Geçtiğimiz günlerde Brüksel’de düzenlenen bir toplantıda Sabah gazetesi yazarı Yavuz Baydar, Türkiye’de bazı gazetecilerin meslekleri ile politik aktivizmi birbirlerine karıştırdığını söyledi. Gezi Parkı olaylarında yaşananlar da bu tespitin bir kanıtıydı.Gazetecilerin objektif olması gerektiği iletişim öğrencilerine ilk gösterilen derslerden biridir. Ne var ki bu öğretiler derslerde kalır, hayatta karşılığı olmaz çoğu kez. Gazetecileri birkaç gün takip etmek dahi yeterli, bu kanıya sahip olmak için. Siyasi aktör gibi fanatik duruş sergileyenler, gerçeğin tamamını görmekten ya da göstermekten kaçınanlar, taraf tutanlar… Bu tutum neticesinde haliyle akıllara ‘Gazeteciler birer kanaat önderi midir?’ sorusu geliyor. Biz bu soruya cevap arayaduralım, geçtiğimiz günlerde Brüksel’de “Balkanlar ve Türkiye’de Medyanın Durumu” konulu bir toplantı yapıldı. Sabah Gazetesi yazarı Yavuz Baydar, toplantıda ilginç bir tespitte bulundu: “Türkiye’de bazı gazeteciler meslekleri ile politik aktivizmi birbirlerine karıştırıyor.” Haksız sayılmazdı, zira bunu kanıtlayacak sayısız olay vuku buldu ülkemizde.Haberciliğin siyasi bir eyleme dönüşmesinin hem ülkeye hem de gazeteciliğe zarar verdiği aşikâr. Zira Gezi Parkı olaylarında bazı gazeteciler, neredeyse bir eylemci gibi yabancı basına (özellikle BBC ve CNN International) demeç vermişti. Fakat bu bilgiler gün içinde ya da ilerleyen zamanlarda yalanlandı. Doğruluğu netleşmeyen haberler gerçekmiş gibi sunularak ve taraf tutularak yapılan açıklamalar epey tepki aldı.Kurultayda alkış tutan gazeteciler Benzer bir olay da Mayıs 2010’da CHP’nin 33. kurultayında yaşanmıştı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun salona girişinde kurultayı gazeteci olarak izleyen dönemin Hürriyet Gazetesi yazarları Oktay Ekşi ve Tufan Türenç’in sandalyenin üzerine çıkarak Kılıçdaroğlu’nu alkışladığı konuşulmuştu. Oktay Ekşi, iddiaları kesin bir dille reddederken, Tufan Türenç’in söyledikleri hayli şaşırtmıştı: “Olayın heyecanıyla farkında olmadan bir iki defa el çırpmış olabilirim ama bu kimseyi ilgilendirmez. Alkışladıysam alkışladım, çıktıysam çıktım kime ne? Kime hesap vereceğim?”Oysa ‘Türkiyeli gazeteciler için etik ilkeler’ maddelerinde gazetecilerin ‘kendi başına buyruk’ davranış sergilemeyeceği yazıyor: “Medya çalışanları siyasi bir parti veya özel çıkar çevresinin sözcülüğü rolünü üstlenmemeli, bunlara açık destek vermemelidir. Gazeteci belgeleri toplama, röportaj yapma ve haberi hazırlama esnasında kişisel fikirlerini ve ideolojisini askıya almalı ve tarafsızlığını korumalıdır. Gazeteciler, siyasi ve ideolojik görüşlere sahip olsalar da, bu görüşler habercilik süreçlerine dâhil olmamalıdır. Kişisel fikirlerin veya siyasi inançların haberlerde yeri yoktur.”Gazeteci muhalif değildir, siyasette muhalefet vardırGörünen tablo bu iken, söz konusu hikâyenin kahramanları, yani günümüz gazetecileri ne düşünüyor dersiniz? Gazeteci-yazar Alper Görmüş, ‘muhalif’ pozisyona sahip bir gazetecinin, ‘muhalif’ pozisyona sahip