Quantcast
Channel: ZAMAN-PAZAR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Şairin yaşı

$
0
0
Yalnız onu çeker, şairi; başkasının yanından yürüyüp geçtiği şeyler hızla. Yalnız onu, çocukken de çekiyordu; uçurtmasını rüzgârın yırttığı zamanlarda. Kırmızı kiremitlerinin üzerine yağmur yağdığı tahta bir evde.Kırık ayaklı bir at ileri geri sallanırken odalarında güzel aslanların güldüğü. Sonra bir Cezayir atına dönüştüğü tahta kısrağın o salınımda, çünkü Cezayir’de atların gördüğünü kimse görmedi. Bahçenin en yalnız köşesinde ağzında küçük bir leke olan çocuğun annesinin öldüğünü de. Fakat yine de yaz geldi ve kiraz ağaçları dallarını o lekeli dudaklara yaklaştırdılar. “Ölürken kiraz koymalı ağızlara” diye düşündü çocuk. Büyüyüp de çocuk kalmanın bir tehlike olduğunu sezdi, büyüyüp de çocuk kalamamanın.Yalnız onu çekti, şairi; başkasının yanına uğramadığı şeyler hızla. Gece yarılarından sonra çıkıp samanyoluna bakarak çocukluğunu uzatmak isteyen çocuklar büyüdü. Büyük bir göçün hışırtısıyla boy atarken kitap ve kanaryalarını yanlarına almayı unutmadılar. Yapı aralıklarından bakmayı öğrenmişlerdi, bu bakışı hiç unutmadılar. Nereye baksalar at nalı bir mıknatısın göz kapaklarını titrettiğini gördüler. Titreyen bir göz kapağı ne resimler biriktirmiştir, kimse bilmez. Eskimoların nasıl ısındığını cehennemde, yalnız o bilir.Şair, bando mızıkayla geçerken önünden milyonlarca resim, yalnız o bilir; her şeyin bir kere daha yanlış olduğunu. Kokuları bile kıpkırmızı olan güllerin ne işi olduğunu çiçekçilerde.Yalnız o çekti, şair; başkasının yanından umursamaz geçen şeyleri hızla. Yeşil bir yaprak gibi mesela ayı gökten. Ateş dansından bir kadını, yanmış saçlarıyla poz veren bir şaire. Arıları bir cennet mührü gibi çekti kovanlardan uğultuyla. Şam ve Bağdat’ı çekti haritalardan kırklara karışan mesela. Fecri çekti alnını koyarken yere kaynayan tarihten. Orucu çekti sarraflardan gümüş topuklarını dokundursun diye kalbine. Leylayı mesela leylakların gün doğuşu ürperişinden. Ellerini çekti denizin dibinden kadının, ellerinden belli olmasın. Kuklaları o kıpkırmızı perdeden, kukla olmadıkları besbelli. Pingpong masasından topları çekti tak tak tak, aniden başladı yağmur. Çeşmeleri çekti ayın tarihini ezbere bilen, doğuyla konuşmak için mütercim. Ve bir göktaşı gibi çekti dünyasına yedinci oğlu, altı oğlunu Batı’ya kurban etmiş bir babadan. Göğün gürlemesi ondan sonradır. Şairin “Bu dünyada olup bitenlerin/ Olup bitmemiş olması için/ Ne yapıyorsun” demesi ondan sonra. Gök gürültüsünü çekip bir anıt yapması,“Artık bu dünyanın enineBu dünya yüksekliğinceBu dünyanın derinliğineKendimi bir avuç buğday gibiÖfkeyle direnerek ve güvenerekSavurabilirim” demesi ondan sonra.Mısralar fışkırıyor her yerden, Sezai Karakoç seksen yaşında. Şairin yaşından bize ne, şairin yaşı mı var! “Artık ben gideceğim, ata eğer vuruyorlar,” demesine bakma, hiçbir şair gidememiştir. Bunu görebilmek için yapı aralıklarından bakmak gerek. Yağmurun iyi ve doğru yağmadığını bilmek, karşılıklı yağmadığında. “İyi ki bilmiyor kalabalıklar, yağmura bakmayı cam arkasından.” Bilselerdi topraktan portakal buğusu yükseldiğini göreceklerdi her sağanaktan sonra. Güneşin turuncu silgisiyle sildiğini balkonları binalardan.Sezai Karakoç seksen yaşında. Şairin yaşından bize ne, şairin yaşı mı var! Ben hiç yaşlı şair görmedim. Kandan elbiseler giyen bir şair gördüm dipdiriydi. Kılcal damarlarımıza kadar nüfuz etti, dipdiriydi. “Konuşmuyoruz/ Kelimelerini aldı gitti…” O sustukça şaşırıyorduk. İçerliyorduk bizi aramamasına. O sustukça kırılıyorduk. Tam söz söylenecek zamandı. Oysa kapatmıştık telefonlarımızı sürekli arıyordu o. Diriliş alanından çıkmıştık şairin, sürekli arıyordu. “Çeşmelerden telefon ederim ben/ Sebillerden türbelerden/ saray toz ve dumanlarından/ Alınyazısından…”Sezai Karakoç, alınyazısından arıyor bizi. Meşgul çalıyor telefon. İşlerimiz bitmiyor bir türlü. Ajandalarımızda boş yer yok. Açabilseydik şöyle diyecekti: “Diriliş, bir düşüşten çıkış ve kurtuluştur. Acı deneylerden sonra, varoluşun gerçek anlam ve amacına dönüştür Diriliş. Diriliş İslam ruhunun yeniden insanlığa dönüşü, sürekli dönüşü demektir. O ruh olmadan düşünce, o ruh olmadan eylem kısa bir süre sonra kurumaya başlar. Sırtımızda yapısına taş taşıyacağımız, alın teri katacağımız tek anıt budur. Sustuğumuzda da konuştuğumuzda da…”Sezai Karakoç seksen yaşında. Şairin yaşından bize ne, şairin yaşı mı var! Yaşlılar çok konuşur, Sezai Karakoç çok susuyor. Kandan elbiseler giymiş yürüyor dipdiri. Dudakları oynuyor yürürken, dudakları kuru. Bir çeşmeden telefon ediyor, dudakları kuru. Alınyazısından ulaşamadı bize, dudakları kuru. Evleri balkonsuz yapan mimarların alnından öpmeye gidiyor. Koşa koşa gidiyor, hayır, öpme alınlarını şair! Evleri balkonsuz yaptı mimarlar evet, yer kazanmak için, çocuklar düşmesin diye değil!

Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Istediginiz bir saatte uyanabilirsiniz


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue