Dünyanın dört bir yanından, dünyanın dört bir yanına göç edip duruyor insanlar. Kimi ekonomik sebeplerle, kimi daha iyi bir hayat için, en acısı da can korkusundan. Bu muazzam göç dalgasının tam ortasında yer alan Türkiye'nin son yüzyılında şahit olduğu göçlere göz attık. Ortaya şöyle bir sonuç çıktı: Mazlumlar yeni bir hayat umuduyla göç ediyor, kimi o umuda kavuşuyor, kimi de yüz yıl süren bir acıyla baş başa kalıyor.
İbn-i Haldun, yüzyıllar önce ‘coğrafya kaderdir' demiş. Savaşlar, açlık, zorla yerinden etmeler nedeniyle yurtlarından koparılanlar, yeni bir hayat umuduyla çıkıyor yola. Afrika'nın Eritre'sinden Asya'nın Myanmar'ına, Ortadoğu'nun karışık coğrafyasından Kafkasya'daki Türk cumhuriyetlerine kadar onlarca ülkeden Batı'ya doğru bir ‘nehir gibi' göç ediyor insanlar. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre, dünyada şu an itibarıyla 45 milyona yakın insan ya ‘umut yolculuğu'nda ya da mülteci kamplarında belirsizlik içinde bekliyor. Çoğu, vardıkları ülkelerde sokaklarda, köprü altlarında, harabe ve yıkıntılarda hayat mücadelesi veriyor. Türkiye, dünyadaki muazzam göç dalgasının tam ortasında bir ülke. ‘Stratejik konumu' buna elverişli. Son yüzyılda kendi içinde Balkan göçleri, mübadele, 6-7 Eylül olayları gibi toplu göçlere maruz kalan Türkiye, 90'lı yıllardan itibaren ise Doğu ve Güneydoğu'da yaşanan çatışmalar nedeniyle bir göç dalgası daha yaşadı. İran-Irak savaşında da Irak'tan kaçan binlerce kişi Türkiye'ye sığındı. Suriye'de 4 yıl önce başlayan iç çatışmalardan dolayı milyonlarca insan çevre ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Resmi rakamlara göre 2 milyonun üzerinde Suriyeli, Türkiye topraklarına sığındı. Terör örgütü IŞİD'in Irak'ın Şengal bölgesini işgali sonrası yüz binlerce Ezidî; de güç bela kendini Türkiye topraklarına atabildi. Suriye sınırında Suruç'un karşısında bulunan Kobani'den yine yüz binlerce sığınmacı geldi. İşte Balkan göçlerinden başlayarak günümüzde de ara vermeden devam eden ‘Türkiye'ye göçün 100 yıllık' hikâyesi…
AYLARCA TREN GARINDA YAŞADILAR
Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'daki topraklarını kaybetmesiyle bu geniş coğrafyada yaşayan Türkler de ‘anavatan' belledikleri Anadolu'ya dönmeye başladı. Yunanistan ve Bulgaristan'daki yüz binlerce insan evlerini terk ederek Türkiye'ye yöneldi. Karşılıklı husumet o kadar arttı ki, Edirne ve Kırklareli gibi şehirlerde yaşayan Bulgarlar ve Rumlar da Balkanlar'a sevk edildi. Makedonya'dan 250 bine yakın Türk çıkarılırken, buna karşılık Trakya bölgesindeki Rum ve Bulgar nüfus Osmanlı topraklarından çıkarıldı. Yunanistan ile Osmanlı Devleti, 1 Temmuz 1914'te bir anlaşmaya vararak karşılıklı mübadeleyi kabul etti. Bu süreçte gelen 1 milyona yakın insan Anadolu'ya, çeşitli köylere yönlendirilerek iskân edildi. Atatürk'ün manevi kızı Afet İnan'ın anılarında anlattığı gibi, Sirkeci Garı'nda binlerce kişinin aynı anda kalma sı ve burada aylarca konaklaması sonucu zaman zaman tren seferleri aksadı. 1989 yılına kadar Balkanlar'dan 2,2 milyon kişinin geldiği tahmin ediliyor.
‘ÖTEKİ'NİN GÖÇÜ
1955 yılında cereyan eden 6-7 Eylül olayları tarihimize hazin bir sayfa olarak eklendi. İstanbul'da ve diğer şehirlerde yaşayan on binlerce Rum Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı. Geriye kalan Rumlar ve Yunan uyruklular da bundan birkaç yıl sonra 1964 yılında Kıbrıs Harekâtı'nın ülkede oluşturduğu ortamdan çekinerek gemilerle, trenlerle Türkiye topraklarından gitti. Geriye ise çoğu yaşlı olmak üzere sadece 3 bin kişi kaldı.
KIRSALDAKİLER ‘TAŞI TOPRAĞI ALTIN' ŞEHRE HÜCUM ETTİ
1950'den itibaren taşrada Türkiye'nin merkezi kabul edilen İstanbul'a yoğun göçler yaşandı. İç nüfus iş ve aş için büyük şehirlerin yolunu tuttu. İstanbul 40 yılda 2-3 milyondan 15 milyonluk devasa bir nüfusa ulaştı. Benzer bir iç göç hareketi de 1990'lı yıllarda yaşandı. Doğu ve Güneydoğu'da yaşanan çatışmalardan kaçan milyonlarca kişi, şehirleri ve köyleri boşaltarak İstanbul Mersin, Adana, Malatya'ya yerleşti.