bir siyasetçi gibi hareket edeceğini söylüyor. Yani aslında onaylamadığı, kendisine yakın bulmadığı siyasi iktidarı alaşağı etmek üzerine odaklanabilir. Bu da tıpkı bir siyasi muhalif gibi, hakikatin bu amaca hizmet etmeyeceğini düşündüğü yönleri görmezden gelmesi sonucunu doğurur. Böyle bir pozisyonun, temel görevi kamuoyunu bilgilendirmek olan gazetecilik mesleğiyle bağdaşmayacağı açık. Sabah Gazetesi yazarı Yavuz Baydar da Alper Görmüş ile hemfikir. “Gazeteci muhalif değildir, siyasette muhalefet vardır. Gazeteci eleştireldir, kuşkucudur, aykırı olanı da görmesi gerekir. Aramızdan önemli bir kesimin iktidar veya muhalefet üzerinden kendini hizalamasını, haber ayıklayıcılığı yapmasını, her şeyi ya kapkara ya da bembeyaz göstermesini yadırgıyorum.” diyor. Baydar, Türkiye Gazeteciler Sendikası haricinde meslek sorunlarına odaklı bir gazeteci örgütünün olmamasını da eleştiriyor. Gazetecilerin Kemalist, solcu veya iktidar yanlısı kimlikleri, mesleğe dair kimliklerinden daha çok önemsediklerini, hatta bunu Basın Konseyi denilen kuruluşun yapmasının da manidar olduğunu söylüyor.Aksiyon Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Bülent Korucu ise bu konuda biraz daha esnek. Gazetecinin siyasetten arındırılmasının mesleğin doğasına aykırı olduğunu söylüyor. Yeter ki şeffaf biçimde tarafını açıklasın. Bu anlayıştaki gazeteciden zarar gelmez. Korucu’ya göre, gazetecinin ne yaptığından ziyade nasıl yaptığı önemli. Manipülasyon yapmıyor, gerçeği tahrif etmiyor, sütununu ya da programını kışkırtma amaçlı kullanmıyorsa problem yok.Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, konuya biraz daha farklı açıdan yaklaşıyor. Merkezde tutulması gereken konuların; gazetecinin nefret söylemi üretmemesi, savaş ve darbe çığırtkanlığı yapmaması ve şiddete özendirmemesi olduğunu savunuyor. İnceoğlu’na göre aktivist gazetecilerden daha zararlı olanlar, siyasal aktivizm yapmayan ama masa başlarından sürekli hedef gösteren, nefret kusan tetikçi gazeteciler.Eleştirel gazetecilik, muhalif gazeteciyi ‘kesmez’Alper Görmüş (Gazeteci-yazar): ‘Muhalif gazetecilik’ kavramı, bütün fiyakasına rağmen ‘dördüncü güç’ün oynaması gereken demokratik rolü karşılayabilecek bir kavram değil. Doğru kavram, gazetecinin ‘eleştirel’ olmasıdır. Bu da, bir durumu, bütün yönleriyle okurun dikkatine sunma sorumluluğuna ve ahlakına tekabül eder. Kamuoyu, ancak böyle bir gazetecilik sayesinde ‘hakikat’in bütün bilgisine sahip olabilir. Ne var ki, kamuoyu adına giriştiği bütün anlama ve anlatma çabalarında olduğu gibi, iktidarlar ve hükümetler söz konusu olduğunda da aynı sorumlulukla davranmayı öneren eleştirel gazetecilik, muhalif gazeteciyi ‘kesmez’... Adı üstünde, o ‘muhalif’tir. Bir de ‘düşmana karşı gazetecilik’ var. Benimsemediği bir siyasi iktidarı ‘imha’ etmeye yönelik bir tavrı ima eder ki, bu da ‘muhalif gazetecilik’e rahmet okutacak bir siyasi pozisyondur. Türkiye o kadar kutuplaşmış bir ülke ki, bu hâl, gazeteciliğine sık sık bu iki anomali biçiminde yansıyabiliyor.Sorun ‘tarafsız’ amigolardaBülent Korucu (Aksiyon Dergisi Genel Yayın Yönetmeni): Bizde politikanın müptezel bir iş olarak algılanması, bazı meslek erbabının kendini ‘siyaset üstü’ olarak konumlandırma çabasına yol açıyor. Gazeteciler de bu algıyı paylaştığı için kendilerini siyaset üstü görme eğiliminde. Katılımcı demokrasi, toplumun bütün kesimlerinin siyasi aktivizmini gerekli kılıyor. Siyasi aktivizmi sadece partiler ve parlamentolardan ibaret görmek de doğru değil. Aktüel bir siyasi gündemle ilgili tavır belirlemek ve bunu kamuoyu ile paylaşmak suç değil, gerekliliktir. Türkiye’de sorun tarafsız görünümlü amigolardan kaynaklanıyor. Mesela bir gazeteci Gezi Parkı’nda çadır kurup eyleme destek verebilir, yeter ki manipülasyon yapmasın. Siyasi tavır ayrıdır, fanatizm ayrıdır. Fanatizm boyutunda sadece siyaset değil, yemek yazarlığı bile zararlıdır, eleştiriyi hak eder. ‘Menemenden başka yemek tanımıyorum’ demekle ‘benim gibi düşünmeyenler yok olsun’ demek arasında fark yoktur bu açıdan.Berbat bir siyasîleşme var!Yavuz Baydar (Sabah Gazetesi): Türkiye’de bazı gazetecilerin meslekleri ile politik aktivizmi birbirine karıştırdığı, Gezi olaylarında iki şekilde tezahür etti. Biri, haberi görmemek ve yayınlamamak şeklinde oldu. Diğerini ise daha çok sosyal medyada gördük. Bazı meslektaşlarımız, siyasi meşreplerine yenik düşerek, sosyal medyada dönen teyit görmemiş veya düpedüz kışkırtma amaçlı mesajların büyüsüne kapıldı. Bunları yaydıkça güvenilirliklerine gölge düştü, umursadılar mı bilmiyorum. Hem bireysel hem de örgütler olarak berbat bir siyasileşme, saflaşma var. Hepsi bir siyasi duruşa göre ve diğerlerine göre kendi safını tutmuş vaziyette. Kemalist, solcu veya iktidar yanlısı kimlikler, mesleğe dair kimliklerden daha çok önemseniyor. Mesela Basın Konseyi dediğimiz kuruluş. Haber eleştirisi yerine, gidip Hatay’da sahte bir fotoğrafın peşine düşüp iktidarı karalamayı vazife edindi. Bunun birçok örneği var.Ülkemizde aktivizm, terörizm gibi algılanıyorProf. Dr. Yasemin İnceoğlu (Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi): Uluslararası gazetecilik kuruluş ve örgütlerinde gazetecilik mesleği ile aktivizm arasında ayırım yapılması öneriliyor. Gazeteciler siyasal aktivist olmamalı derken muhabir ve köşe yazarı ayırımına da dikkat çekiliyor. Ülkemizde aktivizmin terörizm gibi algılanması da başka bir sorun. ‘Aktivist’ değiştiren, dönüştüren kişidir ama bu eylem; devirmek, darbe yapmak gibi algılanma riski taşıyor. Burada gazetecinin uyması gereken ilk şart; kişiselleştirmemek, şiddete özendirici yayın yapmamak ve ‘Etik gazetecilik yöntemi nedir?’ sorusundan kaçınmamaktır. Gezi olaylarında barışçıl eylemlerin polis müdahalesiyle şiddet olaylarına dönmesi sonucunda iktidarın tutumuna karşı çıkan gazeteciler siyasal aktivizm yapmakla eleştirildi. Aynı tartışma akil insanlar gündeme geldiğinde de yapılmıştı. ‘Gazeteciler akil insan olmak suretiyle mesleki rolleri ve bireysel özgürlüklerini askıya almak zorunda kalabilirler’ demiştik.
↧