Quantcast
Channel: ZAMAN-PAZAR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Ben buradayım sevgili okuyucum sen neredesin acaba?

$
0
0

Oğuz Atay, modern Türk edebiyatının büyük romancılarından şüphesiz. Yazdıkları, yaralara şifa oluyor mu bilinmez ama yorgun sesiyle sanki bugünü anlatmaya devam ediyor. Otuz sekizinci vefat yıldönümünde ‘tutunamayan' yazarı okuma kılavuzu ile selamlıyoruz.

Başlıktaki sual, ‘Korkuyu Beklerken' kitabındaki ‘Demiryolu hikâyecileri-bir rüya' adlı son öykünün, son cümlesi. İki tarih var hemen altında: 23 Haziran 1976/26 Eylül 1977. Peki, Oğuz Atay, ünü kendisiyle yarışan bu sözü ne zaman söyledi, işte orası biraz flu! Gerçek olan bir şey varsa onun modern Türk edebiyatının büyük adamlarından biri olduğu. 1934 yılında Kastamonu'nun İnebolu ilçesinde dünyaya gelir. Yani ‘şapka devrimi'nin yapıldığı yerde, Atatürk'ün “Bu serpuşun adına şapka derler.” dedikten dokuz sene sonra... İlk romanı ‘Tutunamayanlar'ın geçtiği Ankara, yazarın Kastamonu dışına ilk çıkışıdır, okumak için. Ankara Maarif Koleji'nden sonra İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'ni bitirir. Ardından Yıldız Teknik Üniversitesi'ne öğretim üyesi olarak atanır ki, buraya kadar saydığımız mektepler, onun yazın dünyasını şekillendiren yerlerdir. Otuz altı yaşına geldiğinde, büyük projesi addedilen ve vefatından ötürü yazamadığı “Türkiye'nin Ruhu” kitabının belki de önsözü sayılabilecek ‘Tutunamayanlar'ı yollar TRT Roman Yarışması'na. O, elde ettiği birincilikle dikkatleri üzerine çekmenin yanı sıra Türk edebiyatı için yeni bir dönüm noktasını olur. Berna Moran'ın ifadesiyle, Türk romanında bilinçli olarak ilk postmodern deneme ona aittir. Tutunamayanlar'dan sonra, ömrünün kalan yedi yılında, yedi eser verir. 1977'nin Aralık ayında beyin kanamasından vefat eder, 43 yaşındadır. Oğuz Atay'ın eserlerinden hangi afili cümleyi seçseniz, hayatı hakkında fikir verir. Lakin şu söz, yazarın yalnızlığını heykel gibi yonttuğu anları aydınlatmıyor mu sizce de? “Beyler! Burada oyun oynamıyoruz, acı çekiyoruz.”

Tutunamayanlar: Bu yol nereye çıkar Olric?

Oğuz Atay, meslek olarak Halid Ziya'yı kendisine yakın bulduğunu söyler, “… tutunamayan, hayat karşısında genellikle hayal kırıklıklarına uğrayan insanların durumunu vermiştir.” Atay, Selim Işık ve Turgut Özben'in başka dünyalara ait hayatlarını kaydeder ama en çok da kendi ömrünü, satır aralarına... 724 sayfa olduğundan hemen herkesin başlamaya niyet ettiği, başladığı, sonra birkaç kere daha yeniden başladığı, bitmeyen bir kitaptır. Kim bilir belki yazarı onu da böyle kurgulamıştır. “Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim.” diyen Atay, Türk aydınıyla hesaplaşır aslında. Anlaşılamamanın getirmiş olduğu tecridi günbegün duyar ruhunda. O uzun anlatısının bir yerinde şöyle konuşur: “Kafatasımın çok inceldiğini hissediyorum. Yürürken çok dikkat ediyorum. Bir yere çarparsam sanki dağılacak. Camdan bir kafanın içinde ağır bir beyin, başımı taşıyamıyorum.”

Tehlikeli Oyunlar: Beni dalgınlıklar mahvetti albayım!

İkinci romanını 1973'te, yani ödülden iki yıl sonra yayımlar. Olaylar, daha baştan “Sanırım bu romanın kahramanı da tutunamıyor.” diye tarif ettiği Hikmet Benol'un etrafında şekillenir. “Ben duygulu ve romantik bir insanım anlıyor musun?” sözü, Oğuz Atay'ın sesidir. Ve devam eder konuşmasına: “Aklımın içini örümcek ağları sardı; kafamın sandalyelerinde elbiseler, gömlekler, çoraplar birikmeye başladı; kurduğum hayaller, bir bekâr odasının dağınıklığına boğuldu. Düşüncemin duvarlarına resimler asmak istediğim halde bir türlü olmadı. Belirli noktalara biriken eşya, odamın çıplaklığını daha çok ortaya çıkardı.”

