Yüzyılın davası olarak kayıtlara geçen Ergenekon’da son karar yarın açıklanıyor. 2007’den beri gazeteci ve hukukçu kimliğiyle davayı takip eden H.Büşra Erdal, Ufuk Yayınları’ndan çıkan ‘Kafası Karışanlar İçin Ergenekon’ kitabıyla sürece ışık tutuyor. Çalışmada kökleri epey gerilere giden bir örgütün yargı önüne çıkarılma aşamasını anlatan Erdal’la hem kitabını hem de süreci konuştuk.Ergenekon davasında karar yarın açıklanıyor. Davada gelinen son nokta nedir?12 Haziran 2007’de başlayan bir soruşturma süreci oldu. Ümraniye’de 27 el bombası bulundu. Kitap da o bombaların ihbarıyla başlıyor. Ergenekon soruşturması için milat bu tarih. İlk kez 20 Ekim 2008’de birinci Ergenekon duruşması yapıldı. Bugüne kadar 22 iddianame oluştu, hepsi birleşti. 275 kişi sanık, 600’den fazla duruşma yapıldı. İlk günden itibaren iddianamelerin okunmasından sonra sanıklar savunmalarını yaptı. Çapraz sorgu süreci yaşandı. Bu davayı diğer davalardan ayıran en önemli özellik usule uyması.Usule uyması derken?Mesela çapraz sorgu süreci uzun ve derin sorgulamalarla ilerledi. Mahkeme başkanları, savcılar, hâkimler ciddi bir sorgulama yaptı. Bu da davaya yeni deliller gelmesini sağladı. 835 tanık istendi. Bu talep Ergenekon’a özeldi. Yarın itibarıyla sona gelmiş olunuyor. Tabii davanın bitiyor olması Ergenekon terör örgütünün tamamen bittiği ve temizlendiği anlamına gelmiyor.Yani aynı yapı her an ortaya çıkabilir mi?Örgütün kolları budandı, çete ayağı temizlendi, parçalar koparıldı. Ama siyasi, ekonomik ve medya ayağı hâlâ devam ediyor. 5 Ağustos’taki kararla 2007’de başlayan süreç nihayete eriyor. Dava Türkiye’ye demokratik anlamda çok şey kazandırdı. İnsanların yıllardır bildiği hayaleti, sırrı gösterdi. Ama bu iş bitti demek doğru olmaz.Bu tarihten itibaren süreç nasıl işler?Bundan sonra mahkûmiyet de beraat de çıkabilir. Darbe teşebbüsü suçuyla müebbet istenen sanıklar var. Daha sonra dosya yerel mahkemede bitmiyor. Bunun bir de Yargıtay aşaması var. Yargıtay’ın örgüt suçlarına bakan 9. Ceza Dairesi var, oraya gidecek. Ulusalcı örgütlerin yarın bir kez daha mahkemeyi basma çağrıları var.Zekeriya Öz ne zaman görevden alındı, İlker Başbuğ hakkında iddianame hazırlanıp, operasyonlar durdu, o süreçten sonra meydanlara çıktılar. İlkini 13 Aralık 2012’de Silivri’yi bastıklarında gördük. Mahkemelere kadar girdiler. Bariyerler yıkıldı, jandarmalar altında kaldı, gaz bombaları atıldı. Resmen mahkemeye darbe girişimiydi. Sonra bu baskınlar devam etti. Şubat ve nisanda da oldu. 5 Ağustos’ta da bunun zirvesini yapmak istiyorlar belli ki.Mahkemeyi basmak büyük bir cüret değil mi?Amaç mahkemeyi iş göremez hale getirmek. Karar çıkmasın, dava akamete uğrasın istiyorlar. Aslında bunu yaparken, ne kadar tehlikeli olduklarını gördü halk. Yapacak başka bir şeyleri kalmadı. Fiziki saldırganlık başladı. Gazeteci ve hukukçu kimliğinizle altı yıldır davayı takip ediyorsunuz. Kitap daha önce yazılabilir miydi?Evet olabilirdi. Gecikme sebebim Ergene-kon’un ardından gelen Poyrazköy, Erzincan, Balyoz gibi süreçlerin başlamış olması. Bunların hepsini birebir takip ettim. O kadar yoğundu ki davalar arasında mekik dokudum. Bu sürede kitap yazmaya yoğunlaşacak zaman dilimi olmadı. Sürekli takip edenler bile bir süre sonra kaçırıyordu nerede kaldığını. Eve gitmeden, adliyede sabahladığımızı biliyorum. Ergenekon soruşturmasına polisin kurgusu diye çeşitli komplolar üretildi. Bu iddiaları nasıl yorumluyorsunuz?Kimse