“Ben resmimi hem yıkarak hem de yıkayarak yaparım. Böylece biçim, içerik birbirinin içine girer. Akarak, eksilerek, yok olarak yeniden varolur...”
Yukarıdaki sözler, resimde 50. sanat yılını kutlayan Habip Aydoğdu'ya ait. Türkiye'de ve dünyada “Habip Kırmızısı” ile tanınıyor. 1974'te Nusaybin'de askerlik yaparken boya bulamayınca askeriyede mühür basmak için kullanılan kırmızı ıstampa mürekkebi sanatçının imdadına yetişiyor ve yıllar sonra adıyla özdeşleşen renk ortaya çıkıyor. Habip Aydoğdu, Ankara Batıkent'teki atölyesinde çalışmalarına devam ediyor. Suriyeli ünlü şair Adonis ile yapacakları kitap üzerine yoğunlaşmış durumda: “Arap dünyasında şiir Adonis'ten önce ve sonra diye ikiye ayrılır.” diyor. Bu yüzden oldukça heyecanlı.
Atölyedeki çalışmalarında en büyük destekçisi ise eşi Fikriye Hanım. Boyaların hazırlanması ve sonraki temizlik aşamasında asistanlık yapıyor. Sergi ve organizasyon işlerini de Fikriye Hanım üstlenmiş durumda. Sömestir tatili için ziyaretine gelen torunu Çınar ise dedesinin çalışmalarını değerlendirirken oldukça acımasız. “Dedecim resmini anlıyorum ama şu imzanı değiştirsen.” diyor.
Habip Aydoğdu, insana ve insani durumlara karşı son derece duyarlı. Bu yönelim sayesinde zihninde ve kalbinde biriktirdiği duygular, özgün bir tuval olarak yansıyor. Resimlerini yaparken içerik ve biçim olarak önceden düşünüp planlamıyor; atölyesinde tuval karşısında defalarca çalışarak oluşturuyor. Resimlerini içine sinene kadar (en çok da Fikriye Hanım'ın beğenisini kazanana kadar) defalarca yapıyor, bozuyor, tekrar yapıp tekrar bozuyor. Hatta -kendi deyimiyle- bazen bozmamak için kendini dışarıya atıyor.