8,5 milyon euro tazminat ödemek zorunda kalışı, futbol tarihimizin en büyük transfer skandallarından biridir. Üstelik aynı durum futbolcu bazında da yaşanmıştır. M. Ferrari için de aynı miktarda ceza ödenmek zorunda kalınışı tam bir yöneticilik faciasıdır.Seba’nın asker arkadaşları!Siyah Beyazlı takımın Gordon Milne ile yaşadığı parlak dönemin tek eksiği Avrupa’da başarı olmuştu. Bunun önemli nedenlerinden biri de yabancı futbolcu seçimindeki hatalardı. İngiltere’den gelen Ian Wilson ve George Walsh ilerlemiş yaşları nedeniyle “Başkan Seba’nın asker arkadaşları” diye alay edilmişti. Aynı dönemde O.Nartallo ve F.Manessero gibi transferler de eleştirilere yol açmıştı. Onların sınırlı maliyetlerinin yanında sonraki felaketler kıyas kabul edecek gibi değildi.Elbette ki Galatasaray bu işin dışında değil. Sarı Kırmızılı kulübün bu konuda daha derli toplu bir görünüm verdiğini kabul etmeliyiz. Yine de 90’lı yılların başında gerçekten önemli bir oyuncu olan Polonyalı Koseçki’den gerekli verimin alınamayışı, 1994 yazında Mapeza ve Kuzmanoski gibi Cim Bom düzeyinde olmayan oyuncuların alınması hemen akla gelenler. Elbette ki en çarpıcısı D. İorfa olmuştu. Galatasaray’a Queens Park Rangers’tan gelmişti ama orada oynadığı maç sayısı sadece 8’di. Galatasaray’da da 1991-92 sezonunda 7 maç oynayabildi. Gerçi harika oynadı denebilecek bir Beşiktaş maçı (4-3) vardı ama öteki maçlardaki verimsizliği ve acemice hareketleri gazetelerde ‘İorfa değil İyi Urfa’ gibi zeka açısından sınırlı sorumlu başlıkların sıkça yer almasına yol açmıştı. Yakın zamanda Sercan Yıldırım transferi de yabana atılacak bir fiyasko sayılmaz.Sadece bunlar değil, transferin bunun gibi nice ilginç öyküleri var ama yerimiz bu kadar. Başta Trabzonsporlular olmak üzere öteki kulüpler burada konu edilmedikleri için herhalde üzülmeyeceklerdir. Yine de Bordo Mavililere gelen ilk yabancı hoca olan Alman Jürgen Sundermann’ın (1985-86) “son derman” esprisiyle karşılanması, siyahi İngiliz Kevin Campbell’a (1997-98) başkan M. Ali Yılmaz’ın “yamyam” iltifatını kaydetmeden geçmeyelim...Ancak bunlara bakıp da transferi tepeden tırnağa kötülediğimizi sanmayın. Tam tersine futbolun en önemli ve gerekli işlerinden biridir; doğru transferler sayesinde her bakımdan büyük kazançlar elde edilmiştir. Gençlerbirliği ve İlhan Cavcav bu kapsamda mutlaka anılması gereken adlardır. Ayrıca unutmayalım ki camialarının bayraklaşmış isimlerinin çok büyük bir bölümü de o kulüplere transferle gelmiştir. Metin Oktay’dan Hakan Şükür’e, Metin Tekin’den Rıdvan Dilmen’e, Toni Schumacher’den Gheorghe Hagi’ye büyük yıldızlar birer transfer başarısıdır.Dolayısıyla bu işi adam gibi yaparsanız vezir olursunuz, tersini de söylemeye gerek yok, örnekleri ve sonuçları ortada...
↧