UMUDA YOLCULUK HİÇ BİTMEDİ
İran-Irak arasında 80'li yılların sonlarına doğru yaşanan savaştan kaçan yüz binlerce kişiye de Türkiye kapılarını açtı. Yıllarca kamplarda yaşayan bu sığınmacılar, sonraki yıllarda ülkelerine geri döndü. Şah dönemi İran'ından 1 milyonun üzerinde muhalifin bu ülkeden kaçtığı belirtiliyor. Bunların önemli bir kısmı Türkiye üzerinden ya yasal yollarla ya da kaçak olarak kendini Avrupa'ya atabildi. Afganistan ve Pakistan'dan her yıl kaçan binlerce kişinin de uğrak yeri Türkiye. Kaçakçılara binlerce dolar ödeyip kamyon kasalarında deyim yerindeyse ‘kapağı Türkiye'ye atan' mültecilerin bir kısmı ucuz işlerde çalışarak hayata tutunmaya çalışıyor. Bir kısmı yakalanıp sınır dışı edilirken, önemli bir kısmı da deniz yoluyla Avrupa'ya geçmeye çalışıyor. Bu geçiş esnasında denizlerde kazalara kurban gidenlerin hikâyeleri bu yaz daha çok düştü ülke ve dünya gündemine. Her gün batan teknelerde can veren mülteci fotoğrafları ve o fotoğrafların barındırdığı acıklı hikâyeler düşüyor ajanslara. Yunanistan ve İtalya gibi ülkelere varabilenler kendilerini şanslı sayıyor. Sadece 2014 yılında Ege Denizi'ni geçerek kaçak yollarla Avrupa'ya gitmek isteyenlerden “kurtarılanlar”ın sayısı 10 bini geçti.
VE SURİYELİLER AKIN AKIN GELİR…
‘Arap Baharı' denilen süreç Ortadoğu'yu altüst etti. Mısır, Tunus, Cezayir gibi ülkelerde sokaklar karıştı, rejimler kısmen veya tamamen değişti. Ancak bunların hiçbiri Suriye'deki kadar kanlı ve uzun sürmedi. 2011 yılında barışçıl gösterilerle başlayan iç çatışmalar, 200 bine yakın insanın ölümüne neden olurken yaklaşık 6 milyon kişiyi de evinden etti. Resmi rakamlara göre 2 milyonu aşkın Suriyeli kurtuluş çaresi olarak Türkiye topraklarını seçti. Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa başta olmak üzere Mersin, Adana, Kahramanmaraş, Malatya, Kayseri, Eskişehir, Ankara ve İstanbul'a yüz binlerce göçmen yerleşti. Sınır illere kurulan çadır kentlerden ayrılan Suriyeli sığınmacıların önemli bir kısmı yukarıda belirttiğimiz şehirlerde metruk binaları, köprü altlarını ya da kentsel dönüşüm için boşaltılan gecekonduları mesken tuttu. Güvenlik sorununu da beraberinde getiren bu durum ise en çok ‘ucuz iş gücü' arayanlara yaradı.
‘Yankı' bebeğin yankısı
Dünya o bebeği ‘Aylan' olarak tanıdı. Oysa Kürtçedeki kullanımı ‘Alan'dı ve anlamı da ‘Yankı'ydı. Yuvası yıkıldığı için ailesiyle birlikte ‘yeni bir yuva' umuduyla yola çıkan Alan Kurdî;'nin minik cansız bedeni, bindikleri teknenin batması sonucu Bodrum kıyılarına vurdu. Suriye'deki iç savaşa, göçmenlere, milyonlarca sığınmacıya göz yuman dünya, bir anda minik Aylan'ın fotoğrafıyla sarsıldı. Fotoğraf dünyanın vicdanında ‘yankılandı'. Başta Almanya olmak üzere pek çok ülke, göçmen kabul edeceğini açıkladı. Türkiye üzerinden yüz binlerce Suriyeli kimi yaya, kimi araçlarla, kimi kaçak yollarla Avrupa'ya doğru aktı, akıyor. İki milyonun üzerinde Suriyeliyi ağırlayan Türkiye, dünyadaki göç hareketlerinin tam ortasında yer aldığı için dünyanın göçmen kabul etmesinden memnun. Edirne ve Esenler Otogarı'nda Avrupa'ya geçmek için bekleyen binlerce Suriyelinin her gün televizyon ekranlarından, gazete manşetlerinden vicdanlarımıza konuk olduğu bugünlerde, Türkiye'nin son yüzyılında şahit olduğu göçlere göz attık. Ortaya şöyle bir sonuç çıktı: Mazlumlar yeni bir hayat umuduyla göç ediyor, kimi o umuda kavuşuyor, kimi de yüz yıl süren bir acıyla baş başa kalıyor.