Bir Bilim Adamının Romanı: Saçı ve sakalı uzun olan şairler filozof sanılıyordu

Yazarın, İTÜ İnşaat Fakültesi'nden hocası Prof. Dr. Mustafa İnan'ın yaşam öyküsünü sunan bu roman, biraz ısmarlama olduğundan külliyatı içinde en az okunan kitabıdır. Lakin sonradan yazacağı “Türkiye'nin Ruhu”na göndermelerin olması hasebiyle önemlidir. Mesela, şu cümlelere dikkat: “Bu rüzgâr, 1930 yıllarında da bütün gücüyle esiyordu. Aceleden, yeni kılıklar Batı'dan ithal edilirken, kafaların ithali unutulmuştu ya da gümrüklerden çekilmemişti. Saçı ve sakalı uzun olan -biraz uzun tabii- şairler filozof sanılıyordu. Tarih, dil ve sosyoloji gibi konularda biraz fikri olanlar -ya da fikri varmış gibi görünenler- bilgin olarak saygı görüyordu. Böyle bilginler de biraz vakit geçince, artık olgunlaşmıştır düşüncesiyle hemen profesör yapılıyordu. Bilimsel aşamaların akademik bir çalışma sonunda, belirli düzeyde eserlerle geçileceği hiç akla gelmiyordu.”

Korkuyu Beklerken: Tozlu da olsa tanıyor insan kendini

Hikâyelerinden mürekkep bu kitap, biyografisi hakkında detaylı pasajlar içerir. Anlattıklarını, kendi sorunlarını çözememiş, toplumun acımasızca dışladığı lümpenlerin dolaştığı olumsuz kahramanlar meydana getirir. “Pencereye yaklaştım, başımı yukarı kaldırarak gökyüzüne baktım. Ay oradaydı. Bildiğim ay. Hayır, ben adam olamazdım.” Hele hele ‘Babama Mektup' adlı öyküsü, yazarın trajedilerini saklar. Altı ve yedinci dönemler Sinop, sekizinci dönem Kastamonu CHP milletvekilliği yapmış babası Cemil Atay'a geç kalmış bir açıklamadır bu. “Demek ki senin köylü tabiatın bana miras kalmış babacığım: Medeniyeti sevmiyorum. Bu günlere yetişebilseydin, sen de benim gibi televizyondan nefret ederdin sanıyorum. Ben senin çıktığın köye dönmek istiyorum; yani, sonradan görme deniz özlemcileri gibi kıyıda balıkçılarla filan sohbet etmek istemiyorum.”

Oyunlarla Yaşayanlar: Hayat nerede bitiyor, ölüm nerede başlıyor?

Oğuz Atay'ın tek tiyatro kitabı ‘Oyunlarla Yaşayanlar', emekli tarih öğretmeni Coşkun Ermiş'in Napolyon piyesleri yazmasıyla başlar. Yazar, aslında aslen Asyalı olan; fakat Batılı gibi davranan Türk aydınının ‘oyun'uyla alay eder. Ve bu hal, bir diyalogda şöyle resmedilir: “Oyun nerede bitiyor, hayat nerede başlıyor, hiç anlamıyorum. Hayat nerede bitiyor, ölüm nerede başlıyor?”

Eylembilim: Bir insan, özellikle benim gibi bir insan ne zaman yazmaya başlar?

Kızı Özge Atay olmasa, belki bu tamamlanmamış roman, hep kuytularda kalacaktı. Aydınlanamamış aydınları taşlar bu romanında, kapitalist topluma yetenekli olduğunu göstermek için üniversite okuyanları tiye alır ve “Kimse kendi kişiliği ile profesör olmaz.” der.

Günlük:Üçkâğıtçılıkla ne devrim olur ne de ümmet-i İslam kurulur

Vefatından on sene sonra okuyucusuna ulaşır bu saklı hazine. Türk aydınıyla hesaplaşmasına burada da devam eder: “Bu insanlardan artık Türk halkı bir şey beklememeli. Üçkâğıtçılıkla ne devrim olur, ne de ümmeti İslam kurulur. Bunlar ‘çürüyen et, dökülen diş' gibidir. Bayrak yaptıkları inançlarına rağmen, aslında inançsızdırlar. Kim hangi kapıdan ekmek yiyorsa, o kapının kulluğunu etmektedir.”


Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Istediginiz bir saatte uyanabilirsiniz


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue