İstanbul'un sebzesi, meyvesi ya yurtdışından, iyi ihtimalle de Anadolu'dan geliyor. Her şeyin ilaçlısına, hormonlusuna alıştık. Domatesin, yeşilliğin hasını yemek isteyenler içinse henüz düşmemiş bir kale var.
İstanbul'da yeşil alan bulmak, samanlıkta iğne arama işine dönüştü artık. Devir, Gezi Parkı, Validebağ Korusu, Kuzguncuk Bostanı gibi son kaleler için yapılan mücadeleler devri. Etrafımızı betonlar, otoparklar, yıkılan inşaatlar, onların yerine yapılan daha çirkin inşaatlar sardı. “Çengelköy'ün hıyarının, Yedikule'nin marulunun tadı da eskisi gibi değil” diyecektik ki İstanbul'un orta yerinde, Yedikule'den Topkapı'ya uzanan surların dibindeki tarlaları hatırlayıverdik. İstanbul'un çiftçileri burada, yaz günü bile tarla domatesine hasret kaldığımız şu günlerde organik sebze yetiştiriyor. Kimi mahsulünü pazarcılara satıyor kimi yol kenarından geçen ya da uğrayan müşterilerine…
İlaçsız, bol suyla yavaş yavaş büyüyorlar
Memleketin birçok yeri gibi, surların etrafındaki bostanlar da molozlaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış. Bir kısmı imara açılıp yıkılmış zaten. Lakin şu sıralar gündemden dolayı kimse çiftçiler ve sıra sıra tarlaların derdinde olmadığı için şimdilik rahatlar. Akıbeti belli olmayan, vaktinde Osmanlı saraylarına sebzeler yetiştirmiş bostanlarda elimizi kolumuzu sallaya sallaya gezerken oradakilerle de sohbet ediyoruz. Güneşin alnında çalışmasına rağmen sorularımızı cevapsız bırakmayanlardan biri Şevki Kaplan. ‘Helvacı' dediği arkadaşı İbrahim amca ile beraber kuzukulağı toplarken rastlıyoruz onlara. Tarlalarında domates, pazı, soğan da var. İlaç kullanıyorlar mı, diye sorduğumuzda, topladıkları ‘ganimet'lerden henüz olmamış domateslere kadar cömertçe ikram etmek istiyorlar. “Git bir lezzetine bak, olmuş mu diye.” seslenen Şevki amca, sorumuzu da cevaplıyor: “Kuyumuz var burada. Devamlı su veriyoruz. İlaç falan yok, kendiliğinden yavaş yavaş oluyorlar.” Bu münbit topraklarda yetiştirdikleri organik ürünleri ise piyasaya göre uygun fiyatla satıyorlar. Hele de organik domates arayanlar manavlarda fahiş fiyatları görüp uzaklaşıyorlarsa, -ki bazı yerlerde üstü açık serada yetişenleri tarla domatesi diye satıyorlar- burası bir alternatif olabilir. Zaten böyle yoldan geçen, oradan alışveriş eden müşterileri de var.
Arazisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait küçük küçük tarlalara herkes bir miktar kira ödüyor. Şevki amca, bu kira bedelinin durumlarına göre değiştiğini söylüyor: “Ne durumun varsa ona göre kira veriyorsun. Kışın az, yazın çok veriyorsun.” diye anlatıyor. Yanda güneşten yanmış ve ziyan olmuş soğanları göstererek, “Ürün olmazsa neyle vereceksin?” diyor.
‘Devlet adamları buraları yemyeşil görünce mutlu olurdu'
Oradan ayrılıp ekinlerin etrafını saran otları yolmakla meşgul Havva Çelen'in yanına geliyoruz. Yine domates, kuzukulağı, semizotu gibi ürünler yetiştiriyor Havva Hanım ve ailesi. Onlar da ektiklerini, biçtiklerini pazarcılara satıyor. Tıpkı İstanbul Sebze Hali gibi buranın da bir kitlesi var. Pazarcılar dışında yol kenarına domatesleri, karalahanaları dizip satanlar da mevcut. Havva Hanım'a nerede oturduklarını sorduğumuzda, Zeytinburnu olduğunu öğreniyoruz. Aslında bostanla uğraşanların ekseri de o çevrede, yakında oturuyor. Maydanozların başında rastladığımız Osman Günışık da bunlardan biri. O da civarda yaşadığını söyleyince, tarlaların yanlarındaki barakaları merak ediyoruz. İşçi olarak çalışanlar da oralarda kalıyorlarmış. Âdet yerini bulsun, Osman amcaya da soralım neler ektiğini. Yok yok maşallah: Maydanoz, roka, pazı, nane, semizotu, domates… O da ürünlerini pazarcılara satanlardan. Eski toprak, buraların geçmişini anlatıyor bize. İstanbul'un kurtuluşu resm-i geçitlerinde devlet adamlarının buradan geçerken yeşil, bakımlı alanları görünce mutlu olduklarını söylüyor. Onlar bostanlara böyle temiz baktıkça, kiralarını ödeyip ortalığı çöplük yapmaktan kurtardıkça, İstanbul'a oksijen sağladıkça da tarlaların ortadan kaldırılmayacağını düşünüyor. Dileriz, her tarafı beton kesilen bu garip şehrin ortasındaki tarlalar da mazinin hoş bir hatırası olarak kalmaz.