Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi eski doktorlarından Latif Ruhşat Alpkan, anılarını kitaplaştırdı. Cahili sayıldığımız ve deli, kaçık, meczup ve divane diye yaftaladığımız dünyadan bize haber veriyor. Sahi dışarıda birbirini yiyen bizler daha mı akıllıyız?Deli dedik, deli. Tabii ki yaftaladık. Bize yıllar önce çizilen o katı, sert kalıpların, kolayca sığıverdiğimiz gömleğin bütün ruhlara da uygun düşeceğini zannettik. Dünyaya geldiğimiz andan itibaren bize altın tepsilerde ikram edilen o şerbeti içiverdik de, her kim teklifi reddederse deli oldular gözümüzde. Biz nasıl ve nedendir bilinmez bu ritüele herkesin itaat etmesini bekledik. Terbiyecilerin bir parmak işaretine kaldı her şey. Deli ile devletli bildiğini işler dedik ama bir bildiği var mıdır aklımıza getirmedik. O kalıplara doğru itelendik durduk. Yaka paça olduk bizimle gelmeyenlerle. Ve yerli yerine koymayı beceremeyince, hep şu nida yer buldu aramızda: “Yemin ediyorum bu adam deli.” Halbuki, Hollandalı seyyah ve filozof Erasmus neden övgüye layık görüyor onu, neden “Kendi doğal halinde bulunan hiçbir varlık bahtsız bir meczup olamaz.” diyordu? Nerede yanlış yaptığımızı kimse söylemesin. Uzatmaya gerek yok sözü, Peygamber’e (sas) de mecnun demediler mi? Biz Fuzuli’den kimleri dinledik? Akla sığıştıramadığımız her türlü muhayyile deli olduğundan, pek çok suiistimale uğramadı mı bu kelime? Nerede öyleyse bu deliler? Bu huniyi de kim koydu kafamıza?Hatıralar sarmış dört bir yanımıUzun yıllar Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde görev yapan psikiyatrist Dr. Latif Ruhşat Alpkan, yazdığı yeni kitabıyla kapalı kapılar ardındaki bu dünyadan manzaralar sunuyor. Küçük hikâyecikler ve anılardan oluşan kitap, Bakırköy Akıl Hastanesi’nden Anılar ismini taşıyor. Dr. Latif Ruhşat’ın günlük sohbet tadında kaleme aldığı öyküler, anılar, tarihe not düşecek anekdotlar, deli diyerek yaftalanan hastaların dünyasından neşeli ve nükteli kesitler sunuyor. 1983 yılında adım attığı Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde dile kolay tam 32 yıl geçirmiş ve 2011’de başhekim yardımcısı olarak ayrılmış. Hastane’de çalışan doktorlarca çıkarılan Aura adlı dergi için kaleme alınan anılar, tarihi araştırmalar ve izlenimlerini yazan uzman psikiyatrist, filmler, karikatür ve fıkralarda çizilen deli portresinden çok öte bir dünyaya götürüyor okuyucuları. Hikâyenin seyrine ve dalınca onlar mı deli diyebileceğimiz onlarca tatlı anının toplandığı bu kitap, aralarında hastanenin tanınmış konuklarından Neyzen Tevfik, Afife Jale’nin de bulunduğu ve aslında her mahallenin bir ferdi olan divaneleri konu almış.Yarım kalan o heykelBakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, dil müktesebatımıza girmiş büyük bir müessese. Öyle ki “Bakırköy’e yatırmışlar.” dendiği vakit, kişinin hangi hastalıktan muzdarip olduğu bu edebi kelamla anlaşılır. Yeşilçam filmlerinden de aşina olduğumuz gibi Bakırköy denince akla gelen ilk obje elbette hastanenin bahçesindeki havuza nazır Düşünen Adam heykeli. Ünlü heykeltıraş François-Auguste-René Rodin tarafından 1878-79 yıllarında yapılan eserin bir benzeri hastane bahçesine de yapılmış. Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi bahçesine düşünen adam heykeli inşa etmek ne kadar iğreti ise, akıllara kazınan o heykelin yapılış hikâyesi de acaip. 