İbrahim Cerrah'a göre bir güç odağı, iktidarın zaaflarını kullanarak polis teşkilatının dürüst ve işinin uzmanı olan kadrolarını dağıtmak istedi. Tecrübeli emniyetçi, bu sürecin asıl aktörünün siyasi iktidar olmadığını söylüyor.
Prof. Dr. İbrahim Cerrah, tecrübeli bir emniyetçi. İngiltere'de master ve doktorasını tamamladı. Yaklaşık 25 yıl Polis Akademisi'nde öğretim görevlisi olarak görev yaptı. 1995'ten 2008'e kadar Polis Akademisi'nde Güvenlik Bilimleri Enstitüsü müdürlüğünü yürüttü. Başta New York polisi ve FBI olmak üzere ABD'li polislere üç yıl eğitim verdi. Cerrah, yakın zamana kadar Emniyet Genel Müdürlüğü Etik Komisyonu üyesiydi. 17 Aralık sonrasında meslektaşlarına yönelik kıyıma tepki göstererek görevinden istifa etti. Hukuk Etik Siyaset Araştırmaları (HESA) başkanı da olan Cerrah, tırmanan terör olaylarıyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Tecrübeli emniyetçi ile görüştüğümüzde Ankara'da terör saldırısı olmamıştı.
Yetişmiş kadroların tasfiye edilmesi Emniyet Teşkilatı'nı nasıl etkiledi?
Türk polis teşkilatı, 17-25 Aralık öncesine kadar dünyanın en profesyonel ve başarılı teşkilatları arasındaydı. 17-25 Aralık büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonları bahane edilerek bu profesyonel teşkilat tahrip edildi. Siyasi iktidarın takındığı tutum gösterdi ki amaç sadece bu operasyonun intikamını almak değildi. Bir güç odağı iktidarın zaaflarını kullanarak Türk polis teşkilatının işinin uzmanı ve aynı zamanda satın alınamayacak kadar dürüst olan kadrolarını dağıtmak istedi. Özellikle polis istihbaratı sistematik kumpaslar ile itibarsızlaştırılarak siyasi iktidar MİT'e mahkûm edildi. Yaşanan terör saldırılarında da görüldüğü üzere MİT dış ve iç istihbaratta acziyet içinde olduğu gibi terörle mücadelede yetersiz kaldı ve bu işin altında ezildi.
Bu sürecin aktörü kimdi?
Bu sürecin asıl aktörü siyasi iktidar değildi ve olmadı. Ben ne siyasi iktidarın ne de MİT ve Hakan Fidan'ın Oslo sürecinin karar verici aktörü olduğuna inanmıyorum. Oslo sürecini başlatan güç odağı AKP iktidarını ve Hakan Fidan'ı taşeron olarak kullandı. Polis teşkilatının tasfiye edilmesi ve Polis Akademisi'nin kapatılmasının Oslo'da PKK ve Öcalan'a verilen sözler arasında olduğu söyleniyor.
Oslo süreci sonrasında sadece Güneydoğu'da görev yapan emniyet müdürleri değil AKP kurucuları arasında yer alan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, zamanın istihbarat dairesi başkanı ve daha birçok üst düzey istihbarat yetkilisi bu süreçte görevden alındı. PKK lideri Öcalan adeta AKP hükümetinin eş başbakanı gibi çalıştı, bakan ve bürokratları görevden aldırdı. Öcalan'ın istekleri iktidar tarafından tek tek yerine getirildi ama PKK verdiği sözleri tutmadı. Hükümetin bakanları, Başbakan'ı ve Cumhurbaşkanı'nın kendi ağızlarıyla itiraf ettikleri gibi bir terör örgütü koskoca bir devleti aldattı.
MİT'in çözüm sürecindeki rolü masum bir aldanmadan mı ibaret?
Kimse beni çözüm sürecinin terörü bitirmek gibi bir iyi niyetle başlayıp, masum bir aldanma ile sonlandığına ikna edemez. Hakan Fidan ile PKK ve MİT gibi konularda o kadar şey paylaşmışız ki! Hakan Fidan gözümün içine bakarak bana “Çözüm sürecinde PKK beni ve MİT'i aldattı!” diyemez. Kaldı ki öyle bile olsa, süreci yürüten kişi siyasi iktidarın çok güvendiği MİT ve Hakan Fidan idi. Her şeyden önce Hakan Fidan'a yüzlerce kişinin canına mal olan ve ülkeyi iç savaşın eşiğine getiren bu aldanmanın hesabının sorulması gerekmez miydi? PKK, ne Başbakan'ı ne de Cumhurbaşkanı'nı doğrudan aldatmadı. PKK ile görüşen ve başında Hakan Fidan'ın olduğu istihbaratçı ekip aldatıldı. Bu basit ve masum bir aldanma gibi görünmüyor. Basit bir aldatılmaya indirgenen bu sözde barış sürecinde PKK terör örgütü şehirlere yerleşti ve silah stokladı. Ülke bir iç savaş ve bölünme noktasına geldi. MİT ve Hakan Fidan'ın bu süreçte masum bir aldanmanın kurbanı olduğuna inanmak fazla saflık olur. Çözüm sürecinde örgütün stokladığı silahları görmezlikten gelmenin sorumlusunun polis istihbaratı ve MİT olduğu gibi aynı zamanda siyasî; iktidar olduğu da açıktır. Hakan Fidan'ı yaklaşık 35 yıldır tanıyorum. Bu sıradan bir tanışıklık değil. Zaman zaman ailecek görüşmüş, hem ev ortamlarında hem de kendi makamında birçok özel ve hatta gizli konuyu paylaşmışızdır. Bugün yaşanan birçok olayı Hakan Fidan'dan duyup öğrendiğim bilgiler doğrultusunda değerlendirmek durumundayım.