polisin başta bu soruşturmaya sıcak bakmadığını bilmiyor. Mesela Muzaffer Tekin’i savcı gözaltına almak istedi. Çünkü elindeki deliller onu işaret ediyordu. Ama polis isteksizdi. ‘O kişi Danıştay’dan serbest kaldı, gözaltına alırsak itibarımız zedelenir’ diye korktular. Savcı Öz, Muzaffer Tekin için üç kez yazı yazdı. Düşünün, bir savcı soruşturmanın amiridir, bir iş talep ediyor ve defalarca ısrar ediyor yapılması için. Savcıların elinde adli kolluk gücü olmasının, soruşturmaların geleceği adına ne kadar önemli olduğunu gösteren örneklerden biri bu.Davayı takip ederken sizin ya da diğer gazetecilerden kafası karışanlar oldu mu?Ergenekon davasında olay bir süre sonra inanmak ya da inanmamak temeline dayanıyor. Ortada ne kadar delil olursa olsun bazı insanlar inanmamayı tercih etti. Onlar da ulusal kanattan gelenler. Suçüstü yapsanız hatta canlı yayında suç işlendiğini gösterseniz bile, buna inanmayacak bir grup var zaten. Savcı ve polislerin yaptığı her şey elbette doğru değil. Türk yargısının kronik arızaları var. Mutlaka arada daha az suçlu ya da daha az olayda rol almış kişiler olabilir. Genel olarak ağır hak ihlalleri görmedim. Ben bu süreçte Hrant Dink, Rahip Santoro cinayeti, Zirve Yayınevi katliamlarını gördüm. Ergenekon’daki hiçbir şey beni şaşırtmadı, kafamı karıştırmadı.Yargı işini gerektiği gibi yaptı mı?Yargı hukuki olarak tüm uygulamaları hiç olmadığı kadar yerine getirdi. Hâkimleri AİHM kararlarına hep atıfta bulundular. Temel kriterleri es geçmediler. Türk yargısının hastalıklı haline göre iyi bir sunum yapıldı. Bence bu süreçte mahkemeler de sınıf atladı. Bu hastalıklı yapıları yıllardır görmeyip, Ergenekon’la keşfedenler sanki Ergenekon yargı tarihinin en kötü davasıymış gibi yansıtmaya çalıştı. Hukuk kriterleri içinde en düzgün yargılama oldu diyebiliriz.Eğer mahkeme bu kadar kararlı olmasaydı, davada bugünkü noktaya gelinir miydi? Yoksa üstü kapatılır mıydı?İlk günden itibaren dinlemeye takılan şeyler var. ‘Savcı artık bu dosyayı bitirsin, kapatsın’ gibi. Hep baskı vardı mahkemeye. Kemal Kerinçsiz; Muzaffer Tekin, Ergun Poyraz gibi sanıkların ilk avukatıydı. Soruşturma ilerledikçe Genelkurmay’a, başsavcılığa, bakanlığa dilekçe gönderiyordu. Savcı Öz’ü şikâyet ediyordu. Daha sonra HSYK kaç defa savcıları almak istedi. Medya, HSYK ve yetkililerin açıklamalarına, sanık avukatların şikâyetlerine ve sanıkların saldırılarına rağmen mahkeme bu baskılar karşısında yılmadı, geri adım atmadı.Ergenekon’un aslında devlet birimleri ve bazı medya organlarınca bilinip, hiçbir şey yapılmamış olması neyi gösteriyor?Bu süreçte devlet yapısının mahkemeye çok yardımcı olduğunu düşünmüyorum. MİT ve istihbarat örgütlerinin yargıya yardımcı olmadığı görülüyor. Savcı ‘Ergenekon terör örgütünden haberiniz var mı’ diye soruyor. ‘Hayır’ diye cevap geliyor MİT’ten. Sonra MİT’e 2003’te Ergenekon şemasının geldiğini, o şemanın Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığa gittiğini biliyoruz. MİT bunları savcıdan saklamış. Bir yıl sonra ısrarla sorulunca gönderiyor. Yani çok kolay olmadı bu aşamalara gelinmesi. Gezi Parkı olayları sırasında yaşanan şiddet görüntüleri, Ergenekon’daki sokak eylem planlarının bir örneği gibiydi. Gezi’de olanları nasıl yorumluyorsunuz?Ergenekon’daki sivil eylem planlarıyla örtüşüyor ama şu var. Cumhuriyet mitinglerinin çalışma planının ADD’den çıkması, ‘Ordu Göreve’ diyen öğretim üyelerinin Cumhuriyet Çalışma Grubu’nun