1951 yılında hastanenin misafirleri arasında bulunan Bakırköylü heykeltıraş Kemal Künmat tarafından başlanılan heykel, heykeltıraşın inadı yüzünden tamamlanamamış. Askeri taş ocağından binbir güçlükle getirilerek bahçeye konulan mermeri yontmaya başlayan sanatçı, yarıya gelince ben paramı isterim, deyip işini yarıda bırakmış. Ödenek ayrılmadığı için vereceği parası da bulunmayan hastane yönetimi ne yapıp ettiyse ikna edememiş Künmat’ı. Başhekim, bu işin böylece heba olmaması için hastalar arasına haber salmış, ‘İçinizde heykeltıraş var mı?’ diye. Altı ay geçtikten sonra hastaneye psikotik depresyon içindeki bir subay getirilmiş. Yarıda kalan heykelin sağ kolu bu şekilde yapılmış.Binbir halet-i ruhiyeOkuyan Us Yayınları’ndan çıkan Bakırköy Hastanesi’nden Anılar kitabı ayrıca bir doktorun hastalarla nasıl bir ilişki kurduğu noktasında örnek bir portre çiziyor. Öyle ki Dr. Latif Alpkan muayenesi bitmiş ve taburcu ettiği hastalarıyla muhaveresini hiç bitirmemiş. Tedavi süresi bittikten sonra dahi onları kendi ofisine çağırıp dertleşiyor, nabızlarını yokluyormuş. Çekmeceleri hastalarından aldığı kartpostal ve mektuplarla dolu. Kitabın içinde dikkat çeken bir bölüm var ki, neşeli üslubu bir kenara bırakırsak gerçekten düşündürüyor. Girişte yaptığımız teşbihte bir hata olmasın, fakat insanların en ufak bir insani ihtiyacında dahi başkalarına muhtaç olmasının ne büyük bir nimet olduğu ortaya çıkıyor. Bununla beraber kendindeki garip durumları fark edip doktora liste ile sunan, mutat bir şekilde uğrayıp arzularını ileten, neşeli hareketleri ile hastaneye gelip tedaviden sonra somurtan ve taburcu olmayı amaç edinen şairlere kadar onlarca kişi gelmiş geçmiş oradan. Kapsayıcı bir nazar ile bakıldığında İstanbul’un başka bir mahallesi diyebileceğimiz hastaneye, özellikle yazar ve senaristler de gözlem yapmak üzere geliyormuş.Şiir yarışması ve hastanenin şairiHastanenin en kıymetli konukları arasında bir zümre var ki elbette ilk bakışta hemen fark ediliyor: Şairler. Onlar ile dışarıdakiler arasında göz ucu kadar bir mesafe olsa da o mahalle teşrif edip gelmişler. Dr. Latif R. Alpkan’ın onlara karşı hep ayrı bir ilgisi ve düşkünlüğü olmuş. Söz üstatları karşısında önünü iliklemek, boyun bükmek ve saygı göstermek elbette bir erdem. Başta hastane yönetimi olarak, şair hastalar için çeşitli etkinlikler düzenlenmiş. Bunların en başında her baharda düzenlenen şiir yarışmaları. Dertleri, şiire nazıma ayrı usulle döküldüğünü fark eden doktorlar öyle ki onların şiirlerini içeren bir dergi çıkarmış. İçerdeki bu rekabet öylesine artmış ki doktorların isimlerinden akrostiş yapan hastalar çıkmış içlerinden. En güzel şiirleri besteleyip “Düşünen Şarkılar” adında bir müzik albümü bile çıkarmışlar. Hastaneye ait anılar ve çeşitli tarihi vesikalar, bugün hastanenin bahçesindeki müzede sergileniyor.‘Çöpçüler’in sözleri alıntı mı?Erkin Koray’ın 70’li yılları kasıp kavuran ve şimdi bile ilk günkü tazeliğiyle dinlenen kült şarkısı Çöpçüler’i kim bilmez ki? Melodisi ve güftesiyle akıllara yer etmiştir. Dr. Latif Ruhşat Alpkan, kitabın ‘Körolası Çöpçüler’ bölümünde, bu sözlerinin vakti zamanında hastanede kalmış eski bir hastaya ait olabileceğini dile getirmiş. Her bahar hastaların marifetlerini sergiledikleri şiir yarışmalarının düzenlendiğini hatırlatan Dr. Alpkan’ın eline, bu şiirlerin derlenip yayınlandığı ‘İnilti’ adlı bir kitap geçer. Şiirler yayınlanmıştır yayınlanmasına fakat; ne ilginçtir ki şairlerin isimleri yazılmamıştır. Meçhul şairler isimlerinin sadece baş harflerini yazmaya tenezzül etmişlerdir. Çöpçüler şarkısının sözlerini kaleme alan Ali Toprak, bu şarkıyı 1970 yılında yazdığını ifade etmiş. Halbuki kitapta 1963 yılında yazılan bir şiir şöyledir:Aşkımı DüşürmüşümŞarkı söyledim hece hece,Fazla içtim de dün geceCaka yaparken sokaklardaAşkımı düşürmüşümSabahleyin adım adımYolları hep aradımKörolası çöpçüler Aşkımı süpürmüşlerFakat ne zararı varBir kopyası, o kızda varHakkımı ararım yineGider belediye reisineDerim, senin işgüzar çöpçülerAşkımı süpürmüşler.33 B Servisi’nden N.C.Osmanlı devrinde Toptaşı Bimarhanesi avlusundan bir kare. Hastalar gramofon eşliğinde dans ediyorDikiş atölyesinde çalışan hastalar...Hastanenin montaj atölyesinde rehabilitasyon...1980 yılına kadar şartlar oldukça kötüdür. Aşırı yoğunluk nedeniyle hastalar, demir parmaklıklı bakımsız koğuşlarda kalmaktadır.
↧