Türkiye’de çocuk suçluluğu deyince nasıl bir adalet sisteminin işlediği çok bilinmiyor. Halbuki her yıl binlerce çocuk yaptığı bir hata sonrasında kendini hakim karşısında buluyor. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Adem Sözüer ve ekibi de Suç ve Ceza Film Festivali’nde bu soruna dikkat çekmeyi amaçlıyor.Suça itilen çocukların sayısındaki artış, birçok ülkenin baş etmek zorunda kaldığı önemli sorunlardan. İnsanlığın geleceği olan çocukların karşı karşıya kaldığı bu tehlikenin farkına varan ülkelerde çözüme yönelik önemli adımlar atılıyor. Sorunun yargıdan önce sosyal kurumlar tarafından ele alınmasını sağlayacak mekanizmalar sisteme dâhil ediliyor. Zira Fransa, İngiltere gibi ülkeler ve birçok Güney Amerika ülkesinde çocuk, ikinci suçluluktan sonra adli kurumlara gönderiliyor. Bu ülkelerde çok taraflı işlenen konu, sanat camiasından sivil toplum kuruluşlarına ve siyasetçilere kadar toplumun her kesiminin üzerine kafa yorduğu bir mesele haline geliyor. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Adem Sözüer de Türkiye’de bu anlamdaki toplumsal bilincin oluşmadığını farkederek kolları sıvamış. Ekip üç yıldır düzenlenen Suç ve Ceza Film Festivali kapsamında bu yılki konuyu ‘suça itilen çocuklar’ olarak belirlemiş. Festival süresince çocuk suçluluğu ile ilgili filmler çeşitli sinemalarda gösterimde olacak. Ayrıca kısa film yarışmaları ile gençlerin dikkati bu konuya çekilmeye çalışılıyor. Eylül ayında düzenlenecek festival kapsamındaki diğer etkinlik ise bu konuda yol kat etmiş ülkelerdeki hükümet görevlileri, STK temsilcileri ve akademisyenlerin üç gün boyunca vereceği seminerler. Festivalin akademik ayağını oluşturan bu bölümde 30 ülkenin çocuk ve adalet raporları da sunulacak.Bütün bu etkinlikler boyunca dikkat çekilecek en önemli nokta ise Türkiye’nin de en çok muzdarip olduğu konu; suça sürüklenen çocukların yargılama aşamasında maruz kaldığı tahrip edici süreç ve bu sürecin çocuklar üzerinde bıraktığı daimi etkiler… Türkiye’de suça itilen çocuk sayısı her geçen yıl artan ülkeler arasında ilk sıralarda. Zira ceza mahkemelerinde hakkında karar verilen 18 yaş altı çocuk sanık sayısı 2006 yılında 128 bin 53 iken, 2011 yılında bu sayı 220 bin 584 olarak kayıtlara geçti. Bugün bu rakamın çok daha ciddi boyutlara ulaştığını İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Âdem Sözüer de doğruluyor: “Bu orana hakkında dava açılan fakat henüz karara bağlanmayan davalardaki çocuk sanıklar da eklenirse sorunun ciddiyeti kendini daha iyi gösterecektir.” Bu tablonun sorumlusu, hukuki eksikliklerden ziyade çocuk suçluluğuyla ilgili zayıf toplumsal bilinç. Sözüer, bu konuda adım atıp sonuç alan ülkelerin sadece yargı sistemini düzeltmediğini düşünüyor. Ona göre toplumun bütün birimleri bir olup suça itilen çocukların geleceği için kafa yoruyor.‘Suça itilen çocuklar entelektüel camianın ilgisini çekmiyor’Sözüer, festivalde dikkat çekmek istedikleri konunun şiddete uğrayan veya mağdur edilen değil, suça sürüklenen çocuk olduğunu söylüyor. Türkiye’deyse bu alanda hiç kafa yorulmuyor: “Festival için yerli ve yabancı olmak üzere sinemalar gösterime girecek. Ama şu ana kadar bize bu sorunun işlendiği hiçbir yerli film gelmedi.” Hatta festivalin danışma kurulu üyesi ve tanıtım filmini çeken yönetmen Korhan Bozkurt’un şu sözleri duruma açıklık getiriyor: “Ben bu sorunun ne kadar önemli olduğunu, hatta içeriğini bile danışma kurulundayken öğrendim. Biz sinemacıların yapması gereken aslında birçok şey varmış.”Entelektüellerin ve sanat camiasının yanı sıra kurumsal yapıların da çocuğa ömür boyu suçlu kimliğini yapıştıracak bu sorunun üzerine düşündüğü söylenemez. Zira yasal düzenlemelerin dışında çocuğu yargının yıpratıcı etkisinden koruyacak aracı kurum ya da kişiler hâlâ yok. Toplum olarak bu çocuklar hakkında, ‘Baklava çalan çocuğa 9 yıl ceza verildi.’ ya da ‘Okulda kavga ettiği arkadaşını yaraladı.’ başlıklı haberlerin ötesinde bir fikrimiz yok. Çocuk aklıyla yapılan bir hatadan sonra soluğu adliyede alan insanın geleceği hakkında kaygılanmak pek çoğumuza yabancı bir duygu.Türkiye’de on yıl öncesine kadar suça sürüklenmiş çocuklarla ilgili kurumlar yoktu. Şimdiyse hakkında dava açılan çocuk rehabilitasyon ya da denetimli serbestlik uygulaması çerçevesinde çeşitli kurumlara yönlendiriliyor. Fakat yargıdaki davaların fazlalığı bu kurumların işlevini yerine getirmesine engel oluyor. Her yıl 100 binden fazla çocuğa ilk kez dava açıldığı bilgisini veren Âdem Sözüer, “Bu çocukların yüzde 10’una koruma tedbiri uygulamaya kalksak kurumlar yine yetmez.” diyor. Çözüm olarak ilk suçluları adli sistemin dışına çıkarmayı öneriyor: “Böylelikle emniyet ve adliyenin işi azalacak. Gerçekten suçu kronik hale getiren çocuklar için yeterli kurumumuz olacak.”Hırsızlık ya da kavgada arkadaşını yaralamadan sonra adliyeyle muhatap edilen binlerce çocuk ise ceza almasa da hayatına ‘potansiyel suçlu’ etiketiyle devam ediyor. Yani onları daha ilk hatasında yargıya müdahil ederek aslında hayatlarında suçluluk kariyeri için sayfa açmış oluyoruz.İlk hatada adliyeyle muhatap olan çocuk, dönüşü olmayan yola itilirProf. Dr. Bengi Semerci (Psikiyatrist): Çocuklar ilk suçta yargı sistemi içine sokulmadan yaşlarının özelliklerini bilen uzman kişilerce değerlendirilmeli. Çocuğun herhangi bir suça karışmasında anne–babanın sert ya da yumuşak tavrı çok etkili. Ailenin çocuk üzerindeki denetimini kaybetmesi çocuğun suça yönelmesini kolaylaştırır. Sadece fakir ya da büyük şehirlere göç eden ailelerin çocukları suça karışmıyor. Adliyeye yansıyan davalara bakıldığında gelir durumu iyi ailelerde de çocukların suça karışma oranı giderek artıyor. Çocuğun en önemli sosyalleşme ortamı okullar risklerin saptanabileceği yerlerin başında geliyor. Bu yüzden okulların iyi çalışan rehberlik sistemleri olması gerekiyor. Sadece sorun çıkaran çocuk için değil, bütün öğrenciler için bir dosya oluşturulmalı.
↧