İsrail ile Filistinliler arasında barış görüşmeleri önümüzdeki hafta başlayacak. İki ülke arasındaki ilişkileri en iyi bilen isimlerden Oslo Barış Süreci kitabının yazarı Euronews Türkiye Temsilcisi Dr. Bora Bayraktar’la barış umudunu, iki taraf arasındaki son durumu ve bölgeyi konuştuk. Karşımızda yabancı basının temsilcisi olunca Gezi’yi sormamak olmazdı.2010 yılında kesilen İsrail-Filistin arasındaki barış görüşmeleri önümüzdeki hafta yeniden Washington’da başlayacak. Umutlu musunuz?Barış görüşmeleri aslında fiilen ve resmen 2000’de bitti. Ondan sonra birkaç cılız deneme oldu. Amerikalıların pek etkili olmayan girişimleri oldu. Ama ben bu yeni başlayacak görüşmelerin de altının dolu olduğunu düşünmüyorum. Bence boşa çıkacak. Şu andaki mevcut bölgesel ve uluslararası güç dengelerinde bu sorunun adil ve barışçıl bir çözümü yok.Her iki tarafın da iki devletli çözüm isteği var. Peki çözümsüzlüğün temel sebebi nedir? Toprak paylaşımındaki anlaşmazlık mı?İsrail-Filistin sorununun özelliği salt toprak ve kaynak paylaşımı olmaması. Böyle olsaydı çoktan çözülürdü. Bu iki toplumun kimlik savaşı, varoluş savaşı. Birbirine karşı ‘ya hep, ya hiç savaşı’. Bu nedenle toprak paylaşımı ile çözüm mümkün olamıyor. Şöyle bakmak lazım. Taraflar Batı Şeria’dan Gazze’den ya da İsrail’in belirli yerlerinden toprak paylaşımı yapabiliyorlar. Fakat bazı yerler var ki bunun üzerinde tartışma bile yapılamıyor; El Halil gibi, Kudüs gibi.Her iki devletin başkentinin Kudüs olduğu çözümler var. Batısı İsraillilere, doğusu Filistinlilere…İsraillilerin Doğu Kudüs dediği şey Filistinlilerin Doğu Kudüs dediği şeyle aynı değil. İsrailliler bu meseleyi halletmek için Kudüs’ün sınırlarını genişlettiler. Kudüs ile hiç alakası olmayan uzak köyleri Doğu Kudüs diye Filistinlilere kabul ettirme niyetindeler. Filistin tarafı bunu görüyor ve kabul etmiyor. Dolayısıyla ‘iki devletli çözümü’ sözde herkes istiyor. Ama iş realiteye geldiğinde İsrail tam bağımsız bir Filistin devletini kabul etmiyor. Filistinliler de İsrail’in öngördüğü esir bir devleti kabul etmiyor.Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (solda) ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu.Bir Filistin devletinden İsrail’in anladığı nedir?Bir Filistin devleti olsun fakat sınırlarının güvenliği İsrail’de olsun, hava sahasını İsrail kontrol etsin. Yollarla bölerek bunun egemenlik alanını daraltsın. Yani İsrail tamamen kendi kontrolünde bir Filistin devletini kabul ediyor.Filistinliler mağdur durumdayken El Fetih ve Hamas arasındaki parçalanmanın sebebi nedir?Neticede bir iktidar mücadelesi var. Seçimlerde birbirine rakip partiler bunlar en başta. Gazze, Mısır; Batı Şeria da Ürdün’dür. Dolayısıyla bu ikisinin Osmanlı dönemi hariç siyasi bir birlikteliği hiç olmadı. İdeolojik bir ayrım var. Hamas siyasi İslamı önceliyor; El Fetih laik-milliyetçi ve Batı ile diyaloğa sahip. Türkiye’de kabaca El Fetih için CHP benzetmesi yapılıyor, bu çok hatalı bir benzetme. Eğer İslam açısından ya da Müslümanlık açısından bakarsanız El Fetih’in çok geri kalır tarafı yoktur. Örneğin sözde din adına yapılan intihar saldırılarını Hamas’tan, El Fetih’e kadar hatta Marksist Filistin Halk Kurtuluş Cephesi de yapmıştır. Kudüs konusunda hepsi çok hassastırlar. En önemli ayrılık noktası barış süreci ile