Robert De Niro, Kirli Oyun filmiyle yeniden sinemaseverlerin karşısında. Bugüne kadar onlarca karakteri canlandıran usta oyuncu, eli kanlı gangsteri de oynadı, yeteneksiz komedyeni de. Karakterleri öyle farklı kıldı ki onu çoğu zaman sağ yanağındaki benden tanıdık.Sanatın içine doğan çocuklar vardır ya, onlardan birisi Robert de Niro. Annesi ressam, babası şair, heykeltıraş. Sıra dışı bir çocuk değil, tam aksine sessiz, sakin; biraz içe kapanık, biraz utangaç. İki yaşında anne-babası ayrılır, sanat çevresinde birçok ünlü isimle ahbaplık eden annesinin yanında büyür. ‘Küçük İtalya’ denecek kadar İtalyanların ağırlıklı olarak yaşadığı Manhattan sokaklarında oynamak yerine annesinin atölyesinde boyalarla bir şeyler karalamayı tercih eder, kitaplarla konuşur… Belirli periyotlarda babasını görür De Niro. Sık sık stüdyosuna gider, yaptığı resimlere modellik yapar. Tahta bir sandalyenin üzerinde kıpırdamadan saatlerce durmak hoşuna gitmez tabii. Anne-babasının elini tutup sinemaya gitmek, Broadway’in ihtişamlı müzikallerini izlemek ister tekrar tekrar. Yanına sadece birini de alsa gider. Dev perdede ölümsüz kahramanları izler, dev sahnede konuşan hayvanları, bulutu, ayı, yıldızı…10 yaşına bastığında gözünü sahnede açar De Niro. İlk oyunu, Oz Büyücüsü. Bohem yaşamak konusunda birbiriyle yarışan anne-babasının ortamlarından sıyrılmış, utangaçlığını üzerinden atmıştır. Pırıl pırıl görünür ışıkların altında. Annesi onu izledikten sonra sanat okuluna yazdırmak ister, şehrin en ünlü sanat merkezlerinin kapısını çalar. Ancak erkendir onun için. Soluk rengi yüzünden arkadaşlarının Süt Bobby (Bobby Milk) diye seslendiği De Niro’nun sokaklarda kirlenmesi gerekiyordur; parmakları çamura bulanmalı, çocuksu kavgaların bir parçası olmalıdır. Böylece sokağın dilinden konuşan, hayatın içinden karakterler çıkaran bir oyuncu olabilir ancak. Aile içindeki bütün itirazlara rağmen (Babası bu dönemde Fransa’ya yerleşince en büyük muhalefet ortadan kalkar) mahalle mektebinde okur, Süt Bobby lakabını zihinlerden silip atar.16 yaşına geldiğinde oyunculuk eğitimi almaya karar verir De Niro. Dramatic Workshop’a yazılır. Oyunculuğa başlayacağı tiyatro, sıradan değildir. Kimler yoktur ki oradan mezun olan: Marlon Brando, Al Pacino, Meryl Streep, Mark Ruffalo… Sonrasında sadece yetenekli olanların eğitim alma fırsatı bulduğu Actor’s Studio’da Stalle Adler’e çıraklık yapar, oyunculuğuna zenginlik katar. Son durağı da burası olur. Okulu bitirir bitirmez sahnelere çıkmak, filmlerde oynamak ister. Broadway’in küçük salonlarında kendini gösterip büyük prodüksiyonların parçası olmaya çalışırken farklı kostümlerle çektirdiği 25 fotoğrafını oyuncu seçmelerinde, yapımcıların dosyalarının arasına sıkıştırır. Kısa bir süre sonra istediği olur, Three Rooms in Manhattan’da küçük bir rol kapar. İsmi geçmese de oyuncular listesinde kurduğu ilişkiler, dikkat çeken oyunculuğu yeni filmlerin kapısını aralar.Robert de Niro’ya ödül getiren ilk film, lenf kanseri bir beyzbolcuyu oynadığı Bang The Drum Slowly. New York Eleştirmenleri En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülü, hayatındaki kırılma noktalarından birini oluşturacak rolü getirir ona. Mean Streets’teki performansı beklentilerin altında kalsa da kendi gibi İtalyan kökenli yönetmen Martin Scorsese ile kurduğu sağlam dostluk zirve yolculuğunda büyük bir mesafe kat ettirir.De Niro’yu sinema sektöründe görünür kılan film ise God Father II (Baba). New York’ta yaşayan İtalyan bir mafya ailesinin hikâyesini anlatan filmde De Niro, aynı ekolden gelen arkadaşı Al Pacino ile geçer kamera arkasına. Filmde öyle bir performans sergiler ki başrol oyuncusu kadar iz bırakır zihinlerde. Sonrası malum. Oscar’da En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülü alır, esas oğlana terfi edip onlarca unutulmaz karaktere can verir. Taksi Şoförü’nün yeri başkaRobert De Niro’nun kariyerinde Martin Scorsese’nin önemli bir yeri var. Mean Streets’te iyi bir diyalog kuran ikilinin beraber imza attığı birçok proje bulunuyor. Taxi Driver (Taksi Şoförü), Mean Streets (Arka Sokaklar), The King of Comedy (Komedyenler Kralı), Raging Bull (Kızgın Boğa), Casino öne çıkan yapımlar. Gerçek hayattan esinlenerek çekilen filmlerin çoğu mafya hikâyeleri üzerine kurulu. Sıkı Dostlar’da Henry Hill adındaki gerçek bir gangsterin yaşamı üzerinden mafya dünyasındaki hiyerarşi anlatılıyor, Casino’da mafyanın dikkatini çeken usta bir spor bahisçisi, Kızgın Boğa’da boksör Jake LaMotta’nın başarı ve hüzün dolu hikâyesi...De Niro, arka sokakları biliyor olmanın avantajını kullanarak vasat bir filmi bile izlenilir kılmayı başarıyor. Komedyenler Kralı’nda canlandırdığı ünlü olmaya çalışan yeteneksiz komedyen rolü oyunculuk yelpazesinin ne kadar geniş olduğunun göstergesi. Hangi filmi daha özel derseniz, Taksi Şoförü ve Kızgın Boğa bir adım önde. Hayata tutunamayan bir taksi şoförünün şizofren bir ruh haline bürünüşünü ete kemiğe büründüren De Niro’nun Taksi Şoförü’ndeki performansı unutulmaz. Filmi izleyen hemen herkesin ayna karşısına geçip ‘Benimle mi konuşuyorsun?’ diyerek kendi kendine konuşmasını normal karşılamak gerek. Bir boksörün zirveye çıkış ve çöküş macerasına değinen Kızgın Boğa’nın sinema tarihine geçmesi için De Niro neler yapmadı ki? Film için 30 kilo aldı, New York’ta amatör boks maçlarına çıktı, bir hayli hırpaladı bedenini. Ortaya neredeyse kusursuz diyebileceğimiz bir performans çıktı.De Niro’nun gişede beklenen ilgiyi görmeyen filmleri de var. Bunlardan biri New York New York (1977). Martin Scorsese’nin Taksi Şoförü’nden sonra çektiği, yönetmenin doğduğu şehirde geçen müzikal, gişede hayal kırıklığı yaşattı. Film orijinalinde 153 dakikaydı, yapımcıların ısrarıyla 136 dakikaya düşürüldü. Sonra Liza Minnelli’nin Happy Endings kısmı eklenip 163 dakikaya çıkarıldı tekrar. Filmi görünür kılmaya yönelik pratik çözümler işe yaramadı, 14 milyon dolarlık bütçesini ancak çıkardı. Scorsese uzun süre bunalımdan çıkamadı.Baba filminde Al Paçino (altta) ile beraber.Kızgın Boğa’da 30 kilo almıştı.Taksi Şoförü’nün setinde dostu ve yönetmeni Martin Scorsese (sağda) ile.
↧