eseri olduğunu görüyoruz. Yani somut deliller var. Eğer Gezi’ye dair darbe ya da hükümeti yıkma olduğu yönünde bir iddia varsa, buna yönelik birtakım somut deliller çıkması lazım. Gezi’yi bugün Silivri’ye götürmek isteyenler var. TGB İşçi Partisi’nin kolu olarak alandaydı hep. Silivri’yi daha önce basanlar da onlardı. Dolayısıyla Gezi’nin içinde de böyle bir fraksiyon var. Bütün boyutlarıyla olmasa da, Ergenekon’un canlı olduğuna dair bir gösteriydi Gezi sonrasında yaşanan bazı olaylar.Savcı Öz, kahraman olmayı hak ediyor“Mahkemeler savcılardan daha çok yoruldu belki. Savcılar tutukluyor, sorguluyor, gönderiyor. Ama mahkemeler her gün o sanıkları görüyor, hakaretine maruz kalıyordu. Savcı Zekeriya Öz bu işi başlatan, elini taşın altına koyan ilk kişi. Bu yönüyle kahraman olmayı hak ediyor. Kimseye eyvallah etmeyen, rahat bir adam. Kanunlar ne diyorsa onu yapan, gerekirse üzerine giden gözü kara biri. Siyasi ya da bir çıkar hedefi yok. Bu yönüyle davanın büyük şansıydı. Dik durabilmesi çok önemliydi.”Zaman’dan 21 kişi hakim karşısındaydıkMahkemelerde çok fazla sözlü şiddete maruz kaldınız mı?Dava, gazetecileri otomatik olarak taraf yaptı. Bir gün haber yazıyorsunuz, ertesi gün bir sürü dava açılıyor. Tazminattan tutun da ağır ceza davasına kadar. Resmen haber yapmak ya da yapmamak arasında kalınan bir dönemdi. Her gün dava açılıyordu. Çok fazla trajikomik anılar var. Ergenekon adının konmasıyla bize açılan davalar da arttı. Hatta bir gün bizim gazeteden 21 kişinin aynı anda davası görüldü, aynı konu sebebiyle. İki yılda 75 dava açıldı. Hemen hepsinden beraat ettim. Gazetecilere dava açmak için görevli savcılar vardı. Bunlar sözlü şiddetten daha etkiliydi. Sadece fizyolojik olarak değil, psikolojik olarak da yoruyor. Sanık ve yakınlarının ‘bir gün biz çıkacağız, siz buraya gireceksiniz, hesap soracağız’ tehditleri oluyordu. Küfürleri söylemiyorum bile.Son altı yılınız yollarda geçti. Hiç Silivri’ye taşınmayı düşündünüz mü?Çok taşınan oldu. Gazeteci, avukat ya da sanık yakınlarından ama ben düşünmedim. Her sabah 6’da yola çıkıp, 100 kilometre Silivri’ye gidip akşam 10.30’da, 100 kilometre daha yapıp eve geliyordum. Bu son dönemlerde böyleydi. İlk günlerde 3-4 gün adliyede sabahladık. Ramazan’da nasıl sahur-iftar yaptığımızı bile hatırlamıyorum. ‘Buldun belanı, daha beter ol’ diyenler olduKısa bir süre önce üzücü bir kazada yakınlarınızı kaybettiniz. Şimdi nasılsınız?Yıllardır İstanbul’dayım, memlekete çok gidemediğim için her haziran kız kardeşim ve eşi beni ziyarete gelirdi. Bu yıl da gelip bir hafta kaldılar. Kitabın son zamanlarıydı. Sabah erkenden son düzeltmelerini, okumalarını yapıyordum. Sonra geziyorduk. Hayat o kadar ilginç ki, bir sabah kalkıp her şeyin altüst olduğunu öğreniyorsunuz. Benden ayrılıp memlekete dönerken trafik kazası geçirdiler. Üç yaşındaki yeğenim Alp ve babası hayatını kaybetti. Kız kardeşim de komadaydı. Kitabın nasıl çıktığını bile hatırlamıyorum şu an. İnanmazsan dayanmak, kabullenmek, yaşadıklarına, kaybettiğine rıza göstermek çok zor. Ama biz bu olayla Allah’ın mucizesine de şahit olduk. Kız kardeşim üç aylık hamileydi kaza geçirdiklerinde. Bebeğin yaşıyor olacağına kesinlikle ihtimal bile vermedik. Çünkü vücudunda ciddi hasarlar oluşmuştu. Ama Allah birini alırken, diğerine can vererek büyük bir imtihanı bizlere kolay kıldı. Twitter’da ‘Buldun belanı, daha beter ol’ diyenler oldu. Ama artık böyle şeyleri önemsemiyorum.
↧