ilgili. El Fetih ve FKÖ İsrail’in varlığını 67 sınırları içerisinde tanıyor ve müzakere ediyor. Hamas buna tamamen karşı görünüyor.Türkiye’nin iki tarafı barıştırma niyeti vardı...Türkiye’nin bunun için çok fazla enstrümanı yok. Türkiye’nin söyleminin Hamas’ın yanında olması El Fetih’in pek hoşuna gitmiyor. Çünkü Mahmud Abbas’ın iktidarı, Hamas Batı tarafından ambargolu olduğu için dış desteğe bağlı. Türkiye ise seçimleri kazandığı için Hamas’ın meşru iktidar olduğunu savunuyor. Ankara’nın tutumu Abbas’ı sıkıntıya sokuyor.İsrail bu anlaşmazlıktan memnun şüphesiz...Bu İsrail için bir nimet, çok iyi bir fırsat. İsrail’in tezi şu: Abbas Filistin’in tamamını temsil etmiyor. Gazze’de hükmü geçmiyor. Hamas zaten bir ‘terör örgütü’. Dolayısıyla muhatap olmadığına göre İsrail’in masaya oturmasına gerek yok. Kendi tek taraflı politikasını uygulamaya devam edebiliyor.Türkiye, İsrail ile Filistin görüşmelerinde nerede?Uzakta. Ben 2001 yılında Arafat’la karargahında görüştüğümde sordum bu soruyu. “İlk önce barışın bir numaralı sponsoru Amerika’dır. Sonra Arap Birliği gelir. Ondan sonra Avrupa Birliği gelir. Daha sonra Rusya gelir. BM gelir, dost ülkeler ve Türkiye gelir.” dedi. Arafat’ın algısı Türkiye’yi epey aşağılarda tutuyordu. Bugün baktığınız zaman Türkiye’nin rolü genellikle bu barış süreçlerinde kolaylaştırıcı ülke olarak tanımlanan statüye giriyor. Genel olarak doğrudan bir arabulucu olmasa da Türkiye son dönemde bunu yapmaya çalışıyor. Ankara özellikle El Fetih ve Hamas arasında bir ortak nokta bulunarak İsrail’in “Karşımızda muhatap yok.” sözünü elinden almak için çaba gösteriyor. Sayın Ahmet Davutoğlu bu konuya ağırlık veriyor. Mahmud Abbas’ın önümüzdeki hafta görüşmeler olacağı ile ilgili Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’ü araması geçmişe göre meseleye daha yakın olduğumuzu da gösteriyor.Mısır’da darbe oldu, Suriye malum, Türkiye seçim sürecine girecek. Bölgedeki mevcut konjonktür ne anlatıyor?Her şey İsrail’in lehine gibi gözüküyor ama şöyle söylemek daha doğru olur bu bir temkinli mutluluk. Çünkü Suriye konusu bir muamma. Esed’den sonra ne olacağı belli değil. O yüzden bilinen zayıflamış bir Esed, İsrail’in kuzey sınırını sessiz tutacak, orada çatışmaya müsaade etmeyecek bir Esed, İsrail için olumlu. Mısır’da Müslüman Kardeşler yerine Amerika ile iyi ilişkiler içerisinde, Mübarek çizgisinde, ordu denetiminde bir Mısır, İsrail için çok iyi bir gelişme. Irak’ta direkt İsrail’i hedef alan bir tehdit yok. Türkiye’de iç gündem daha baskın. Dolayısıyla son 1-2 ayda yaşanan gelişmelerden en kârlı çıkacak ülke İsrail gibi görünüyor, hatta İran diyebiliriz.İran..?İran, Suriye’de bir varoluş savaşı veriyor. Uluslararası toplumun baskısını iyice hissediyor yaptırımlardan dolayı. Fakat son birkaç aydan özellikle Suriye’deki rejimin toparlanması İran’ın da elini çok rahatlattı. İran, bir kere diplomasiyi çok yönlü ve yüzlü oynayan bir devlet.