Bir yerde kilitleniyor yol. Bütün sürücüler yolun henüz geçmedikleri bir kilometresinde gerçekleştiğinden eminler kazanın ve yeni bir güzergâh için yan yollara sapmaya çalışıyorlar.Küçük bir kaza yalnız işgal ettiği yolu değil, diğer yolları da felç ediyor. Birkaç dakikada alabileceğiniz mesafeyi birkaç saatte almanız hayal. Değil şoför, pilot dahi olsanız yolun açılmasını beklemekten başka yapacağınız bir şey yok. Direksiyonu ne şekilde çevirirseniz çevirin, gaza hangi şiddette basarsanız basın, vitesi hangi rakamda oyalarsanız oyalayın bir sürüngensiniz asfalta yapışmış. Bir iftar programına yetişmeye çalışırken aklımdan geçiyor bunlar. Üst üste telefonlar geliyor şoföre. Televizyon programı başlamak üzere, başladı, yarım saat geçti… Küçük bir kazanın kaderini tayin ettiği yolcular olarak hâlâ yoldayız. Arabamız homurdanmaya devam etse de olduğu yerde, izdihamın ağır ağır aşıladığı öğretide hızla mesafe alıyorum. İslam’ın temel ilkelerini ana yollar olarak görmeye başlıyorum o vakit. Bir de o yollara bağlanan ara yollar var. Mesela zekât ana yol, ara yol ise veriliş şekli. Cüneyd-i Bağdadi, tali bir yoldan işaret veriyor, buraya dönün, diye. Direksiyonu çeviriyoruz hiç düşünmeden. Cüneyd, sevenlerinin oluşturduğu bir halkanın merkezinde çirkin bir edayla kendisine uzatılan bir kese altını istemeyerek alıyor. “Al, müritlerine dağıt.” diyor, görgüsüz zengin keseyi verirken. Cüneyd, “Başka paran var mı?” diye soruyor adama. Yüzü ışıldıyor adamın; “Olmaz mı, hem de çok var.” diyor tereddüt etmeden. Cüneyd sormaya devam ediyor: “Daha fazlasına sahip olmak ister misin?” Adam, “İsterim elbette.” diyor neşeyle. Bunun üzerine Cüneyd, saatin o anına ve gelecek bütün zamanlara vuruyor mührü: “Bu keseyi de almalısın o halde. Görünen o ki, senin bu altınlara bizden daha çok ihtiyacın var!” Tekrar ana yola çıkmaya çalışıyoruz akışkanlık kazandığını umarak. Fakat değişen bir şey yok. Düğümün içinde incecik bir iplik olarak sürükleniyoruz. Çok geçmeden Ebu Ali er-Ruzbârî havaalanlarında uçaklara sallanan küçük bayraklara benzeyen bir bayrakla ara yollardan birinde yanıp sönüyor. Kaptan diyorum, bir de bu yolu denesek. Ebu Ali, önceki durağımızdan haberdar gibi kitabın orta yerinden konuşmaya başlıyor: “Fakir ve kimsesiz insanlarla anlaştım. Onların eline hiçbir şey koymayacaktım. Bir yere oturacak ve bütün paramı avucumda tutacaktım. Sonra fakirler önümden geçip avucumdaki paraları alacaktı. Bu şekilde yaptım, servetimin onlar tarafından alınmasını seyrettim. Amacım, elimin onların elinden altta olmasıydı. Elim hiçbir fakirin elinden yüksekte olmamalıydı.” Kaptan diyorum, bu bizim akıl erdireceğimiz bir iş değil. Biz en iyisi yine anayola çıkalım. Bir daha düşüyoruz fokurdayan kazana. Arabaların sürekli şerit değiştirmeleri kazanın görünmeyen bir sopayla karıştırıldığı hissini uyandırıyor. Bu yola çıkmak için meczup olmak lazım. Fakat biz kim meczupluk kim, bizi hakikat değil nefsimiz çekip duruyor. Yol akışkanlık kazanana kadar buharlaşıp gideceğiz. Harun er-Reşîd olmasak da yakamızdan tutup silkeleyecek bir meczuba ihtiyacımız var. Kaptan diyorum, son kez deneyelim ara sokaklardan birini. O da ne, aradığımız meczup bir devenin karşısında dikiliyor. Devenin üzerinde Harun er-Reşîd var. Behlül, “Uyan! Yeryüzüne uçsuz bucaksız sahip oldun/ Ülkeler esirin oldu da ne oldu sanki/ Yarın mezarın karnına girdiğinde/ Üstüne toprak serpilmeyecek mi!” diyor Abbasi halifesine. Harun er-Reşîd, “Güzel söyledin Behlül, başka bir diyeceğin var mı?” diye sorunca “Ey emir! Allah’ın rızık, yakışıklılık ve servet bahşettiği kullar, malını güzel harcar, harama yaklaşmaz ve Allah’tan korkarsa iyiler zümresine katılır.” cevabını veriyor. Halife, Behlül’ün sözlerini bahşiş almak için söylenmiş iltifat cümleleri saydığından olacak, “Biz senin borcunu ödeyeceğiz, emir verdik.” diyor, gülümseyerek. Behlül bu sözler üzerine sertleşiyor birden: “Ey emir! Dine karşılık deyn (borç, hediye, para) ödeme! Hakkı ehline ver. Kendine olan borcunu eda et!” Harun er-Reşîd, yumuşatmak istiyor Behlül’ü: “Biz sana bir lütufta bulunmak istemiştik, sana maaş bağlatılmasını emretmiştik!” Behlül’ün yüz hatları gevşemek şöyle dursun daha da sertleşiyor bu söz üzerine: “Hayır ey emir! Benim ecrimi ve maaşımı sana hayat ve mülk izni veren Yüce Allah verecektir. Senin parana ihtiyacım yok benim!” Kaptan, diyorum, ara sokaklarında ne defineler varmış bu şehrin. Elini çabuk tut. Behlül kesmeden önümüzü, ana caddeye çıkalım. Bak açılmış yol.
↧