ERDOĞAN RÜŞVET ALAN BAKANLARDAN HABERDARDI
Ne tür bilgiler bunlar?
Örneğin, Gül ile Erdoğan arasında Gül'ün cumhurbaşkanı olması sürecinde başlayan sorun ve sürtüşmeler, 17-25 Aralık operasyonuna adı karışan 4 bakanın bu tür işlere karışıp karışmadığı ve Erdoğan'ın bunu çok önceleri bildiği gibi bazı konular. Hatta kabinede adı henüz rüşvet ve yolsuzlukla hiç anılmayan hangi bakanların rüşvet ve yolsuzluk içinde olduğu ve Erdoğan'ın da yıllardan beri bundan haberdar olduğu gibi daha birçok şey sayılabilir.
Kısacası 17-25 Aralık'ta ortaya saçılan 4 bakan hakkındaki rüşvet ve yolsuzluk iddialarını duymak beni hiç şaşırtmadı. Ben onları ve hatta daha fazlasını yıllar önceden hem de haberin kaynağından duyuyor ve biliyordum zaten. Ben Erdoğan'ın, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu, siyaseti aklama ve temizleme fırsatı olarak değerlendireceğini umuyordum. Beni asıl hayal kırıklığına uğratan şey Erdoğan'ın bu kişilere sahip çıkarak kendisini şaibe altına sokmasıydı.
BÖCEK OLAYI POLİSE KUMPAS OLABİLİR
Tutuklu polisler konusuna değinen Cerrah'a göre bugün polisler hakkında iddia edilen suçların birçoğu gerçekten işlenmiş bile olsa tutuklamayı gerektirmeyen (sadece disiplin soruşturmasına konu olacak türden) ihmal veya kusurlar. “Gerçekten tutuklamayı gerektirecek bir suçları olduğuna inanılıyorsa o zaman bu belgelenir ve iddianameyle ortaya konulur.” diyen Cerrah, hukukun meşru sınırlarının aşıldığını, masum insanlar üzerinde yargısız infaz yapıldığını düşünüyor.
Cerrah, “Teröristler, uyuşturucu kaçakçıları ve hırsızlarla işbirliği yapılarak polislerden şikâyetçi olmalarını istemek gibi hukuk ve ahlak dışı yollara başvurulduğunu görüyoruz. Meşru bir iktidar kendi memuruna ve vatandaşına kumpas kurmaz ve suç üretmeye çalışmaz.” diyor. İstihbarat teşkilatları arasında her zaman bir çekişme olduğuna dikkat çeken Cerrah, bu çekişmenin bir teşkilatın diğerini itibarsızlaştırmak için kumpas kurması boyutuna varmaması gerektiğini anlatıyor.
Cerrah, “Şahsen, Başbakan'ın çalışma ofisine böcek yerleştirme olayının da polise yönelik bir kumpas olabileceği endişesini taşıyorum. Kaldı ki, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile yaptığım görüşmelerden birinde onun polis istihbarat birimlerinin varlığından çok rahatsız olduğunu bizzat işittim ve müşahede ettim.” açıklamasında bulunuyor.
‘FAİLİ MEÇHUL CİNAYETE KURBAN GİTMEKTEN ENDİŞELİYİM'
Cerrah, arabasına her bindiğinde son dualarını okuduğunu, kontağı öyle çevirdiğini anlatıyor. Hatta zaman zaman ailesini güvenli bir noktada bekletiyor, arabayı çalıştırdıktan sonra onları alıyor. Cerrah “Bir zamanlar abi-kardeş olduğumuz Hakan Fidan'ın MİT müsteşarı olduğu, yine bir zamanlar kendisine dua ettiğim ve bazı konuşmalarından duygulanıp ağladığım Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede maalesef faili meçhul cinayete kurban gitme endişesi taşıyorum.” şeklinde konuşuyor.
‘ÜST DÜZEY POLİSLER TEDİRGİN'
Emniyet'in mevcut halini de değerlendiren Cerrah, polislerin siyasilere karşı ciddi bir güven kaybı yaşadığını dile getiriyor. Bu süreçte siyasi iradenin baskılarıyla hukuksuz işlere alet olan üst düzey polislerin gergin ve tedirgin olduğunu kaydeden Cerrah'a göre bazı siyasilerin açıklamaları sebebiyle sorumluluk asker ve polise yükleniyor. Bu da bir korku ve panik havasını beraberinde getiriyor.