İran, diplomasiyi bizden daha mı iyi biliyor?Evet ya da hayır demek çok toptan bir yaklaşım olur. Tarihten gelen Acem anlayışını ve kültürünü bilmek lazım. Hiçbir zaman yumurtalarını tek sepete koymuyor. Bugün Suriye’de rejimle çok iyi olmakla birlikte rejimin gidebileceğini düşünerek Suriye muhalefetinde acaba kiminle konuşuruz diye araştıran bir ülke. İran için Suriye, oradaki gruplar, hepsi birer dış politika aracı. Yeri geliyor şu an iyice gündemimize giren PYD’yi de bile kullanabiliyor.Yanlı yayınların sebebi ‘fazla açılma boğulursun’ mesajıGezi olaylarında yabancı basın taraflı tutumu sebebiyle çok eleştirildi. Yabancı bir kanalın Türkiye temsilcisi olarak siz nasıl görüyorsunuz? Yaklaşık 20 yıldır dış haberciliğin içinde olunca sair bir olayda BBC ve CNN'in nasıl yayın yaptıklarını tahmin etmek kolay. Ancak CNN'in o günkü yayını hiç normal değildi. Böyle büyük bir olayda saat başına yayına girersiniz bir süre kalırsınız, ondan sonra çıkarsınız ve bir dahaki saat başında tekrar devam edersiniz. Normali budur. CNN bunu yapmadı. Kesintisiz yayında kaldı. CNN'in Amerika'daki merkezinde katıldığım bir toplantıda sahibi Ted Turner, CNN'in Amerikan dış politikası için çok önemli bir araç olduğunu, siyaseti etkilediğini ve bunu nasıl yaptığını şöyle anlatmıştı: ‘Go live, stay with it and make it important' (Canlı yayına gir, orada kal ve önemli hale getir.) Bence Gezi olaylarında da böyle bir abartma yaptılar. Onların abarttığı kadar olmasa da Gezi olaylarının büyük bir olay olduğunu da söylemek lazım. Bazı yerel kanalların çok sessiz durması niyet edilen amaca da hizmet etmedi.Sizce yanlı yayınların sebebi nedir?Benim tezim şu: Türkiye'nin Ortadoğu'da Amerikan politikalarıyla bazı noktalarda ayrıştığı malum. Türkiye'yi kısıtlamak, manevra alanını daraltmak istediler. ‘Fazla açılma boğulursun.' dediler bence.Euronews olarak siz nerede durdunuz?Euronews biliyorsunuz AB'nin resmi kanalı gibi ve çok uluslu bir yapısı var. Oradakiler de CNN'i izleyip ajanslardan gelen haberlerin etkisinde kaldılar. Bana çok fazla talep geldi 20 gün boyunca. Bir örnek vereyim yabancı kaynakların Türk Baharı benzetmesi onları etkilemişti. Böyle bir şey olmadığını Türkiye'nin bir demokrasi geleneği olduğunu, iktidarın ne olursa olsun seçimle değiştiğini, askeri vesayetin geri itildiğini anlattık.Arapça bilmekle Ortadoğu uzmanı olunmazKitabınız aynı zamanda doktora teziniz. Gazetecilik gibi yoğun bir işte doktoraya nasıl vakit buldunuz?Çok zor oldu. Bu arada iki tane de çocuk yetiştirdik. Gittiğim her alana makaleler götürüyordum. Kafada miğfer, üstümde yelek çok makale okumuşumdur. Biriyle röportaj yaptığımda iki tane de tezimle ilgili soru sıkıştırırdım (gülüyor).Türkiye’de yeteri kadar yeterli Ortadoğu uzmanı var mı?Yok ama Türkiye’nin son yıllardaki dış politika açılımları ile beraber bu boşluğun doldurulacağına dair bir umudum var. Yeni yetişen genç arkadaşlar var, bu sevindirici.Yıllarca Arapça bile bilmeyen akademisyen ve uzmanlar Ortadoğu’yu anlattıBu doğru, ancak Ortadoğu uzmanlığı ile ilgili en büyük yanlış anlaşılmalardan biri de bu. Bugün Arapça biliyor diye birçok insan Ortadoğu enstitülerinde çalışmalar yapıyor. Uluslararası ilişkiler bir disiplindir. Ve dili bugün İngilizce’dir. Bu disiplini iyi bilmek gerekir. Kişinin uluslararası ilişkiler perspektifine sahip olması ve analitik düşünebilmesi gerekir. Arapça çok büyük bir artıdır. Kaldı ki Arap gazetelerinde yazılanları birleştirip anlatmak uzmanlık değildir. Önemli olan sizin bakış açınız. Bölgenin tarihini bilmeniz. Bölgedeki aktörlerin dış politik önceliklerini bilmeniz ve buna yönelik değerlendirme yapmanız gerekir.l.kenez@zaman.com.tr
↧